ilkokul 5'te miyim neyim. hani şu sınıflarda dersleri düzelsin diye tembel öğrencileri görece çalışkan öğrencilerle aynı sıralara oturtup, bu sayede tembel öğrencilerin derslerininde başarılı olabileceğine inanılan o tuhaf furyanın yaşandığı zamanlar...
biz de nasibimizi bulduk tabi. atanamadığı dönemlerde sırf sıkıntıdan başladığı bilimum dövüş sporlarında siyah kuşağı olan sınıf öğretmenimiz aktif agresif nihat efendi; tembelleri çalışkanların yanlarına serpiştirdi. sen bura, sen şura, sen hora derken bana da memet ali düştü.
''memet ali; fikirleri, gerçekleştirme aşamasına taşımada yaratıcı çözümler sunan tutkulu bir profesyoneldi." şaka la şaka. sığırın tekiydi amına koyim. malın önde gideni bayrak tutanıydı hatta. yine bizimle aynı sınıfta ki, sümüğünü iki parmağının arasında top yapıp millete fırlatan piç ibonun abisiydi. ula ibo bile benden iki yaş büyüktü. bu mal da ibodan üç büyük, oldu mu sana beş. şimdi yav ilkokulda nasıl oluyo da senden beş yaş büyük herifle aynı sınıfta okuyosun deme ki bana da, ben de zamanında devletin mecburi eğitim ile ilgili adımları çok geç atmasından mütevellit aynı sınıfta eğitim gören öğrenciler arasında oluşan yaş farklarından bahsedip kafanı şişirmeyeyim bebişim.
neyse, işin ucunda ödül de var zaten.(hoca başarılı olanları arkadaşının at çiftliğine götürcem falan demişti. ata mı binecektik yoksa atlar mı bize binecekti inanın tam hatırlamıyorum) ders ayırt etmeksizin it gibi çalıştırıyorum bunu. diyorum bak böyleyken böyle, böyleyken yine böyle. yetmiyo evine bile gidiyorum. gece mi gündüzüme katıyorum memet ali için. görev bilinci benliğimi esir almış adeta. hem cinslerimin biyolojik sebeplerden ötürü fiziki değişimler yaşayan karşı cinslerimle ilgilenirken, ben bu memet ali denilen evrim antiteziyle ilgileniyordum. ama inanır mısın ahretlik zerre ilerleyemedik. hatta ben geri gittim. abaküs kullamaya başladım toplama yaparken, sayfanın kenarına ''elde var 1'' yazmaya başladım amına koyim.
acaba faydası oldu mu onca zahmetin diye hoca sınıfı matematikten yazılı yaptı. ben hemen yaptım bitirdim tam çıkıcam baktım bu hıyar yazılı kağıdının ''cevaplar'' kısmına bi elini koymuş, diğer elindeki kalemle de parmakların arasından elini çiziyo, gölge çalışması yapıyo mal. onca çabamın boşa gittiğini gösteren o karanlık tablo derinlerimlerde içime gark ederken, ani bi kararla ''sikerim lan gitcem o at çiftliğine" diye isyan ederekten çaktırmadan bunun kağıdıyla benim kağıdı değiştirdim. soruları biraz eksik biraz da yanlış işlemle yaptım. ''itlik yapacaksan bile usturuplu yap'' felsefemin bilinen ilk eseri o yazılıdır. hoca uyanmasın mevzuya, başımıza iş almayalım korkusu de istersen sen buna.
neyse, yazılar okundu. ben 95 aldım memet ali de 60. kalan tembellerin hiçbiri memet ali'ye yaklaşamamış bile. hepisi fiyasko. teori de memet ali de fiyasko ama not geçerli hoca için, banane. tam bu anda başarımın verdiği hazla atları düşünürken nihat hoca yanımdaki memet ali'ye oturduğu sandalyeden o can alıcı soruyu sordu:
+lan bak çalışınca oluyomuş deil mi memdali?
-yo örtmenim uğur yaptı benim kağıdımı..
abaaooouuuvvvvv
ağzımdan aşağı kaynar su döktüler sanki. yine de buz kestim. aynı anda da terliyorum. ilerde ilk kez aşık olduğumda hissedeceğim o tuhaf duygu pornosunun bir yaklaşığını hissettim yemin ediyorum. nihat hoca'nın oturduğu sandalyeden oturduğumuz sıraya geleni kadarki o kısacık aslında uuuuupuzun yolda hemen solumdaki kalorifer peteğine kitlendim. geldi yanıma ayağa kalk dedi. tam götü sıradan ayırdığım hafiften ayağa kalktığım anda tepemden aşağı yumruğunu çotanakkk efektiyle çivi çakar gibi vurdu it oğlu it. sonra dövmeye devam etmiş ama ben ilk darbeden sonrasını hatırlamıyorum. arkadaşlar bahsetti sonra bana en az 4 dalda oscarlık, nefes kesici, yer yer dehşete düşüren bir dayak sekansı olduğundan. baygın düşüp izleyememek içimde ukte olarak kalmıştır hep..
tenefüste memet ali'nin yanına gittim. yediğim dayağın hasebiyle, ''niye söyledin kağıtları değiştirdiğimizi mal'' diye atar yaptım. ittim bunu hatta. kime atar yapıyon amk. herifin beyin yaşı 3.5 ama fizik yaşının maşallahı var. bu da aldı beni eline, pat küt pat küt bahçede girişti . arada ibo da fırsattan istifade sümüğünü üzerime sildi. allahtan nihat hocadan yediğim dayağın üzerinden fazla geçmemişti de çok etkilemedi beni memet ali'den yediğim dayak. ısınmış olarak çıkmıştım herifin karşısına yani, hiç dayak yememiş olarak çıksam canım çok yanardı eminim.
nisan-mayıs'da denize girmeye benziyo bu biraz . hani baştan bi üşürsün ''kim soktu lan beni bu havada suya'' diye çığrınırsın sonra da alışırsın ya, öyle bir şey. nisan gelse de deniz girsek lan keşke. dondum amk buz gibi rüzgarı yemekten. temmuz-ağustos da çok sıcak oluyo hiç çekilmiyor. aslında sıcak değil de nem kötü. nem olmasa sıcak o kadar şey yapmıyo . nem çok kötü ama.
çocukların okuması için 100 temel eser belirlenir. sonra bu eserlerin listesi yayınlanır. listedeki eserlerin bir çoğu* telif hakları yasasının koruması dışında kaldığı için yayınevleri tarafından kesilir, biçilir, ne idüğü belirsiz kişiler tarafından özetlenir, yeniden yorumlanır ve çocuklarımızın önüne konur. bu eserleri kendileri de okumamış olan veliler kitapçılardan alıp çocuklarının önüne koyar. böylece herkes savaş ve barış'ın rusya'da geçtiğini bilir.
habire değiştirerek "eğitim problemi"nin aşılabileği düşünülüyor. bunu her akşam sağlıklı yeme planı yapan ama buzdolabında şeker, makarna, ekmek dışında besin olmayan bir obezin kendini kandırarak uykuya dalmasına benzetiyorum. zaten o besin mucize eseri dolabında bitse, yağa şekere boğmadan pişirmeyi de bilmiyor. yeşilleri çürütüp dürüm-şöbiyet söyleyecek.
herkes bir finlandiya sistemidir tutturmuş. bilen vardır, finlandiya'da hiper modern bir yaklaşımla "ders" mantığını kaldırma yolunda ablalar. "mutfak" diye bir blok oluyor, o haftalarda mutfağa giriyorlar. doğru malzeme ile, mutfağa giren her öğrenciye kesirlerden coğrafyaya, fizikten siyasete ne varsa öğretirsin, öğretiyorlar. buyrun "finlandiya mucizesi"
peki malzeme ? kendi hayatımdan iki örnek vereyim: abilerim kredili denilen sistemle okudular liseyi. son derece modern, öğrenciye insan muamelesi yapan bir sistemdi. çalışkan, zaman planlamasını yapan çocuk liseyi 2.5 yılda bitirebiliyor, üniversite sınavına hazırlanmak için sahte raporla bok püsürle uğraşmıyordu. üstüne üstlük öğrenci en renkli yaşlarında tek yönlü olmaktan kurtuluyor, okuduğu alana girmeyen ama ilgi duyduğu dersleri programına ekletebiliyordu. harika değil mi ? gidin araştırın "kredili sistem" deyince "mağdurları" dışında bir sonuç gelecek mi ? öğrenciler dersleri blok almadığı için okuldan kaçmayı, "ne de olsa tek kredi" diye diye dersleri bir bir bırakmayı o kadar normal hale getirdi, okul yönetimleri ve rehberlikçiler öyle kör cahil ve ilgisiz kaldı ki, eroinman nüfusun yirmiye katlanmasından korkup paldır küldür eskiye döndüler.
avruda'da hayatımı kurtaran kısa eğitim maceramda (bkz türkiye eğitim ve öğretim sisteminin sorunları ve çözümleri/#56362 ) -kredili sistemle okurken- belki on kere "hadi okulu asalım lan" deyip "salak galiba" bakışı yemişliğim vardır. zor yok, sopa yok, bebelerin en salağı bile asgaride okulun gereğine yararına inanmış. benim gibi salak da değiller, kimseye "salak" demiyorlar. matematik yapamayan tarihin önünde mecburiyetten yığılmamış, kral gibi araba tamir ediyor.
dikkat edin, kredili örneğindekiler bundan yirmi sene öncesinin çocukları. şimdikilere kıyasla askeri okul öğrencisi sayılırlar. abartmıyorum, şu anda -hani sözümona haylaz- hababam gibi sınıf bulsa secde edecek hocalar var. günümüzdeki manzarayı, öğrencisiyle - öğretmeniyle o finlandiya'nın mutfağına soksan içinden ne çıkar ülgen aşkına deyiverin.
benzer şekilde, finlandiya, uyguladığının tam zıttı "back to basics" ekolüne dönse, okulları japon dersanesi yapsa -hani daha tatsız olur ama- ne kaybeder ? adam mutfağa girince coğrafa gören matematik öğretmenini (doğru yazdım, aynen böyle) yetiştirmiş. onun önüne yakışan bebeyi koymuş. malzeme tam, donanım tam, aşçı on numara, bifteği karamelize sosla mı verelim alevli köylü usul mü diye tartışıyor, biz et yiyor diye kıskanıyoruz.
üniversitelerde verilen eğitim ayrı bir başlığın konusu, ben burada ilk öğretim sistemini ele alacağım.
eğitim sisteminin yetersizlikleri, eğitim kadrosunun kalitesi, öğretmenlerin geçim sorunu, müfredatın yetersizliği, devlet okulları, kolejler, öğrenciler arasında fırsat eşitliği gibi konularda çok şey söylenebilir ancak kimse esas meselenin farkında değil: bu sistem çocuklara köleliği dayatıyor.
eğitim sistemini köleliğe benzetirken hiç de abartığımı düşünmüyorum.en aktif olmaları, oyun oynamaları, yaşıtlarıyla etkileşim kurmaları gereken bir zamanda çocukları sıralarda oturmaya zorlayan ve kendilerine hiç bir faydası olmayacak saçma sapan bilgileri öğretmeye zorlayan bir sistemin kölelikten bir farkı var mı?
bazen sabahları okul servislerinde çocukları görüyorum, daha gözünü açamamış yavruların o haline acıyorum. O çocuğun o saatlerde uyumaya, annesiyle vakit geçirmeye, daha sonrasında oyun oynamaya ihtiyacı varken onu bir odaya kapatıyorsunuz, bir sandalyeye bağlıyorsunuz ve kendisini hiç ilgilendirmeyen, ona hiç bir faydası olmayan, dahası hiç bir zaman öğrenemeyeceği bilgileri beynine zorla sokuşturmaya çalışıyorsunuz ve güya bunu onun iyiliğine yapıyorsunuz. Şu çocuklara bir bakın, onlarla bir konuşun, tek bir tanesi bile mutlu görünüyor mu? Hepsi nasıl da tatili iple çekiyor. Bu çocukları bu kadar mutsuz olacakları bir ortama kapatıp nefret ettikleri şeyleri yapmaya zorlamaya hakkınız var mı gerçekten? eğitim adı altında olmasa şu yapılanlar herkesi dehşete düşürür, insanlar bu haksızlığa isyan ederdi. Ama adı eğitim olunca herkes herşeyin olması gerektiği gibi olduğuna yürekten inanıyor.
ilk ve orta öğretimde gerçekten gerekli bilgiler öğretilse, onun dışında çocuğa ahlaki gelişimi için gereken terbiye verilse ve bunları yaptıktan sonra mümkün olduğunca yaşına uygun aktivitelere yönlendirilse diyeceğim hiç birşey olmazdı. ama sizin yaptığınız çocukları sıralara bağlayıp, hiç bir zaman anlamayacağı anlasa bile hayatında hiç bir zaman kullanmayacağı bir yığın saçmalığı dayatmak.
ilk öğretim yıllarında öğretilen bilgilerin gerekli olduğunu söyleyebilir misiniz? hepimiz bu süreçten geçtik, kendinize sorun okul yıllarında öğrendiğiniz bilgilerden ne kadarını hatırlıyorsunuz? Peki hatırladıklarınızın ne kadarı nerede ne işinize yaradı?
bu çocuklara hiç bir zaman görmeyecekleri dağların ovaların akarsuların isimlerini ezberletiyorlar, bilmem hangi padişahın bilmem hangi tarihte nasıl tahta çıktığını, hangi seferinde nereye saldırdığını anlatıyorlar, havuz problemleri ile körpe zihnini yoruyorlar. liseye geçince bu saçmalıklar artarak devam ediyor. İşi türev, integral, çemberin analitiğini öğretmeye kadar götürüyorlar. bunlar gerçekten bu çağdaki bir çocuğun bilmesi gereken şeyler midir?
bu kölelik, okuldan çıkınca bitse yine iyi. bir de bunun ev ödevi, ders sonrası etütü, dershanesi, özel dersi var. Peki Bu çocuklar çocukluklarını ne zaman yaşayacaklar? Ne zaman top oynayacak, arkadaşlarıyla buluşacak, ailesiyle vakit geçirecek, belki kendi seçtikleri bir kitabı okuyacaklar?
sonra bir dolu ideolojik şartlandırmayla tertemiz zihinlerinde her türden yalanı dolduruyorlar. Bu çocukları hikayeler ve uydurmalarla aptala çeviriyorlar.
modern dünyanın en büyük çılgınlığı eğitim adı altında çocuklara yapılanlardır. Aileler çocuklarının en iyi eğitimi aldığını, Yöneticiler en doğru sistemi kurguladıklarını, eğitimciler görevlerini en iyi şekilde yaptığını düşünürken çocuklar gerçekte köleliğe zorlanıyor.