-
1917'de basılan markens grøde** ile 1920'de nobel edebiyat ödülü kazanmış norveçli yazar knut hamsun'un en bilinen romanı. kulzos kitap topluluğu'nun haziran ayında belirlediği okunacaklar listesindeydi (kulzos kitap topluluğu/#148448). azıcık gecimeli de olsa okuyup bitirebildim.
öncelikle, romanın edebi yoğunluğundan ziyade, felsefi yoğunluğundan bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. romanı çok sık duymuş ve okumayı hep ertelemiş biri olarak beklentim, romanın 3. tekil kişi olarak yazıldığı, açlığın fiziksel sonuçları üzerinden ilerlediği ve felsefi detaylarının yoğunlaştırılmadan, dönemin genel bir norveç entelektüel ortamı çerçevesi çizilerek anlatıldığı yönündeydi. henüz ilk sayfalarından bu beklentimin oldukça değiştiğini itiraf etmeliyim. roman, kendinden bahseden, çeviri, makale ve köşe yazısı yazarak hayatını devam ettirmeye çalışan, oldukça yoksul bir fularlıyı merkezine yerleştiriyor. eğer 1. tekil şahıs kullanımı oldukça yoğun olan hikayeleri sevmiyorsanız, açlık'ı da sevmezsiniz. ana karakterin çevresel betimlemelerden ziyade, çevresindeki insanları çözümlediği sayfalar zihin açıcı olsa da, benim gibi genel betimlemeleri seven okurlar için kendisini insan sarrafı olarak gören ana karakterden soğumaya neden oluyor. anlatım olarak hoşunuza gidiyor ama belli bir yerden sonra "sanki sen de çok bi' şeysin" diyebiliyorsunuz anlatıcıya*.
fazlasıyla ön yargılı, çevresine her zaman estetik bir duyarlılıkla bakan, para kazanıp öncelikle karnını doyurma ve barınma sorunları halletmekle uğraşıp duran anlatıcının temas kurduğu insanları çözümlemeleri gayet derin. bir parkın bir bankında yan yana oturduğu ve entelektüelliğiyle rahatlıkla ezebileceği (ve ezdiği) bir adamı çözümlediği sayfalar beni şaşırtmıştı: kendisini övmek için ev sahibinden bahsediyor, yanındaki adamın gözleri büyüyüp şaşırdıkça gerçekleri kırpıp büyütmeye veya devasalaştırıp değiştirmeye başlıyor. bu durum hoşuna gittikçe, yanındakinin her şeye inanması sinirini bozuyor. son olarak, adama adeta "söylediklerime inanmıyorsan, bak şurdan sktir git" anlamına gelen bir söylev ptlatıp yanındakinin utançtan kıpkırmızı olarak olay yerinden uzaklaşmasını burnundan soluyarak izliyor. romanın 19. yüzyıl eseri olduğunu unutmadan okuduğunuzda, gerçek "sözel kavgalar"ın içinin ne kadar dolu olabileceğini, bu doluluğun çevresinde dahi gezemeyen az birikimli insanların hangi boyutta yerin dibine girebileceğini (ya da sokulabileceğini) de gözlerinizin önüne getirebiliyorsunuz. bu yönden, dönemin entelektüel birikimi konusunda da güzel ipuçları veriyor roman.
romanın türkçe çevirileri her yerde bulunabilir halde ancak e-kitap olarak biraz sıkıntılı. bunun nedeni, açlık'ın e-kitap versiyonlarının farklı sayfa sayılarından oluşması. bulabildiğim 4 e-kitap, kapakları da dahil olmak üzere, sırasıyla 308, 93, 163 ve 101 sayfaydı. gidip bi' sahaftan 1992 baskılı, ahmet cemal çevirili halini 10 liraya satın aldım. görsel yayınlar'dan çıkmış açlık , buram buram "iyi çeviri" kokuyor tabii. ahmet cemal'in önsözü dahil 234 sayfa.
felsefik çözümlemeleriyle doyurucu, anlatıcının kendisini sorguladığı anlarla keyifli, "az entel, hiç enteldir" bakış açısına sahip anlatıcının çevresindeki insanları oldukça keskin biçimde eleştirdiği cümleleriyle okurken yutkunması zor bir roman. yukarıda da yazdığım gibi; hikaye okumayı seven ve herhangi bir yazının bir sonuca bağlanmasını ümit ederek okuyanlar içinse, pek sevmeyecekleri bir roman bence. eğer hamsun nobel ödülünü açlık'la kazanmış olsaydı, ben de büyük hayal kırıklığına uğrardım. sonuçta, 19. yüzyıl'ın estetik anlayışıyla yoğrulmuş, çevresel etkenlerin güdümünden iğrenen bir bakış açısının hem fiziksel hem de ruhsal açlıkla terbiye edilmesini deneyimlemek isterseniz, hamsun'un açlık'ını okumanızı öneririm. -
1890 yılında yayınlanan, bir Behçet Necatigil çevirisi olan açlık "Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir Kristania'da aç acına sürttüğüm günlerdeydi." diye başlıyor.
Hamsun'un Açlık'ında kahramanı, 19. yüzyılda yaşayan aristokrat bir züppenin stresli ve gergin bir sefile dönüşmüş hali ile tanımlamak uygun olur sanırım. Kahraman isimsiz olduğu için ben ona "şehri gözlemleyen kuş" ismini yakıştırdım.
Açlık' ta aç ve evsiz bir yazarın hayatta kalma mücadelesini okuyoruz. Paranoyak ve umutlu kişilik arasında gidip gelen bir adam...
Hayatta kalması, paraya, kapitalist düzen ürünü olan ticarete, geliri de yazma becerisine bağlıdır. Ama yazılarını gazetelere kabul ettirememesi ile maruz kaldığı açlık ve barınma ihtiyacı sağlıklı düşünceler beslemesini zorlaştırıyor. Yaşadığı bunalımla ilgili eleştirilerini toplumsal düzen yerine ilahi dünya düzenine yüklüyor.
İlk başta çalışmaları kabul ediliyor. Bu gelişme birkaç günlük konaklama için ona yeterli para ve bir süre toparlanma fırsatı veriyor. Ama bir daha asla sokaklarda olduğundan daha umutlu yaşayamıyor ve böylece yeni bir sefalete hapsoluyor.
Hamsun'un zorluklar içinde sürmüş yaşamını okuyunca romanda yazılanlara "bir bilinç akışı" yorumunu getirmek hiç de yanlış olmaz. Yakından şahit olduğu sosyal adaletsizliği isimsiz kahraman üzerinden çok da güzel anlatmış bence.
açlık gibi sosyal olguların, bir insanın ruhuna olan etkilerini en iyi örnekleyen romanlardan. Hafızamki sembolü ise "battaniyeli adam" olarak kalacak.
kulzos kitap topluluğundan... -
nobel ödüllü norveçli yazar knut hamsun tarafından 1888 yılında yazılmış roman. bölümler boyunca işsiz güçsüz yoksul bir gencin açlıkla mücadelesini anlatır. öyle böyle bir açlık değil ama. kronik. okurken duvarları yiyesi geliyor insanın. -
bir knut hamsun romanı.
eğer yanılmıyorsam knut hamsun'ın nazileri desteklemesi üzerine norveçliler teker teker gelip bu romanı knut hamsun'ın evinin önüne bırakıp sessiz bir protesto yapmışlardır.
bir yazar olsam ve böyle bir protestoya maruz kalsam çok kötü hissederdim açıkçası. "eee banane? kitabın parasını vermişler." diyemez bir yazar kolay kolay. -
nobel ödüllü Norveçli yazar knut hamsun'un en ünlü romanı. Roman aynı zamanda knut hamsun'un hayatından izler taşıması sebebiyle otobiyografik bir özelliğe de sahiptir. Okurken şahsen beni en çok etkileyen de bu gerçek yönü oldu.
-- spoiler --
romanda, parasızlıktan günlerce aç kalan, ormanda sabahlayan, yavaş yavaş gururunu kaybetmeye ve kendini bir dilenci gibi hissetmeye başlayan bir yazarın hayatından kısa bir kesit anlatılıyor. Yazarın günlerce aç gezip açlıktan çıldırmaya başlaması, buna rağmen gururunu korumaya çalışıp emanet battaniyeyi rehinciye vermemeye çalışması ve bu süreçte yaşadığı çatışmalar okuyucuyu da çıldırtıyor. insanın tüm iştahı kaçıyor bu romanı okurken.
-- spoiler --