çok iyi şiirleri olmasına rağmen her zaman oyun yazarı olarak gördüğüm bir büyük insandır. o'nun büyüklüğü, tiyatro teorisinin temeli olan ve birkaç istisnayla kendisine gelene kadar bütün tiyatro yazarları, yönetmenleri ve teorisyenleri tarafından kabul gören iki bin beş yüz yıllık aristotelesçi tiyatroyu "yıkması"ndan kaynaklanır. marx'ın hegel'in baş aşağı duran teorisini ayakları üzerine oturtması gibi brecht'in de aristoteles'in teorisini ayakları üzerine oturttuğu söylenebilir. aristoteles tiyatro gerçekliğin yansıması olduğunu savunurken, brecht tiyatronun yansımanın gerçekliği olduğu iddiasındadır. aristoteles, izleyicinin oyuncuyla ve oyunla özdeşleşmesini hedefleyerek onu adeta "hayal dünyasına" sokar. o'nun seyircisi edilgendir. brecht de özdeşleşmeyi bütünüyle reddetmez ama oyunun dramatik yapısını bozar, oyun içinde oyun kurarak veya öykü anlatıcısına çeşitli yorumlar yaptırarak kullandığı yabancılaştırma efektleriyle izleyiciyi "uyanık" tutar, hayattan koparmaz, izleyicinin oyunu izlerken dahi yorum yapmasına olanak sağlar. sinemada da bu tarzı benimseyen yönetmenler var. örneğin theo angelopoulos brechtyen ekolün sadık ve çok iyi bir uygulayıcısıdır. brecht, özdeşleşmeyi kırmak için eski çin tiyatrosunun geleneğinden yararlanır. brecht'in tiyatro anlayışı için "tiyatro için küçük organon" ve "epik tiyatro eserleri" okunmalıdır. bunları okumadan da ilk dönem tiyatro oyunları dışında kalan eserleri okunursa da yazarın teorik anlayışı anlaşılır sanırım. hepsini okumak/izlemek en iyisi tabii.
tiyatro oyunları ilk olarak mitos boyut yayınları tarafından on bir cilt olarak basılmıştı. sonra yayınevine ilişkin problemler ve orijinal eserlerin on ciltte toplanmış olması gerekçesiyle agora kitaplığı brecht'in tüm eserlerini basacaktı. dokuz cilt basıldı. onuncu cilt yıllardır basılmadı. tembel bir insan olduğumdan dokuz ciltte tüm eserlerin toplanıp toplanmadığını, onuncu ciltte basılması gereken son birkaç eserin eksik kalıp kalmadığını kontrol etmedim.
tiyatroya politik yaklaşım bakımından erwin piscator brecht'in öncülüdür. epik tiyatro kavramını ilk olarak kullanan da kendisidir. brecht'in farkı, meseleye biraz daha derin ve sistematik yaklaşmasıdır. sanat çevreleri dışında brecht'e göre daha az bilinen piscator en az o'nun kadar önemli ve büyük bir sanatçıdır. ayrıca piscator; nazilerin 1933'te yasakladığı, 1956'da federal anayasa mehkemesinin kapattığı almanya komünist partisinin(kpd) üyesidir. brecht çok yakın olmakla birlikte kpd'ye ve o'nun halefi sosyalist birlik partisine üye olmadı. 1933 yılında nazilerin iktidarını güçlendirmesinin ardından danimarka, finlanda ve abd gibi ülkelerde göçmen/siyasi mülteci olarak yaşamak zorunda kaldı.
abd yıllarını "cehennem" olarak tasvir eden yazar, abd temsilciler meclisinin amerikan olmayan faaliyetlere ilişkin komitesinin(huac)[*] 1947 yılında hollywood'da yürüttüğü soruşturmadaki on bir dostane olmayan tanıktan(unfriendly witness) biridir. bunlar; abd anayasasının ilk değişikliğinin(first amendment) düzenlediği ifade özgürlüğü ilkesine dayanarak komite önünde ifade vermeyeceklerini belirtmiştir. komite üyeleri tanıklara, geçmişte veya soruşturmanın yapıldığı gün abd komünist partisine(abdkp) ve o'nun cephe örgütlerine üye olup olmadıkları, bunlara üye olduğunu bildikleri kişilerin isimleri vb. sorular yöneltiyorlardı. brecht, abd vatandaşı ve abdkp üyesi değildi ve bir an önce abd'den ayrılmak istiyordu. abd makamları ülkeden çıkabilmesi için ifade vermesi gerektiği haberini ulaştırdılar. o da ifade verdi ama komiteye boyun eğmedi, hiç kimseyi ihbar etmedi.[**] çok kısa bir süre sonra da sosyalist almanya'ya(alman demokratik cumhuriyeti) göç etti.
sosyalist almanya'ya geçen brecht burada hayat eşi ve mücadele arkadaşı helene weigelle birlikte berliner ensemble'yi(berlin topluluğu/berlinli toplululuk) kurdu. uzun bir süre sadece brecht'in oyunlarını sahneye koyan topluluk '70'li yıllarda başka yazarların da eserlerini sahneye koymaya başladı. brecht 1956 yılında geçirdiği kalp krizi sonrasında elli sekiz yaşında hayatını kaybetti. düşüncesi ve eserleri ise ölümsüz.
* çevirilerde bu komitenin adı "amerikan karşıtı" olarak geçiyor. çeviri mealen doğru olmakla birlikte, karşıt anlamına gelen "anti"nin aksine "un" eki olmayan anlamına geliyor. dolayısıyla bu yönde bir çeviri, abd burjuvazisinin temsilcilerinin sosyalizmi/komünizmi amerikan olmayan bir üretim tarzı olarak görmesi kibirinin üzerini örtüyor.
** diğer on tanık ise abd vatandaşı ve abdkp üyesiydi. dolayısıyla onlar ifade vermeyi reddettiler ve değişik uzunlukta hapis cezası aldılar. onlara hollywood onlusu adı verildi. sonradan ifade verip arkadaşlarını ihbar eden biri hariç hollywood'un onuru oldular. dönemin en yetenekli senaristleri ve yönetmenleri arasındalardı. abd'li stüdyo patronları tarafından kara listeye alındılar ve yıllarca hollywood'da iş bulmaları engellendi. kimisi meksika'ya göç etti kimisi takma isimlerle senaryo yazdı. aralarından takma isimle senaryo yazıp akademi ödülü alan da oldu.
Alman şair, tiyatro yazarı ve yönetmenidir. Diyalektik yöntemi yaşamının merkezine koyan Brecht kendini anlattığı şiirinde “geçici bir kuşaktık” der ve maddi yaşamın geçici bir süreç olduğu ve değiştirilebilir olduğunu hatırlatır. Politik tiyatro türünün kurucularından olan Erwin Piscator öğrencisi Bertolt Brecht hakkında şöyle der: “Epik Tiyatro’yu buldu. Yalnızca sözcüğü, benim tiyatromdaki temel uygulamaları gördükten sonra. Ama kuramı geliştirdi ve oyunlar yazdı. Her şeye karşın daha büyük olan oydu. Sanatta yaşanan ayrışma ve bölünme sırasında Almanya’yı temsil edebilen tek adamdı. Bütün sınırların ötesinde etkin oldu… İnsan ona yalnızca hayran olabilir.” Brecht'e göre herşey sınıfsaldı. Sanatın da tarafsız olması mümkün değildi. Sanatta tarafsızlığın taraf olmak anlamına geldiğini şöyle açıklıyor: “Kimse kendisini insanların üzerinde göremeyeceğinden, birbiriyle savaşmakta olan sınıfların üzerinde de göremez. Toplum savaşan sınıflara bölünmüş kaldıkça, ortak bir sözcüye sahip olamaz. Bu durumda sanat için tarafsızlık, yalnızca egemen taraftan yana olmak anlamını taşıyacaktır.”
“öldürmenin pek çok yolu vardır. insan birinin karnına bir bıçak saplayabilir, elindeki ekmeği alabilir, hastalığını iyileştirmeyebilir, birini kötü bir evde yaşamaya zorlayabilir, ölesiye çalıştırabilir, kendini öldürmeye itebilir, savaşa yollayabilir. bizim devletimizde bunlardan pek azı yasaklanmıştır.” me-ti
yedi kapılı teb şehrini kuran kim? kitaplar yalnız kralların adını yazar. yoksa kayaları taşıyan krallar mı? bir de babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış babil'i her seferinde? yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar altınlar içinde yüzen lima'nın? ne oldular dersin duvarcılar çin seddi bitince? yüce roma'da zafer anıtları dikenler? sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri? yok muydu saraylardan başka oturacak yer dillere destan olmuş koca bizans'ta? atlantis'te, o masallar ülkesinde bile, boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı, bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz iskender? tek başına mı aldıydı orayı? nasıl yendiydi galyalıları sezar? bir ahçı olsun yok muydu yanında onun? ispanyalı filip ağladı derler, batınca tekmil filosu. ondan başkası acaba ağlamadı mı? yedi yıl savaşını ikinci frederik kazanmış ha? yok muydu ondan başka kazanan?
kitapların her sayfasında bir zafer yazılı. ama pişiren kimler zafer aşını? her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam. ama ödeyen kimler harcanan paraları?
tiyatronun en büyük kuramcılarından biridir. alman şair-yazar, düşünür. şairin tam adı eugen berthold friedrich brecht'tir. bertolt brecht, 1898 yılında almanya'da doğdu. küçük yaşta şiir yazmaya başladı, üniversitede tıp öğrenimine başladı. bir yıl sonra savaş nedeniyle askeri bir hastanede sıhhiyeci olarak görevlendirildiği için öğrenimini yarıda bıraktı. 1916'da paula banholzer'le evlendi, üç yıl sonra bir oğulları oldu. (brecht'in oğlu frank banholzer, ii. dünya savaşı'nda 1943 yılında ordu sinemasına yapılan bir bombardıman sonucu ölmüştür.)
1920 yılında zaten sık sık gittiği berlin'e yerleşti. tiyatrocularla ve edebiyatçılarla tanıştı, "bertolt" adını kullanmaya başladı, tiyatroyla ilgili çalışmalar yaptı, 1922 yılında, ikinci eşi olacak olan oyuncu ve opera sanatçısı marianne zoff'la tanıştı, evlendiler. hane hiob adını verdikleri bir kızları oldu, üç yıl sonra ikinci eşiyle de ayrıldı ve evliyken tanışmış olduğu helene weigel'le evlendi, bir kızları oldu, kızlarına barbara brecht schall ismini verdiler. brecht, komünizmi benimsemişti, inancı üretimlerine de yansıdı. yazdığı tiyatro oyunlarında hegel'in ve marx'ın eserlerinin etkisi vardır, 1927 yılında "bertolt brecht'in dua kitabı' adıyla toplu şiirleri yayımlandı. yazdığı tiyatro oyunları gösterime girdi, oyunları politik yönden eleştirildi, yasaklandı. vatana ihanetle suçlanan brecht, ailesiyle birlikte ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. sürgün yıllarında sürekli yer değiştirdi, abd'de bu kez "komünist partisi" üyesi olmakla suçlanınca, abd'den de ayrıldı. 1948 yılında doğu almanya'ya yerleşti. karısıyla birlikte "berlin topluluğu" tiyatrosunu kurdular, epik tiyatronun-diyalektik tiyatronun kurucusu kabul edilen, hitler almanyası'nda kitapları yakılan ve alman vatandaşlığından çıkarılan bertolt brecht, 1956 yılında kalp yetmezliğinden vefat ettiğinde geride bizler için onlarca eser bırakmıştır.
türkçeye çevrilen eserleri:
- cesaret ana ve çocukları
- galile
- kafkas tebeşir dairesi
- sezuan'ın iyi insanı
- şvayk hitler'e karşı
- şvayk'ın hitler'le tarihî karşılaşması
- mahagony kenti/üç kuruşluk opera/mutlu son.
şiir kitapları:
- bert brecht ve arkadaşlarının icra edilmeye uygun şarkıları (lieder zur klampfe von bert brecht und seinen freunden)
- kasideler (psalmen)
- bertolt brecht'in dua kitabı (bertolt brechts hauspostille)
- augsburg soneleri (die augsburger sonette)
- üç kuruşluk opera'nın şarkıları (die songs der dreigroschenoper)
bir yaprak gönder bana,
bir koruluktan koparılmış olsun,
hiç değilse evinden yarım saat öteden.
sen oraya dek yürür güçlenirsin,
bense kalkar teşekkür ederim sana
o güzel yaprak için.
bilin: halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldumu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
bozuk adalet yeter artık!
acemi ellerle yuğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter!
yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
dura dura bayatlayan adalet yeter!
bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur.
ama her şey bollaşmaz ki birdenbire...
bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek:
adaletin ekmeğiyle beslene beslene.
ekmek her gün gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde bir çok kez gerekli.
sabahtan akşama dek, iş yerinde, eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.
madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?
öteki ekmeği kim pişiren?
adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
seni kimse satın alamaz,
eve düşen yıldırım da
satın alınmaz.
anladık dediğin dedik,
ama dediğin ne?
doğrusun, söylersin düşündüğünü,
ama düşündüğün ne?
yüreklisin,
kime karşı?
akıllısın,
yararı kime?
gözetmezsin kendi çıkarını,
peki gözettiğin kiminki?
dostluğuna diyecek yok ya,
dostların kimler?
şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni.
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa.
ne giydiğini yaz bana!
sıcak tutuyor mu?
nasıl uyuduğunu yaz bana!
yatağın yumuşak mı?
nasıl göründüğünü yaz bana!
hep aynı mısın?
neyi özlediğini yaz bana!
kolumu mu?
nasılsın, yaz bana!
hoş tutuyorlar mı seni?
ne bok yiyorlar, yaz bana!
cesaretin yetiyor mu?
ne yaptığını yaz bana!
yaptığın şey iyi mi?
neyi düşündüğünü yaz bana!
beni mi?
elbette sorulardır
sana bütün verebildiğim.
ve gelen yanıtları kabullenmeliyim,
mecburum buna.
yorgunsan, uzatamam sana elimi.
ya da açsan, seni besleyemem.
sanki yaşamamışım bu dünyada,
hiç yokmuşum.
unutmuşum sanki seni.
avludaki erik ağacı bir küçük bir küçük,
benzemiyor doğru dürüst bir ağaca bile.
ama gene de parmaklıkla çevrili dört yanı,
korunsun diye güvenlik içinde.
büyüyemiyor, zavallıcık,
büyümeyi isterdi tabii.
çok az görüyor güneşi,
yapacak bir şey yok artık.
erik ağacı erik vermiyor hiç.
gel de erik ağacı olduğuna inan.
ama gene de bir erik ağacı o,
belli yapraklarından.
Önce kumun üzerine kurdum, sonra kayanın.
Hiçbir şeyin üzerine kurmadım artık
çökünce kaya.
Sonra yeniden kurdum sık sık
kum ve kayanın üzerine.
Öğrenmiştim ama.
Kendilerine güvenip de mektubu verdiklerim
çöpe attılar onu.
Ama hiç önemsemediklerim
bulup geri getirdiler bana.
Öğrendim böylece.
Yapılmadı buyurduklarım.
Gelince gördüm ki
yanlışmış.
Yapılmıştı doğru olan.
Bir şey öğrendim bundan da.
Eski yaralar acır
soğuklarda.
Ben sık sık şöyle derim ama:
Yalnız mezarın hiçbir şeyi olmayacak
bana öğretecek.
bir gün gelecek, zaman bizim olacak, bizim.
bütün düşünürlerini okuyacağız bütün çağların.
bütün ustaların bütün tablolarını göreceğiz.
bütün maskaralara kırılacağız gülmekten.
arkadaş olacağız bütün kadınlarla.
ve bütün insanlara
öğreteceğiz gerçeği.