ayna benlik sürecinde genellikle kendimi nazik biri olarak etiketliyorum. Zarif değil, yanlış anlaşılmasın, dış yüzeyimde biçimsel bir zerafete rastlayamazsınız. Sosyalleşme kültürümde ise görünüşle çelişen bir nezaket kumkuması beliriverir. Beklenmedik bir şey olduğun(m)u muhataplarımın şaşkınlık ifadelerinde izlerim, çok hoşuma gider. goffman okuduğumdan beri bu gözlemleri empatik bir ruh haliyle, belki psikolojik bir vücut takası ile daha da iyi kavrıyorum sanki, böyle olduğunu düşünerek akademik kibre varıyorumdur belki, belki sahneyi hem dışarıdan hem içeriden izlemekte kabiliyetli görüyorumdur kendimi, belki. Biraz dilbigisini dağıtmayı severim, biraz özeleştiriyi ve biraz da tamamlanmak üzere olan yargı içeren cümlelerimden şüphe etmeyi.
Nezaketi tartışan birçok uygarlık tarihi kitabı sayılabilir, kapsamı "medeniyet, uygarlık" olan kapsamlı birçok kitap okunabilir. En ilginci Freud'dur, okursunuz belki. ufuktaki medeniyet hedefinin içeriğini, tarihini, gerekliliğini çok keskin ve acımasız bir şeklide ortaya koyması onu faşist (tam olarak kavramsal düşünmeyin) filan yapacaktır, şaşıranlar olacaktır buna. Halbuki adamcağız psikanaliz yaparken medeniyeti arar durur, fenadır aslında, yasaklayıcı ve dışlayıcıdır.
Neyse kendisi değil de elias'ın uygarlığını daha objektif bulurum, kendi kültürel dünyasına eleştirel bir paradigmadan bakar çünkü, sorgulayıcıdır. Özetle konstrüktivist açıdan batı toplumunun sözde (uydurma) nezaketini nasıl da kademe kademe rasyonelize ettiğini ve tam da bunun medeniyet denen yapıyı nasıl kurduğunu anlatır. Özü bulur, medeniyetin özünde Nezaketi bulur.
Nezaket, tarihsel olarak soyluların kültürünün kurallarını benimsememiz ya da taklit etmemize ilgilidir. 16 yüzyılda ortaya çıkan mutlak saray iktidarlarının Nezaketi önemseyen aristokratından gelişmiştir. Kibarlık o dönemden beri yükselmiştir, bir bakıma duyarlılık da iç içe geçmiştir.
Kendimizi bugün nezaket kurallarıyla çepeçevre sarılı ve o kuralların aktörü olurken bulduğumuzda yaşadığımız "yapmacıklık" hissinin temellerini o külliyattan okuyabiliriz. Sahteliği bile bile doğamızı bastırırız. Burada bilgi ve doğa çatışması vardır aslında, kültürel bilgimiz özümüzü denetleyicisidir bir bakıma. Özcülük gelmesin aklınıza. (Keşke her şey sadece ilk dönem semiyotik anlamıyla dilbigisine ait bir kelime olarak kalsa ve kavram dünyasına aklımız gitmese, uyarılarım yoruyor beni de sizi de.)
Uzun zamandır gelişigüzel yazmıyorum, yine anlatmak istediğimden saptım ve anlatının sonuna ulaşmadan metni durdurdum, olsun, sanırım sözlük açısından sakıncası yoktur.