tarihsel geçmişten gelen sürekliliğin korunması, toplumsal yapıda bir değişim olacaksa bunun kademeli ve genel yapıyı bozmayacak şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini savunan siyasi akımdır.
muhafazakarara göre, toplumun sahip olduğu geleneksel değerler ve onun ürettiği siyasi yapı uzun bir tarihsel geçmişin doğal ayıklanma sürecinde bütün gücüyle ayakta kalmış ve böylece işlevsel olduğunu kanıtlamıştır. geçmiş yüzyılların bilgeliğinden beslenen ve tarihin deneme yanılma mekanizmasından süzülüp bugüne kadar gelen bu yapının şu ya da bu düşünürün görüşleri doğrultusunda bir anda değiştirilmesi hemen her zaman ciddi sakıncalar doğuracaktır. eğer bir değişim olacaksa bunun kademeli ve doğal yapıyı bozmayacak şekilde yapılması gerekir.
muhafazakarlık önemli bir perspektif olsa da eleştiriye son derece açık bir siyasi konum. Çünkü muhafaza edilmek istenen her düzenin kazananları ve kaybedenleri vardır. eğer sistem bariz bir biçimde adaletsizse muhafazakarlık her zaman mevcut düzende kazanan tarafta yer alanların siyasi ideolojisi haline gelir.
diğer yandan "geçmişin bilgeliğinden süzülen yapılar" her zaman toplumun esenligine hizmet etmeyebilir. en azından Pek çok toplumda sürüp giden ancak o toplumun esenligine hizmet etmeyen bir sürü geleneksel yapı, eğilim ve değer bulabiliriz. ayrıca kademeli bir değişimin gerçekleşmesini beklemek pek çok insanın korkunç koşullar altında uzun yıllar yaşaması anlamına gelebilir. İnsanlar açlıktan ölürken geçmişin bilgeliğinden dem vurmanın pek bir anlamı yoktur.
Yine de toplumdaki aksaklıkları bir an önce düzeltmeye girişen acelecilerin muhafazakarlıktan öğrenecekleri bazı şeyler olduğunu düşünüyorum. Eğer geçmiş yüzyılların devrimcileri muhafazakarlığı basit bir şekilde egemen gücün ideolojisi konumuna indirgemeselerdi, ondan oğrenilebilecek şeyler olduğunu düşünselerdi herşeyi daha da beter hala getiren pek çok büyük yanlıştan dönebilirlerdi. Fransız devrimi'nin cumhuriyetçi ideallerinden kibirli napolyon'un imparatorluğuna giden süreci devrimin aşırılıklarına bağlamak yanlış değil. Rus devrimi de benzer hataları tekrarladı.
Bir de toplumun yeni baştan dizayn edilmesi daha teorik başka soruları da beraberinde getirir: bir düzenin idealliğinin ölçüsü nedir? En adil düzenin hangisi olduğuna kim karar veriyor? Adaletin, hakkaniyetin tanımını kim nasıl yapıyor? yeni düzenin toplumun esenliğine en çok katkıda bulunacak düzen olduğuna nasıl emin olabiliriz? Devrim tarihinin kanla yazıldığı, eski sistemi tamamen yıkıp sıfırdan bir sistem oluşturmanın maliyetleri düşünüldüğünde bunlar meşru sorular.
Bu sorulara tatmin edici cevaplar verdiğiniz zaman bile yeni bir düzen kurmak için yapabileceklerinizin ahlaki açıdan sınırları var. Hiç bir insanlık ideali insanlık dışı yöntemlerin kullanılmasını haklı çıkarmaz. Yeni düzeni oluştururken Kitlesel ölümlere, suikastlere, toplama kamplarına,siyasi cinayetlere bel bağlıyorsanız bunu muhtemelen o halkın iyiliği için değil kendi siyasi çıkarlarınız için yapıyorsunuz. Robespierre ve stalin'in yaptığı buydu ve her ikisi de devrimin yıktığı eski düzenin yerine daha kötüsünü getirdi.