fotoğraf hayatın bize sunduğu en kutsal hazinelerden biri. hakkındaki her şeyin en başında da en sonunda da en büyük sırrı belgesel bir döküman olmasıdır. çünkü fotoğraf tam olarak gerçektir. o an, orada, "onlar" vardır. fotoğrafı çekilen her şey ve en azından fotoğrafı çeken o an oradadır. bunu bilmek işte görüntünün var olduktan sonraki sahip olduğu tüm büyüsünün temelidir. hayatı biriktirmek olarak görenler için maddeden çok ruhun, hayatın içinde olduğu zaman bükücüsüdür. fotoğraf bir sanat değildir; fotoğraf aslen ve safkan belgeseldir. sanat içinde nitelendirilebilir, bu elbette olasıdır ama safkanlığı bozulmuş olur. gerçek büyüsünden uzaklaştığında soğuklaşır kanımca, estetik için katlanırım elbette ancak asla benliğimi sarmalamaz. zaman ilerledikçe "şekli şemali" değişmiştir, evet, özellikle cep telefonlarından sonra milyarlarca çekim açısından sonra önümüze gelen hali artık fotoğraf algısını dahi değiştirmiş, gördüğümüz "şey" aynaya bakmak gibi "sıradan" hale gelip hayatın içinde refleks bakış halini almış ve adı bile söylendiğinde -düşünün biri yanınıza gelip telefon ekranında bir görüntü gösterdiğinde, ona "fotoğrafa baksana" dese; o kelime ilginizi çekebilecek durumdadır- içinizden "fotoğraf aslında" denecek kıvama gelip günlük yaşantıya entegre olmuştur -evet onlar da fotoğraftır tabi-, yirmi yıl öncesinin "fotoğraf"ı değillerdir, benjamin button gibi git gide çocuklaşmıştır, salt sonuç olan görüntü halindedir. ancak bu bir aldatıcı "basitlik"tir. hız, kolay elde edilebilirlik, değişen kaygılar -özellikle estetik unsurlar-, dahası insan ilişkilerindeki görecelilik fotoğraf üzerinde çok etkili olmuş, bir sonuç olan görüntüyü (fotoğrafı) oyuncaklaştırmıştır. Gerçekliği daha da fazlalaşmışken çok ironik biçimde kendisi, tıpkı günümüzde insanların yaşamlarının elektronik ortamda Var olması gibi “sanal”laşmıştır. Tam da bu noktada, fotoğrafı değerlendirirken, asıl, hayatlarımızın gerçekliğini değerlendirmemiz gerekiyor. Ekranlarda var olan hayatlarımızı.