Çocukken benim için hayal dünyanı gerçek dünyaya aktarmaktı. Özelikle çizgi roman sever biri olarak, istediğin şeyleri istediğin gibi aktarabilmek büyüydü/sihirdi baya.
Böyle söyleyince basit geliyor ama gerçekten bir düşünsenize. Sadece size ait o eşsiz şey sizin kafanızdan çıktı ve onun artık bir nevi kanı, canı var. Tiyatroda da canlı sinema,atmosfer gibi şeyler beni çok etkilemişti cahil ve varoş bir yerde yaşayan sanattan gram anlamayan biri olarak.
Şimdiki kafamla düşününce aslında beynimize/bilinçaltımıza baya baya tohumlar atıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Ben de belki de sanatsal algıya biraz da olsa sahipmişim de bir şeyler hissediyormuşum.
Şu karantina sürecinde kendimi challenge olarak asla merak etmiyorum, ilgimi çekmiyor dediğim şeylere maruz bırakmaya çalıştım. Tabiki de diğer sanatlar oldu bunlar.
Görsel sanatlardan resim de buna dahil. Teknik özellikler, akımlar vs dışında cidden çok ilgimi çeken bir dal olmaya başladı ve kendi ütopyamı, hayatımı idame ettirmek için çalışmak zorunda olmasam birden çok sanat okullarında okuyup çok yönlü bir sanatçı olmak isterim şekline çevirdi.
Benim en favorilerim müzik ve sinema olsa da birbirleri ile olan bağlantılarını, yansımalarını, birbirlerini etkilemeleri bakımından merakım beni buralara itti. Beş, on sene sonra nolur bilmem ama şunu söyleyebilirim:
"Bir şeyi birebir aynı çizmektir. " değil imiş. Hatta: "O çizgiler sadece çizgidir. " kesinlikle değil imiş.