Mycobacterium tuberculosis isimli bakterinin neden olduğu, bu bakterilerin akciğerlerde yaygın enfeksiyon göstermesiyle ağır olarak ilerleyen ve tedavi edilmezse ölümcül olabilen bir hastalıktır. Şaşırtıcıdır ki günümüzde bile tüberküloz hala en çok can alan hastalıklardandır. Halk arasında verem denilen bu hastalığın tarihi çok ilginçtir.
Tüberküloz dünya tarihini değiştirmiş hastalıklardan biridir.
1800'lü yıllarda tüberkülozun afrodizyak ve çok yaratıcı bir ilham kaynağı olduğuna inanılıyordu. Bu şekilde hayranlıkla bakılan enfekte kişiler erotik ve baştan çıkarıcı bir biçimde yaratıcı sanatkar olarak birer arzu nesnesiydi. Bu kişilerin son derece dramatik bir biçimde kendi kanlarında boğulmasıyla gelen ölüm, tüm bu durumu iyice ruhanileştiriyordu. Yemek yemeyi güçleştiren öksürük krizleri bu kişilerin çok zayıf ve beyaz tenli olmalarına sebep oluyordu. İlk zamanlar bohem yaşam, çok eşlilik ve çılgın yaşam alışkanlıklarına bağlı sanılan hastalık insanların gözünde kişileri "rock star " havasında gösteriyordu.
Vücudun farklı bölgelerini de tutabilen hastalık (bağırsak-lenf düğümleri veya omurga) şekil değiştirerek var olduğundan keşfi de, tedavisi de oldukça zaman almış, çok ciddi sayılarda toplulukları etkilemiştir.
Tüberkülozun izlerine yazının icadından önceki mumyalarda da rastlanmıştır. II. Ramses'in ulu rahiplerinden birinin mezarında da küçük bir çocuğa ait korunmuş akciğerlerde tüberküloz izleri görülmüştür. Yunan hekim Hippokrates'in hastalığa erime anlamına gelen "fitizis" adını vermiş olmasıyla oluşan ve farklı örnekler eklenebilecek tüm bu liste bu kabus hastalığın insanlığın varolduğundan beri yakasında olduğunu anlatmama yeter sanırım.
Şimdi biraz konumuza ya da daha doğrusu benim çok ilgimi çeken bölümlere gelelim. Hippokrates hastalığın kötü havayla bulaştığına inanıyordu. Daha sonraları Aristoteles hastalığın bulaşıcı ve kötü nefes'e bağlı olabileceğini ileri sürdü.
Galenos Roma İmparatorluğu'nda tüberkülozun bulaşarak geçtiğine inanıyordu ancak etken bilinmiyordu. bu bahsi geçen süreler öyle beş on yıllık süreler değil elbette, gayet yüzyıllardan bahsediyoruz. Hani of puf covid-19 aşısını bekliyoruz, söyleniyoruz falan ya, o zaman için insan dehşete düşüyor. Sadece hastalığın nasıl yayıldığını anlamak yüzyıllar..
1650 yılında hastalığın akciğerlede bulunan tüberkül adı verilen nodüller oluşturmasından kaynaklandığını tanımlayan Franciscus Sylvius olmuş ancak o da bunun enfeksiyon kaynaklı olduğunu bulamamıştır. 1722'de bir hastanın nefesinin sağlıklı insanı hasta edebileceği düşüncesi ortaya atılmış ancak ve tam olarak bulunması için bir 100 yıl daha beklenmesi gerekmiştir.
Şaşırtıcıdır ama günümüzde hala süren tüberküloz salgınının ilk dalgası 1780 dolaylarında İngiltere'de başlamıştır.
Özellikle tekstil endüstrisindeki makineleşmeyle birlikte köylüler merkezlere göçe başladı ve nüfus sayısının artmasıyla bulaşıcılık da artmaya başladı. Gariptir ki o tarihlerde ingiltere bina vergilerini binadaki pencere sayısına göre yapıyordu ve bu durum binaların yapılırken daha az sayıda pencere konulmasına sebep oluyordu. Elbette havasız ortamlarda çalışan işçiler çok hızlı bir şekilde enfekte olmaya başladılar.
19. yüzyıldayken salgın 200 yıldır sürüyordu. Günümüz şartlarında yaşadığımız çaresizlikle karşılaştırınca zavallı insanları istemesek de anlayabiliyoruz sanırım.
Zamanın berbat koşullarını saygıyla eğildiğim Pieter Bruegel ve William Hogart'ın tablolarında net bir şekilde görebilirsiniz.
Tüberkülozun şekil değiştirmiş şeytan olduğuna inanılıyor olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Britanya imparatorluğunun en havalı Victoria Dönemi'nde hastalık sahibi kişilerde dışarıdan irite edebilecek bir görünüm oluşmadığından, bu kişiler romantik ve çekici algılanmaya devam ediliyordu. Sanırım 2001 yılında Nicole Kidman'ın da arz-ı endam ettiği Moulin Rouge filmi bir örnek olabilir bu romantizmin izlerine.
Daha da enteresanı bu dönem insanları tükürükteki kanla, mensturasyon kanı arasında kurdukları mecazi ilişkiyle hastalık, ölüm ve erotizm arasında garip bir ilişki yaşıyor ve bundan etkileniyorlardı. Yani hastalığın "rock star" imajı romantikleşmiş ama yok olmamıştı.
Tabii ki Goethe, Dostoyevski, Anton Çehov, Niccolo Paganini, Edgar Allan Poe, Kafka, Chopın ,George Orwell ve bunun gibi nice efsanelerin hayatını sonlandıran sebep olması hastalığı daha da metalaştırıyordu.
Victoria döneminde iyice hararetlenen tartışmaların başında ilk başta bahsettiğim çılgın yaratıcılık geliyordu. Aslında tıbbi olarak herhangi bir ilişki bulunamamış olsa bile kişilerin kurgu ve özellikle yazım yeteneğini en üst seviyeye çıkardığı ve en iyi eserlerini ortaya koydukları fikri çok yaygındı. Yine de tartışma konusunda eldeki kişilere bakarak insanların neden böyle düşündüklerini anlayabiliriz sanırım.
Bir hastalığın imajının bu derece ilahi olması beni hep çok şaşırtmıştır. Sık sık farklı dönemlerde hastalığın seyri yok yahudilerden bulaştığı, yok sefil ve fakir insanlardan bulaştığı gibi ırkçı yaklaşımlar ile gündeme gelmiş olsa bile bu imajından hiçbir şey kaybetmemiştir.
Eski Türk sinemasında sıkça karşılaşılan senaryolardan olarak görmemizin sebebi de bahsi geçen romantizm olsa gerek.
Tüm bunlar geride kalmış gibi görünse de bugün bile (tüberkülozun nedeninin bulunmasından yaklaşık 125 yıl sonra) bizi etkilemeye, ve tehdit oluşturmaya devam etmektedir.
Tüberküloz her zaman kenarda uyuyan bir dev olarak hayatta kalmaya ve farklı toplumlarda yaşamaya devam edecek. Günümüzde bakterilere karşı verdiğimiz savaşı antibiyotiklerle kazanmış gibi görünmemize rağmen hala dünyada tüberkülozdan bu derece çok insanın hayatını kaybetmeye devam etmesi bu hastalık karşısında pek de büyük bir başarı elde etmediğimizi kanıtlamaktadır.