dilimizde tam karşılığı yok sanıyorum çünkü kültürümüzde böyle bir kavram yok. yeni yeni oluşuyor. kişisel alan şeklinde düz bir çevirisi var, o da çeviri. insanın kendi çevresinde kendine ait gördüğü alan. başka insanlar tarafından işgal edilmesi hoş karşılanmaz. hele dokunulmak, mazallah. batıya doğru gittikçe çapı artar bu alanın. birey olmakla ilgili sanıyorum. bizim gibi doğulu toplumlarda yoktur bu kavram. biz yanımızdaki insanın varlığını, hatta temasını hissettikçe kendini güvende hisseden insanlarız. kendimizi boşlukta hissetmekten hoşlanmıyoruz. bu nedenle anlatamıyorum kimseye, doğrudan isterik, manyak muamelesi görüyor kişisel alanına girilmesini istemeyen insan. mesela bana bir şey anlatıldığında kulaklarımla ve dikkatle dinliyorum. benim kolumu omuzumu dürtmene gerek yok. ya da bir otobüs yolculuğunda, nasılsa hemcinsim diye üstüme yayılman da hoşuma gitmiyor. hiçbir şeyim değilsin çünkü. hepimiz apartman daireleri yerine müstakil evlerde oturmayı arzularız. ama bedenlerimiz söz konusu olduğunda bu kavram ortadan kalkıyor.
"kişisel alan"dan ziyade "kendi kendine kalma alanı" olarak kolaylıkla türkçeleştirebileceğiniz kavram. plaza çevrelerinde "pörzınıl sıpeys" dersiniz, kim bilecek.
insanın kendi kendineyken bu alanı korumasının kolay olduğunu düşünüyorum. önemli olan, ilişkide bunu yapabilme ve karşılıklı yapabilme. ilişkide kendine ait bir alanının olması şart (sana da selam virginia'cığım*). kendi zamanını doğru değerlendiremediğin için evdeki çoluk çoluğa ya da eve tıkılmasına engel olmadığın, belki de buna için için sevindiğin eşine, sevdiceğine hönkürüp sarmanın manası yok. kapitalizm köleliğini kendi dinginliğine göre dizayn edemiyorsan, zaten doğru bir hayat yaşamıyorsun demektir. dönüp aynaya bakman gerekiyor gene. bunu da en iyi ortamı hazırladığın bir yerde ve zamanda yapabilirsin. kendi kendine kalmaktan anladığın "aga, 4 bira alayım, ankaralı namık dinleyerek içeyim" değil işte. ya da "akşama maç var, tek başıma izleyeyim" değil. 3 saat boyunca sevdiğin grubun henüz dinlemediğin ama merak ettiğin veya yeni çıkmış ve gene henüz dinlemediğin albümünü dinleyebilmek; sevdiğin bir oyunu tekrar tekrar baştan oynayıp o en keyif veren zor bölümü geçmeye çalışmak; en sevdiğin romanın seni okurken değil, hayal ederken hüzünlendiren yerini tekrar tekrar okurken sigara yakmak; hafta içi yoğunluğundan bunaldığın için yalnızlık ve sessizlik aradığın o anda en yakın sahile gidip uzaklara bakarak hayal kurmak; 4 bölüm saçma saçma şeyler izleyip boşa zaman harcamak... benim aklıma bunlar geliyor bir çırpıda. bunları yapmak yerine, keyif almak için "toplanın ev ahalisi, pikniğe gidiyoruz" moduna girersen, o pikniği istemeyen tek bir aile ferdi bile senin planına dinamit koyacak ve kendi kendine kalmaktan anladığın şeyin yanlışlığını yüzüne vuracak demektir.
bu alanın bir de karşılıklı olanı var, başta da belirttiğim gibi. bugün başıma geleni yazayım: hatun amazon'dan bi' şey sipariş etmiş, eve geldiği gibi de, huyu olmamasına rağmen, koşturarak gitti, kapıdan aldı, geldi. amazon kutusunu bile göremedim ben, bir çırpıda bitirdi işi. ne olduğunu sordum, söylemedi. biraz ısrar ettim, gene söylemedi. konuyu bıraktım orada çünkü aldığı şeyin onun için önemi bir yana olmak üzere; ya kendisi için bir şey aldı ve bunu yalnız kaldığında deneyimlemek istiyor ya da önümüz yılbaşı diye bana bir şey aldı ve bunun sürpriz olmasını istiyor. biliyorum ki, bazı evlerde sırf bu yüzden günler sürecek tartışmalar çıkıyor, "onun parasını ben veriyorum"lardan tutun da "sen benim hayatıma karışamazsın"a kadar milyor tane salak salak tartışma konusu ürüyor. bunlara gerek yok işte. hatunu şu an içinde bulunmak istediği kendi gizli alanında amazon kutusuyla birlikte bıraktım ve bitti benim için. bir miktar soru sormuş olmam onu da memnun etmiştir belki ama sonrasında sessiz kalıp önemsememem eminim ki ona da "kendi alanımdayım, burası güvenli" hissini yaşatmıştır. karşılıklı anlaşma oluyor bu gerçi ama karşılıklı alan vermediğiniz kimseyle anlaşamazsınız da, biliyorsunuz. böyle günlük ufak tefek alan açmalar hem ilişkinizin sapabileceği uçurumların üzerine tahta bir köprü kurabiliyor hem de aranızdaki anlayış bağınızı da kuvvetlendiriyor. şimdi mesela; abisiyle bağıra çağıra muhabbet ediyorlar telefondan, keyfi yerinde. ya ben mevzuyu uzatıp yukarıdaki örnekteki dağ ayısının söyleyebileceği gibi bi' şey söylemiş olsaydım? hem "al başına belayı" hem "pandora'nın kutusu açılsın" hem de "bunu sen istedin" mottolu soquq çatışmalar karanlık dehlizlerden sürünerek hayatımıza girmiş olacaktır. hayatı olduğundan daha da zor bir hale getirmeye gerenk yok hocu.
kendinize verdiğiniz kişisel alanı, en yakınlarınıza da tanıyın. başka türlü gerçekten anlık huzuru bulamıyor, o sevdiğiniz oyunu birkaç saat boyunca huzur içinde oynayamıyor, romanın sevdiğiniz yerini aklınız bomboş değilken okuyamıyor, dinlediğiniz albümdeki nefis ritimleri duyamıyorsunuz. hayat grileşiyor, evet ve "bunu sen istedin" oluyor. yapmayın bunu. salın biraz her şeyi, herkes ve kendinizi.