içindeki ortam bambaşka olan ulaşım aracı. yola, yolun uzunluğuna, yoldaki diğer araçlara, tabii ki şoförüne, sıkışık trafiğe, güzergâha, durağına, durağının saatine/vardiya çizelgesine, durağındaki önceki ve sonraki dolmuşlara göre korkunç boyutlarda değişir yaşadığınız tecrübe. ben en son istanbul'dayken binmişim, bugün anladım. bu kadar kültür değişikliğini hindistan'a gittiğinizde falan hissedebilirsiniz herhalde.
bi' kere, kumanda tamamen şoförde. istediğinden ücret alır, istediğinden almaz, istediğine sayar söver, istediğine "allah der, tapar". devlet dairesinden farkı yok bu noktada. ikinci olarak, güzergâhına göre deneyiminiz bambaşka bir hal alır. bak, bugün izmir'deki tek ikea'nın önünden binip bornova metro'ya geldik; 35 dakikada falan. güzergâh evka taraflarından dolanıp bornova'nın içine girseydi başkaydı, bölge metro istasyonunun civarından dolaşıp sizi ege üniversitesi hastanesi'nin dibine bıraksaydı başkaydı. bizde ikincisi oldu ama öncesinde durağına yanaşıp 15 dakika dışarıda goy goy çevirip gelip geçen hatunların götlerine baktı mesela şoför. benzer gecikmeyi, zaten her zaman sıkışık olan hastane önüne bağlanan ana arterde beklerken, diğer şoförlerle ağız dalaşına girerek de yapardı. ben dolmuşa bindiğimde hatuna "yarım saatimiz var inmemize en az, istersen uyukla" dedim, "hastre lan. şuncacık yol" dedi bana, gülümsedim. sonuç ortada. üçüncü olarak, dolmuşun içinde "herkes kendine göre eşittir" kuralı her zaman geçerli oluyor. ben unutmuşum bunu. henüz 20'lerinde bile olmayan, cuma gecesi dışarıya çıkıp 2 tek atarak cozutmak isteyen kızceğizler de, 40'ındaki kokonalar da bunun içinde eşit. otobüslerdeki "ay, sen beni fortluyon mu götelek" mevzusu dolmuşlarda olmaz çünkü ya hemencecik dayak yersiniz ya da şoför size bıçak falan çeker. üçüncü ihtimal yok. "karakola çek dayı" falan işlemez, adalet hemen yerini bulsun ister. bu noktada şoförün hegemonyası altına girmenizin, o berbat basamakları olan otokar'a ilk adımınızı attığınızda başladığını anlamanız gerek; ki buna göre konumlanabilesiniz. yoksa sıkıntı. bu eşitlik mevzusu da baya geniş bir perspektif sunuyor, eğer gözlemlemeyi seviyorsanız. gece vakti dolmuşlarındaki ayyaş dayılarla "evde hanım beni silecek yeauv" muhabbeti de, iş çıkışı yorgunluğu gözlerinden değil, üstünden başından akan sıradan işçilerle "her şey çok pahalı be ya" muhabbeti de sıradanlaşmaz, keyif verir. istanbul'daki gecenin körü "bostancı-taksim" sarı dolmuşlarında çok fazla ilişki başlamış, birlikte rakıya falan gidilmiştir o kafalarla. gerçek eşitlik bu çünkü ama sıradan hayatlarınızdaki devlet baskısını doğrudan şoför kuruyor size işte. tek farkı bu aslında.
son olarak, dolmuş, ulaşacağınız yere, alternatif, başka bir ulaşım aracı yoksa tercih edilir. cebinizde para yoksa bile taksi işinize geliyorsa taksiye binilir. kararınız, otobüslerde rezil olmamakla dolmuş şoförünün soquq müziklerini ve dikizden sizi kesmesine tahammül sınırınızla oynaşır, durur aklınızda. ablamı henüz ben ergenken bile "dolmuşlarda dikkatli ol be yavrum" diye uyardığımı hatırlıyorum milattan önce. istanbul'dayken birlikte kavgaya gitmişliğimin de olduğu dolmuş şoförleri vardı. çoğu hayatsız, ekmek parası derdini vitrine koyup "vardiyadan sonra 2 tek atarız di' mi hocu?" kafasında olan apaçiler aslında. gene de, sizi ineceğiniz durağın 25 metre gerisinde indirmemek için dünyaları yakabilecek kadar "görev aşkı" olan 20 yıllık belediye otobüsü şoförlerinin kibrinden çok daha kolay iletişim kurulabilir canlılar sürüyor dolmuşları. iyi gözlem yaptıktan sonra, dolmuş halâ iyi bir ulaşım aracı; eğer yolun kısalığı, zaman sıkıntınız ve çeşitli sosyal hayat risklerini göğüslemeyi seviyorsanız.