şimdiki çağda telefondan şıps diye çekilenler değil, tab ettirmek için bile 1-2 gün beklenen, ortamı ışığı iyi ayarlanmadığı için kadrajın tam ortası genellikle patlamış olanlardır.
geçen yıl çocukluk fotoğraflarımı bilgisayara aktarmıştım. sülale fotoğrafları da vardı içinde ama bazıları gerçekten çok karanlık olduğu için halen bekliyorlar öyle. uzun bir süre bekleyen fotoğraflar sapsarı oluyor zaten. ışığa da maruz kaldıysa eğer, kadraja girmiş olanlar seçilemiyor bile. gene de insanın kendi tarihine yıllar sonra dönüp bakması çok değişik bir kafa. akp'nin bile ülke tarihinde henüz olmadığı bir ortamın çocuklarından biri olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. en az 1 nesil siyasal islamın hüküm sürmediği bir zaman aralığını bilmiyor mesela. siyasi ortamı ayrı, ekonomik ortamı ayrı; eski dönemlerin tamamı 2000'lerden sonrasından iyiymiş diyorum şimdi aptal aptal gülümseyerek.
birkaç fotoyu buradan da paylaşayım. dönemin giyim tarzını, insanların nasıl poz verebildiklerini falan görürsünüz en azından. insanların yüzlerinden bile bezmişlik, geçim derdi değil, en fazla "olm, çok yorulduk bugün ya" falan akıyor sadece.
'90'lar düğünü öncesi (burası ankara olmalı. kadrajdakilerden sadece 2'si hayatta değil, 3'ü de binbir türlü hastalıkla, demansla falan mücadele ediyor. yerdeki çiçek, arkadaki devasa palmiyeler, fotoğrafçının bizi güneş'e bakmaya zorlaması falan müthiş ayrıntılar)
'90'lar düğünü öncesi 2 (gene 2 ölü var burada. birbirleriyle hiç görüşmeyen gırla insan da cabası. annemin müthiş altın kolyesi, babamın hayatında belki de ilk ve son kez bir fotoğrafta oldukça rahat görünmesi, sağdan kadraja girmiş nefis kırmızı ford ve sanırım çişimin gelmesi. '90'lardaki bütün çocuk fotoğrafları "çişi gelmiş çocuk suratı" barındırıyor sanırım. benimkiler öyle en azından)
soba queyfi ('80'lerin sonu da olabilir bu foto. annelerin, anneannelerin ördüğü yünlerin çocuklar üzerinde denendiği dönem. soğukta 3 bin kat giyinme alışkanlığım bu zamanlarda bilinçaltıma zorla sokulmuş olmalı. dönemin efsanesi mers sobanın gürül gürül yandığını şimdi bile hatırlıyorum. somyaların üzerine kat kat bi' şeyler serilip üzerinde saatlerce oturulması ve götün taş olması bu dönemlerden önce başlamıştı)
saçma sapan hareketler (şimdi selfie çekmeye çalışırken kendisine tren çarpan ergen ve ergenellaların seveceği hareketleri yapmışız dedeylen. babaannemin korkunç gülümsemesi, tam kadraja bakan sadece bir kişinin olması ve onun da gene çocuk olması, annemin eteğinin müthiş rengi, salondaki orta sehpalarda her zaman bulunan 10 ton ağılığındaki cam sigaralık. bonus olarak da, o dönemlerin vazgeçilmesi güllü, kalın perdesi tabii. benim için çok şey anlatıyor bu foto ama fazla kişisel olacak, devam edeyim)
üzüntün neye keke (tam bir '90'lar fotosu bu. ablamın sanki 10 saniye önce beni dövmüş gibi görünmem, yüzümüzden şarıl şarıl akan sıkılganlık, müthiş tulumvari şeysim, stres olduğumda her zaman yaptığım "parmakları yaratık parmağı gibi yapma refleksi", çeyreği kadraja girebilmiş kırlent, halen sapasağlam olan 3'lü kanepe ve büyük ihtimalle bayram ziyaretine hazırlığın meyveleri olan çocuklar. çocuk olmak her dönem güzeldir ama '90'larda bambaşkaymış. insan yaşarken anlamıyor)
onur, gurur, kasıntı (parmaklarım bi' fotoda da düzgün çıksın diye resmen kelepçelenmişim. fotonun çekilme açısında büyük ihtimal babamın bok yemesi var. "çocukları çekicez, eğilem bari" demiş ve güliver gibi çıkmışız. çoraplarımız müthiş, benim ayakkabılar gereksiz. nefesimi tuttuğum için top gibi çıkmışım. arkadaki tülün yerdeki süpürgeliğe oranı, ayrıntı tanrılarının en seveceği şey belki de. annem müthiştir bu konularda ya. kadraja bile girmiş, yerinde durmamış o küçücük fark)
tabii lan bakışı ("saçım şekil, önümden çekil" veledi henüz vitamin bile değilken, ondan daha karizma çıkabilmişim ve saçlarım da gerçekten şekil. tarihimin en karizmatik fotosu olduğu için geçen yıl bilgisayara aktardıktan sonra bütün her yerde avatar yapmıştım bunu. üzerimdeki kolları lastikli, ayılı tişörtümsü şey halen duruyor. sanki konsolosluk ofisindeymişim gibi görünen arkadaki bayraklar ne alaka, onu çözemiyorum halâ. babamın işleridir büyük ihtimalle. kadrajdan çıkaraydınız bari de, star ışığımı yok etmeseydi)
aga (fotoğraf çekilmekten o yaşlarda bile nefret ettiğimin en net göstergesi herhalde bu. parmaklar gene hilkat garibesi gibi. üzerimdeki tulumvari şey nefis görünüyor gene. tekli kanepeye nasıl tam sığmışım; bilmiyorum. altıma yastık falan koyduklarını da hatırlamıyorum. duvar kağıdı tam bir dinci işiydi, yıllarca da böyle kalmıştı. en azından sağı solu kıvrılmadan, çatlayıp patlamadan dümdüz kalabilmişti. işçilik ve kaliteli malzeme işte)
diş (o dişin haftalarca sallandığını ve sürekli oynadığımı hatırlıyorum. ablamın cin fikri sayesinde kapıya ip bağlayıp çekmeye bile çalışmıştık, çizgi film karakterleri gibi. dişçi ali amcaya (toprağı bol olsun) gittiğimizde, "aa, bak bakayım yukarıya bi', tavanda bi' şey var" derken eliyle tık diye alıvermişti. dilimle henüz alttan diş gelmemiş kısmı yoklamanın hoşuma gittiğini bile halâ hatırlıyorum ya, oeh. balkonda mı çekti ablam bunu, yoksa ben mi kendi kendime salonda çektim; hiçbir fikrim yok. fon tamamen uzay bile olabilir, o denli teknolojik imkanların içinde yüzüyormuşuz)
fotoları çalıp çırpıp bi' yerlerde kullanmayın da, bakıp bakıp gülümseyin işte siz de benim gibi. geçen yıl sosyal medyada paylaşırken de aynısını yazmışım. sağda solda dişsiz, parmakları yaratık gibi olan fotolarımı görmeyeyim, "tipe bak ahaha" payaşımlarınızla. lüffen.