bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
Evet sevgili dostlar, şimdi okumaya başlamadan önce, durumu daha iyi hissedebilmek için, şu yatak sesiyle şarkı söyleyen dokunaklı kardeşimizi arkaya bırakmak istiyorum.
www.youtube.com/...
en son kaldığım yerden; yıllara yayılmış, sünmüş, kanamış, kabuk bağlamış, tekrar kanamış ilk aşkıma, gökçe'ye dönüyorum.
işte sevgili dostlar;
hayallerimde, elimde gerizekalı kuşumuz şakir'in kafes askılığıyla playback yaparken, işin gerçek tarafı hiç de olması gerektiği gibi gitmiyordu.
halbuki abimle kiraladığımız video kasetlerdeki filmlerde, amerikan kolejlerinde durum bambaşkaydı.
okulumuzda kişisel eşyaların konulduğu kabinler yoktu ve hatta ortalık yerde duran duvar askılarına montunu asarsan bir daha bulamama ihtimalin bile vardı.
kişisel eşyaların konulduğu kabinler olmadığı için, elimde bebek gibi kucakladığım kitaplarımla sırtımı dolabıma dayayıp, koridordan ağır çekimde yürüyen gökçe'yle kesişemiyordum.
her şey aslında olması gerektiğinden fazla gri, fazla beton ve fazla kasvetliydi.
zaten ilkokuldan sonra kazanamadığım anadolu lisesiyle kendimi yeterince berbat bir konuma sokmuştum.
bizim evde de, o zamanlar birçok evde olduğu gibi ilkokul sonrası iki tip çocuk vardı, anadolu lisesine gidenler, ve gidemeyenler... aslında gitmek biraz tercih meselesi gibi bir anlam yükledi, düzelterek kazananlar ve kazanamayanlar diyeyim.
zaten babamın kafasında da yalnızca iki adet meslek mevcuttu, mühendislik ve doktorluk.
bunun dışındaki meslekler bu iki mesleğe hizmet için oluşmuş, onların çevresinde şekillenmiş mesleklerdi. yani öğretmenlik mesela; doktor ve mühendis yetiştirmek için çalışan mesleklerdi.
diğer şarkı çoktan bitmiştir, devamı için bir şarkı daha ekleyeyim;
www.youtube.com/...
abimin nerdeyse hiç çalışmadan en iyi anadolu lisesine zart diye girmesinden sonra, abimin bu derece başarı göstermesine pek şaşıran babam, sınav çok mu kolaydı diye düşünedursun, birkaç sene sonra, hiç beklemediğim oğlum kazandıysa, canavar kızım hayli hayli kazanır fikrini boşa çıkararak yedeğe bile giremedim sevgili dostlar..
evde üzerimde bulunan muhteşem bakışların nasıl bir anda solduğunu anlatmama imkan yok.
bu mutsuzlukla başladığım devlet lisesinin ortaokul kısmında, zaten çiçek gibi pamuklara sarıldığım ilkokuldan buraya gelince fena afallamıştım, dev gibi iki binanın ve binlerce öğrencinin arasında, prensesliğim uçuverdi.
ben ki yakan top'un bile yakmayanı, kız kaçıran'ın şerrinden kaçmayanı, şu uzun sarı saçlarını sallaya sallaya gezen babasının bir tanesi, okulunun gururu cimnastikçi kız... işte "neo sendromu" nun ilk tokadının atıldığı yerdir o gri binaların arası..
dünya çirkini sınıfımın camından gördüm gökçe'yi ilk defa.. zaten melankoliye kucak açmış benliğim bu platonik aşka bungee jumping yapar gibi atladı.
biri diğerinden sadece 2 sene sonra yapılmasına rağmen adları eski ve yeni bina olarak geçen iki bina arasında beton zemin üzerinde, okulumuzun güzide delikanlılarının futbol yeteneklerini gösterdikleri "saha" olarak adlandırılan, ancak yeni bir bina inşaatının zemini gibi görünen bir meydan bulunuyordu.
o da diğer arkadaşlarıyla futbol oynuyordu, nasıl oynuyordu bilmiyorum, benim dikkatimi çeken ilk şey koştukça savrulan saçlarıydı.
müziksiz kalmayalım;
www.youtube.com/...
adının gökçe olduğunu öğrenmem günlerimi aldı sevgili dostlar, hangi sınıfta olduğunu bulmak kolaydı çünkü, sabahları okula girmek için kendi sınıfınızın kulvarında sıra oluyordunuz ama, yeni olduğunuz okulda, daha sınıf arkadaşlarınızın bile isimlerini tam öğrenememişken onun adını öğrenmek imkansıza yakındı.
şimdiki gibi değildi elbette, sınıf mevcudumuzun 52 olduğu dönemler hatırlıyorum, sonuçta bir defada 52 isim öğrenmek haliyle çok zordu.
ne mutlu ki, muhtemelen her hayatın en gerizekalı dönemleri sıralamasında ilk 3'e girebilecek olan ergenlik dönemimde beni kurtaran sporum vardı. ve sevgili cimnastik okulda yavaş yavaş popülerleşmeme vesile olmaya başlamıştı.
50 dakika için okul gömleğinin üzerine eşofman üstü giyilmesiyle yapılan, genelde en zor bölümü kasa üzerinden takla atmak olan beden eğitimi dersimizde (sonra da ülkemizden neden daha fazla sporcu çıkmıyor diye düşünüyoruz) bir güneş gibi parlamaya başladım sevgili dostlar.
belki artık bir prenses değildim ama okulun bilinen isimlerinden olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordum.
hepsi yine tek bir şey içindi... elbette gökçe!
onun bana bakmasını sağlamanın en güzel yollarından biriydi cimnastik. kafamdaki en havalı yöntem ise gerçekleşmek üzereydi. cimnastikte türkiye şampiyonaları bitmiş, balkan şampiyonasının as listesi hazırlanıyordu. gençlik spor bakanlığı'nın madalya töreninden sonra, okulumuzun cuma töreninde anons edilecek ve tüm okulun önünde madalyam tekrar takılacaktı. heyecanlıydım, pır pır'dım, uçacaktım nerdeyse... beni bunca zaman fark etmediyse bile artık edecekti... bu müthiş günden 2 gün öncesine kadar adeta uçuyordum..
ta ki o iki bina arasında yürürken, okulumuzun o müthiş yetenekli erkeklerinden birinin, dünya kupasındaymışçasına hırsla çaktığı futbol topu kafamda patlayana kadar...
kafamda kuşlar cıvıldarken, kulağımda heart çalmaya başladı yavaşça.. oraya yığılmışım.
www.youtube.com/...