hikayesi olan şarkılar güzeldir fakat bu şarkı bizzat hikayeyi içinde barındırıyor.
ilk dinleyişimi hatırlıyorum. müziğini, cem karaca'nın mükemmel sesini bir kenara bırakıp acaba nasıl sonuçlanacak diye beklemiştim. gerek daha önce duyduğumuz hikayelerde, gerek izlediğimiz filmlerde bu olaylar hep mutlu sonla biterdi. "kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri." dediği anda çok şaşırdım. arkasından gelen "ustam geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları." kısmı ise gözlerimi doldurmuştu. son cümlesi olan "işçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları." cümlesi ise hayatın filmlerdeki gibi olmadığını bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı.
hani çok sevdiğiniz bir arkadaşınız birinden hoşlanır. size içini döker, hayallerini anlatır gözlerinin içi parlaya parlaya. siz o kişinin arkadaşınızdan hoşlanmadığını bilirsiniz içten içe ama bunu ona söyleyemezsiniz. üzülürsünüz ancak yapacağınız pek bir şey de yoktur. bu şarkı da o etkiyi bırakıyor bende. tamirci çırağının o güzel düşüncelerini, heyecanını hissediyorsunuz fakat engel olamıyorsunuz. o kadının kaşları kalkıp "kim bu serseri?" diye soracağı anın geleceğini biliyorsunuz ama elinizden bir şey gelmiyor. işte bu yüzden her dinleyişimde gözümde tomurcuk yaşlar oluşmasına sebep olur bu şarkı.
her şeyi bir kenara bırakıp sırf bütün bu hislerin bana geçmesini sağladığını görünce bile cem karaca'nın ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu tekrar anlıyorum.