herkesin içinde bir ormanı vardır. bu orman kimilerinde akasyalardan kimilerinde çamlardan kimilerinde de diye gider bu. uzun ağaçlara ve geniş yapraklara sahip olanlar güneşi içeri alamaz. koyu yapraklılardan bahsetmiyorum bile. karanlık ve nemli olan bu topraklar insanlara gizemli gelebilir. kaktüslerden ve çalılardan oluşan ormanlarda ise güneş içeri rahatça girer ve her şey dımdızlak ortadadır. kavurucu bir sıcak tenimizi öyle bir yakar ki bir daha o ormanın içine girmeyiz. en anlamadığımda kendi ormanında odunculuk yapanlardır. annesi o ormanı sular babası sular, gelir kendi ormanındaki lahmacun ağacını keser. burada anlatmak istediğimi anlamadınız.
büyülü bir ortam. ne zaman içine girsem, masal alemine girmiş gibi hissederim. şu an bir ormanda olmayı; nem, karanlık ve normalde hiçbir yerde duyamadığım seslerle kuşatılmayı çok isterdim. günlük hayatımın parçası olmayan tehditlere açık hale gelmekte, bir yılan sokması ihtimali ya da kaygan zeminde atılacak dikkatsiz bir adım neticesinde kendini bir anda yüz metre yuvarlanmış bulmakta beni çeken bir şeyler var. doğanın akıl almaz gücü karşısında ne kadar kırılgan bir bedenle yaşadığımı, savunmasızlığı, doğal ortamımız haline getirdiğimiz yapaylığı en iyi orman hatırlatıyor bana.