dünya’da hiçbir ülkeden koronavirüs aşısı almamış ülke. dünya sağlık örgütü sponsorluğunda aşı sağlayan covax sistemi üzerinden de aşı talep etmediler. kolları sıvayıp, kendi aşılarını üretmeye koyuldular. şu âna kadar öne çıkan iki aşıları var. birincisi soberana 02 aşısı ve nazal sprey olarak geliştirilen mambisa.
3. fazı başarıyla atlatırsa eğer, küba aşılarını hem kendi halkına, hem de dünyaya ücretsiz sağlama niyetinde. ülkeye turist olarak gelip de aşı yaptırmak isteyenlere ücretsiz yapacaklarını açıkladılar. hatta türkiye'ye de aynı teklifi yapmışlar.
tabii parayla aşı satan firmalar, who, cdc gibi kurumlar buna ne der, bilmiyoruz ama muhtemelen tahmin edebiliyoruz.
Yönetim biçimi yüzünden dünyaca ambargo uygulanan, 5 korona vakası var diye hiç bir ülkenin kabul etmediği yolcu gemisine "gelin biz sizi tedavi ederiz" diye çağrı yapan ülke.
Çin'de hastalık kontrol altına alındı. Peki bu nasıl oldu? İnterferon Alpha 2B isimli ilaçla... İlacı üreten de yine küba firması. Çin'le yapılan karşılıklı anlaşma ile ilaç 25 ocak'ta çin'de üretilmeye başlanmış. Güney kore de yine bu ilaçla hastalığı kontrol altına alan ülkelerden. Güney kore'de enfekte olan 8.000 kişiden sadece 72'si hayatını kaybetmiş.
Dünyaya korona ile mücadelede öncülük edebiliriz açıklamasının üzerine amerika ve bir çok avrupa ülkesinden interferon alpha b2 talebi almışlar. Küba tarafından En çok vakanın görüldüğü italya'ya da bir doktor eşliğinde tedavi malzemeleri gönderilmiş. Almanya da ilacı satın alan ülkelerden.
Alpha b2 bağışıklık sistemini kuvvetlendiren içeriğe sahipmiş. 1986 yılından bu yana HIV-AIDS, Hepatit B ve C gibi hastalıkların tedavisinde kullanılıyormuş. Talepler üzerine ilacı üreten firma BioCubaFarma da ilacın üretimini artıracağını açıklamış.
nedense iç basından hiç duyamıyoruz bu haberleri. Üstelik amerika ve almanya gibi ekonomisi güçlü ülkeler bile sessiz sedasız hallediyor işini.
2015 yılı için sürdürülebilir kalkınma endeksi'nde birinci sıraya yerleşmiş ülke. yani ekonomik kalkınmasını, çevreyi en az kirleterek gerçekleştiriyor.
peki, çok da kalkınmış gözüyle bakılmayan küba’nın sırrı nedir? 90’lı yıllarda abd ambargosu ve Sovyetler birliğinin dağılmasının ardından ekonomisi çöken küba, en büyük yatırımı turizme yaptı ve bunu yaparken diğer karayip ülkeleri gibi kontrolsüzce her yere otel vb yapılar dikerek yapmadı. o devirde hiçbir ülkenin yapmadığı kadar çevreye önem verdi. doğal kaynakları koruyup, karbon ayak izini en azda tutmaya çalıştı ve tüm bu çabalar, ülkenin sürdürülebilirliğine büyük katkıda bulundu.
Castro ayrıca o dönemde halkını bahçelerini tarlaya çevirip, kendi sebze ve meyvelerini yetiştirmeye teşvik etti. bu küçük girişimler küba’nın tarımını büyük bir oranda geliştirdi, ki tarım sürdürülebilirlikteki en büyük unsurlardan biridir.
turizminde kontrolsüz gelişime engel oldu demiştik ve bu sayede küba’nın denizi ve kıyıları da tertemiz kalmayı başardı. dolayısıyla ekosistem diğer karayip ülkelerinden daha güçlü oldu. mercan kayalıkları turizmi desteklerken, balıkçılık hem küba halkı, hem de turistler için bir cennet oldu. küba, mercan kayalarının tek parça hâlinde olduğu, bir kısmının zarar görmediği dünyadaki tek ülke.
raul castro'nun komünist partinin liderliğinden ayrılmasıyla, tarihi bir deviri kapatan ülke. castro koltuğunu 2018'de başkanlığı devralan miguel diaz-canel'e bırakıyor.
89 yaşındaki castro partisinin kongresinde yaptığı konuşmada, ülkenin yönetimini daha genç liderlere bırakmak istediğini söylemişti. tabii 90'la kıyasladığınızda 60 yaşındaki canel'in genç kaldığı doğru ama castro'yla beraber partinin üst yönetimindeki eski tüfeklerin de castro'yla birlikte görevi bırakmaları bekleniyor.
castro'suz bir küba nasıl olacak merak ediyorum açıkçası. ülke çıplak kalmış gibi geliyor sanki.
küba'yı ütopya gibi göstereneler ya gitmemişler ya propaganda yapıyorlar. anlatalım:
halkı dilenci haline gelmiştir. paçanıza yapışıp "rehberlik" teklif edenleri bir kenara bırakalım -o kadarı her fakir ülkede var- sizinle muhabbet kuran, iletişime geçen her küba'lı sonunda para istiyor. olmaz diyene "bari yemek ısmarla, ben içki alacaktım sen al" istekleri geliyor. fuhuş çok yaygın -kültürel olabilir, küba'da benzer ülkelerden daha yaygın olup olmadığını bilmiyorum. E hani parasız da mutlulardı ?
bakın küba'yı gömmüyorum. bunları tayland'a, hindistan'a gidenler de bir yönüyle yaşayabilir ama kimse "thai halkı fakir ama namuslu, hint insanı fakir ama mutlu" edebiyatı parçalamıyor.
ifade özgürlüğü yok. yok oğlu yok. barda politika muhabbeti açamazsınız. kimin polis olduğu belli değil. iletişim özgülüğü yok. yok oğlu yok. internet kapalı adamlarda. bir mail bir haftada atılıyor.
bir kez daha: zayıf düşen, kendini tehdit altında hisseden, ambargo yiyen her ülke benzer baskılar kurabilir. ama vay efendim "her şey şeffaf, seçim sandıkları okul çocuklarına emanet " yok efendim "devrim herkesin kalbinde" demek boş masal.
bundan sonraki gidisimden edit: yukaridaki manzara cok farkli degildi ama turizmi daha fazla ogrenmisler. internet olayi da rahatlamis. halka hala cok pahali ama wi-fi 3 yildizli otellere kadar yayilmis, oralarda calisan nufus da nasipleniyor. daha kapsamli bir yaziya kadar bu burada kalsin.
bir aralar müziğine ve müzik kültürüne kafayı taktığım ülke. perküsyon ve salsa soslu müzik öyle bir sardı ki beni, o zamanlarda dinlemeden duramıyordum. bir zamanlar sadece jlo 'nun kocası diye bildiğim marc anthony bile en fazla dinlediklerimdendi latin müzik sevdasına, üzerinde küba yazan her müziğe de elimi atıyordum.
ayhan sicimoğlu 'nun anektodudur; küba 'da her insan müzisyendir, bir enstrüman çalar diyor. bunu duyduktan sonra normal geldi bu müziğe ilgi duymak bana, sanat adamların içine işlemiş bir nevi, hayatın kendisiyle yoğuruyorlar yani, dinlememek olmaz, bu kadar özümsenerek yapılan müziği de , beğenmeme imkanı yok aslına bakılırsa benim açımdan.