1. aktif olarak neredeyse 7 aydır işin içinde olan biri olarak, türkçe içerikli olanlarında başarılı olarak görülmenin kıstasını halen çözemediğim hede.

    bu zaman zarfında 100'e yakın türkçe podcast dinlemişimdir, onlarca saat de zaman harcamışımdır. bak, bu tamamen dinleyici olarak harcadığım zaman. daha bunun içinde aktif olarak ses editlemedir, royalty-free intro/outro belirlemedir, ne konuşacağını, nerede diğer konuşmacıya pas atacağını belirlemedir, bir topluluk karşısında konuşuyormuş gibi düşünmeyi kafaya oturtmadır falan yok. uff, şimdiden moralimi bozmayayım. girdinin başındaki mevzuya geri döneyim çünkü asıl anlatmak istediğim o.

    başarı kıstasını tartışmadan önce, türkçe podcastleri kendi içinde ayırmak lazım: sponsorlu, reklamlı, birden fazla konuşmacı içeren, bir firma çatısı altında toplanmış, kullandığı üslubun değil içeriğin önemli olduğu podcastler gibi. bunların tam tersi de; kendi halinde, sponsorsuz, reklamsız, tek konuşmacının sadece geyik yaptığı, hiçbir firmanın arkasında olmadığı, üslubun öne çıkarak geyik malzemesinin altını doldurduğu podcastler. zaten podcast işini aktif olarak yapmaya karar verirken, hangi tarafı seçeceğin önemli oluyor. sponsorlu olarak bu işe başlamak, hayata zengin olarak başlamak gibi bi' şey; 1-0 önde oluyorsun. zannedilenin aksine, türkçe podcastlerin geneli böyle. bunların içinde çevresi geniş, adı duyulmuş gazeteci eskilerinden ekonomistlere, şarkıcılardan adı sanı duyulmasa da, sikko ama kalabalık bi' çevresi olduğu için arkasına sponsor alabilmiş tanınmış kişilere kadar gırla insan var. sen ben gibi insanlar ise, doğrudan ikinci yöntemle başlamak zorunda: kayıt tekniklerini araştırarak, ses editleme programlarını kurcalayarak, konu içeriklerini a4 kağıtlarına özet alarak, daha yola çıkmamışken içi şişerek. evet, 1-0 geride başlamak tam olarak bu. elin sikindirik gazeteci eskisi dip sesi bile yok edilmemiş kayıtlarını paylaştığı gibi 1000 dinlenmelere ulaşırken, sen 7. ayında bile "100 dinlenme olur mu bu bölüm ya?" gibi sorular soruyorsun. bu sikindirik ünlümsüler takip edilme, takipçi ve abone kasma işlerine kendileri bakmadığı için "kaydımı yaptım, yolladım sana ahmet. ne zamana yayınlanmış olur?"dan başka da bi' boku kafalarına takmıyorlar tabii, bu gayet açık. sen ise, kendi akrabalarına bile "biz böyle bi' şey yapıyoruz. çevrene yaysana şu linkleri be" diyerek göt yalıyor, dilenciye bağlıyorsun. ses editlerken saatlerce anan ağlamış, kulakların evdeki kedi osurduğunu bile anında duyabilecek seviyede bozulmuş; boşuna stres yaptığını her 5 dakikada bir kendine itiraf etmek zorunda kaldığın bir durumun içinde hissederken, "başarılı olmak nedir?"i sorgulamaya başlıyorsan, fikri cehennemin dibini boylamaya başlamışsın demektir, geçmiş olsun.

    sosyal medyadaki her işte başarının kriteri takipçi, abone, beğeni ve tıklanmadır. ben bunun gerçek olmadığını kendime kanıtlama çalışa çalışa ön yargılarımı yıktım ya. bahsettiğim şey "15 dakikalık şöhret" değil; gene içi kof, gene nitelik kaygısının yakınından uzağından geçmeyen, görünmez bir şöhret kaygısı olabilir. yukarıdaki sikko gazeteci örneğindeki de aynı bağlamda değerlendirilebilir: "dinleme de, tıklasan yeter. he, müdürün ali bey'e de selamımı söyle" mesajı vermek gibi. 1000 takipçiye ulaşmış, 500 civarı dinlenme sayılarını sabitlemiş herhangi bir türkçe podcastin başarılı olduğunu söylemek gerektiğini düşünüyorum çünkü reklamlı da olsa, arkasındaki şirketin köpeği olarak para dileniyor da olsa, türkçe podcast dinleyicisinin 1000'ini kendisine abone etmiş sadece ses üzerinden iletişim kuran bir yayın, bir şeyler başarmış demektir. sosyal medyanın tamamı görsele odaklanmışken, sen sadece sesle derdini anlatmaya çalışıyorsun ve rakiplerin çoğunlukla seninle aynı şeyi yapmaya çalışanlar değil. interaktif talk showlardan bile dinleyici çekmen gerekiyor, yoksa sikko gazetecinin boktan içeriğinin övüldüğü ortamda "biz neyi yanlış yapıyoruz ya?" diye diye kafayı yersin. evet, dilenme kısmına geri dönüş oldun, tebrikler.

    eş dost ayağı da podcast pazarlamasında hiçbir boka yaramıyor, tecrübeyle sabit. kendi akrabama, eşime dostuma, en yakın arkadaşlarıma, iş arkadaşlarıma, patronuma, mahallemdeki bakkala, mandıraya dinletemiyorum kendimi ben daha; istanbul maslak'taki plaza çalışanı banu beni neden dinlesin? örneğin havada kaldığını düşünüyorsanız, değiştireyim: afyon'da okuyan, metal müziği bağrına basmaya yeni yeni başlamış gencecik öğrenci ahmet beni neden dinlesin? işte, bu soruya doğru cevabı verdiğinize gönül rahatlığıyla inandığınız zaman (ki tek bir doğru cevabın olduğunu kimse iddia edemez), "sıçayım başarı kıstasına da, dinlenmeye de. ben keyif alıyorum bundan aga" diye bas bas bağırabilirsiniz. eh, bu durumda, bunca zaman götünüzü yırtmanızı da pişmanlık kefenizin en güzel yerine sakince yerleştirmiş oluyorsunuz. bunun bir çözüm olmadığını ama nihayet doğru kararı kendinizle barışık kalarak verdiğinizi de gene kendinize ispat etmiş oluyorsunuz.

    podcast işlerine girmek için hevesli olanlarınız varsa, başarı kıstasınızın ne olup ne olamayacağını önceden belirlemenizi ve bunun değişmezliği üzerinden özgüveninizi yükseltmenizin gerektiğini hiçbir zaman unutmamalısınız. mantığı işlemiyor, planınız başta neyse, ondan uzaklaştığınızı anladıkça kendinizle çelişmeye de başlıyor ve hakan taşıyan'dan "n'apıyoruz biz ki? " eşliğinde modern insan saçmalıkları üzerine kafa patlatmaya başlıyorsunuz.

    yukarıda yazdıklarımı hali hazırda zaten düşündüyseniz, yolunuz açık olsun; 40 abone ve 100 dinlenme sayıları sizi korkutmasın.
    #273633 lake of the hell | 3 yıl önce
    4teknoloji terimi