jan guillou'nun aynı isimli roman ından uyarlanan, daha sonra 1408, the rite ve escape plan gibi yüksek bütçeli hollywood filmlerini de yönetmesi istenecek isveçli yönetmen mikael hafström'ün 2003 yapımı filmi. film 2004 oscar ödülleri'nde "en iyi yabancı film" dalında aday da olmuş ama heykelciği garip hikayeli, komedi filmi les invasions barbares'e kaptırmış. aslında oscar adaylığı da fazla olmuş bence. film güzel ama o kadar da değil.
ergenliğini yaşayan, şiddetin her türlüsünü kanında taşıyıp hayatına da yasıtan, liseli "erik ponti"'nin 1 yılını anlatıyor. filmin açılışındaki ilk 10 dakika gerçekten çok güzel. erik'in hayatının nasıl olduğunu, kafasının içinde neleri düşündüğünü ve öğrenim hayatının pamuk ipliklerine bağlı olmasının kendisini nasıl şekillendirdiğini nefis anlatmış hafström. geri kalan kısmında tempo biraz düşse de ve erik'ten daha çok, isveç'in özel ve yatılı okullarındaki hiyerarşiyi gözümüze sokmaya yer vermesi yer yer amacını aşsa da, şiddetin hayatta durması gereken yeri göstermesi açısından değerli nüveler var. okullardaki kabadayılığın gençlerin gelecekteki yaşamları üzerine yaptığı etkiyi geniş geniş gözlemlemek mümkün.
filmin şiddetle olan bağlantısını isveç özelinden olduğu kadar, yetişkinler üzerinden de okumak mümkün. belli kurallara sahip olmasını derebeyliğe dönüştüren, bu kuralları kendi çıkarları uğruna esnetmeyi bile "onur"la ilişkilendiren orta ve üst ekonomik sınıfa dahil insanların kafalarının içinin kokuşmuşluğu zaman zaman kanımı dondurdu. romanın gerilim yönünün daha fazla olduğunu düşünüyorum ve hafström bu gerilimi filme yansıtmaktan kaçınıp dram üzerinde durmuş. bu da, ilk bakışta bir gençlik filmi ortaya çıkmasına neden olmuş. gene de filmi oldukça başarılı buldum ben.
andreas wilson'ın temiz yüzlü, adalete inanan ve kafayı kırınca kendinden geçen erik ponti rolü gerçekçi olmuş. ayrıca linda zilliacus'un garson marja rolü de sınıfsal ayrımın üzerini okşaması sebebiyle değerli. hafström'ün oyuncu seçimlerini bilinmedik ve yerel oyunculardan yapmasını da sevdim. filmin oscar adaylığı da, içindeki birçok oyuncunun oyunculuk kariyerlerini olumlu yönde etkilemiş.
bizim de içinde bulunduğumuz bataklık coğrafyası için oldukça normal görülebilecek ama şiddetin her türlüsüne karşı dimdik durma gerekliliğini gayet çarpıcı bir örnekle gösteriyor bu film. hayatının bir döneminde yatılı ya da ailesinden uzakta okumuş, aile içinde ciddi sorunlar yaşamış erkekler üzerinde ciddi etki bırakabilir. gerçi, belli yaşın üzerindekiler için "kemikleşmiş nasırları kaşımak" pek acıtmayacaktır. ben de acı acı gülümsedim çoğu sahnede. filmin ana fikrini de akılda tutmak; ve hatta hayata yaymak gerektiğini düşünüyorum: kötülüklere karşı dişe diş, kana kan mantığı hiçbir zaman etkili olmayacaktır.