'80'ler ve '90'larda yönettiği polisiye dizilerle gırla emmy kazanan (nypd blue ve hill street blues) gregory hoblit'in yönetmenlik koltuğunda oturduğu, babası amerikan başsavcılarından olan yazar john katzenbach'in aynı adlı romanı ndan uyarlandığı öne sürülen, gişede 70 milyon dolarlık bütçesini bile çıkaramayıp batmış, 2002 yapımı savaş filmi.
film 1944-1945 yılları arasında geçiyor. genel olarak, almanların savaş esiri olarak bir kampta tuttukları amerikan askerlerini anlatıyor. tek başına bir hikaye tutarlılığından bahsetmek güç olsa da, colin farrell ve bruce willis'in başrolleri filmi sürüklüyor. nazilerin rus ve amerikan askerlerini esir aldıklrındaki ikiyüzlü tavırlarını doğrudan gerçekler üzerinden anlatması önemli. kanıtlanmış istatistiki bilgilerden hareket edildiği görülebiliyor (naziler esir aldıkları rus askerleri genellikle aç bırakırken, amerikan askerlerine iyi bakıyorlar. zaten 2. dünya savaşı'nda orta avrupa'da ölen amerikan askeri sayısı çok az. esir kamplarında ölen rus askeri sayısı ise, aktif savaşta ölenler kadar var). esir kampında 2 hikaye iç içe giriyor: amerikan askerlerinin kendi aralarındaki ilişkiler ve nazilerin söz konusu amerikan askerlerine karşı tutumu. odaklanılan dış halka nazilerin tutumu olurken, film amerikalıların iç sorunlarına vurgu yapmaya başlıyor. bundan sonrası bir 2.dünya savaşı anlatısı şeklinde değil, tümüyle ırkçılık üzerinden ilerliyor.
filmin kötü eleştiri alarak batmasının 2 temel nedeni var:
1- yapımcıların senaristlerden sürekli talep etmesine rağmen, katzenbach'ın romanını okuyup kurguyu tamamlayan senarist yok. yani, film romandan uyarlama değil aslında. filmin senaristlerinden biri olan "billy ray"'in bu konuda gırla açıklaması olmuş. "kurgunun bitmesine az kalmışken romanı elime aldım. "david foster" (filmin yapımcılarından biri) bu işe dahil olduğumdan beri romanı okumam için başımın etini yiyordu. artık çok geçti, okumadım" açıklaması bile var. filmin pr'ının roman üzerinden yapılmamasının nedeni de bu; zaten alakası yok.
2- seaquest dsv dizisinin taşıyıcı kolonu olan, kendi yaş grubu içinde "gelecekte star olacak" denilen jonathan brandis'in hayatına mal olmuş bir film bu. brandis'in canlandırdığı "er wakely" karakterinin filmdeki yan karakterlerin en çok öne çıkanı olduğu bilgisi var ama sorun şu ki, brandis'in sahnelerinin hemen hemen hepsi kesilip filmden çıkartılmış. duruşma sahnesinin sonlarında bir karede gördüm ben kendisini, bunun dışında filmde adı bile geçmeyecek halde. brandis'in yakınlarına "içime çok sindi" dediği filmde sahnesi bile yok yani. brandis bunu gördükten sonra depresyona giriyor, alkolizm de depresyonuna eşlik ediyor. filmin amerika'da vizyona girmesinden neredeyse 2 yıl sonra da kendini asarak intihar ediyor. hart's war'un brandis için öneminin çok olduğunu, filmde görünmemesinden sonraki dönemde kariyerinin bittiğini, sosyal hayatında da bocalamaya ve içine gömülmeye başladığını anlatan arkadaşları var. filmin brandis'le ilgili bu ayrıntıları magazinel olmaktan çok, arkadan iş çevirmeye benziyor. brandis'i araştırırken aklıma, constantine'deki sahnelerinin hemen hemen hepsi silinen michelle monaghan geldi. brandis'in yaşadıklarını yaşamasına rağmen, hayattan kopmadığına sevindim. brandis'le ilgili en geniş türkçe açıklamayı ekşi'de buldum. entry 'yi okumanızı öneririm.
filmin olmamışlığı, tek başına romandan uzaklaşmasıyla açıklanabilir düzeyde olsa da, doğrudan uydurma bir hikaye olarak düşünüldüğünde vasata yakın bir seviyeye çıkabiliyor bence. farrell'ın filmi bir esir kampından duruşma salonuna çevirdiği sahneler, willis'in bazı yerlerde kasıntı olsa da çevresindeki askerlere hükmedişinin gerçekliği ve tabii ki nazi albayı visser'i canlandıran, almanca ve ingilizcesi müthiş marcel iures'in "yan karakter dediğin böyle olur" oyunculuğu çok önemli. film çekilirken 25 yaşında olan avatar jake'imiz, perseus'umuz sam worthington'ın da filmde minik bir rolü var (adam çokgenç miş ya).
hart's war'u bir savaş filmi değil, ırkçılık ve milliyetçilik üzerine pollyannavari bir anlatı olarak düşünürseniz gideri var. aksi takdirde, amerikanizm'in nazi soslu halini izlerken, "zaman kaybı" etiketini yapıştırıverirsiniz filmin götüne. biraz spoiler yeme riskini göze alarak, fragman ını izleyip kendiniz karar verin bence.