1991 yılında ho khanh adındaki bir vietnam yerlisi, ormanda yürüyüşe çıkar. şimdilerde bir ulusal park olan phong nha ke-bang bölgesinde öylesine yürürken ağaçların arasında bir açıklık keşfeder. ho, öylesine korkmuştur ki bu açıklıktan; girmeye cesaret dahi edemez. korkusundan eve nasıl döndüğünü bilemez ho. gördüğü şey günlerce rüyalarından çıkmaz, gizemli bir tapınak gibi kendisine doğru çağırır ho'yu. bütün bunlara ve merakına da yenik düşen o vietnam yerlisi, dünyanın en büyük keşiflerinden birisini yaptığından habersiz tekrar o açıklığa gitmek üzere yola koyulur. ancak, bunda başarılı olamaz. döndüğü yolu unutan ho, yıllarca içinde bir ukde kalacak ve yıllarca rüyalarında onu çağıracak olan bu mağaranın, son doong'un özlemiyle yanıp tutuşacaktır.
ancak 2009 yılında bir gece, rüyasına giren bir ak sakallı dede ona mağaraya gideceği yolu anlatır. ani bir terle uyanan ho, sabahı nasıl edeceğini bilemez. anlatılan yolu unutmamak için sürekli kafasında tekrarlar. ta kii, güneş ışığı pencerelerinden girene kadar. vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştır ho, hemen dışarıya koşup, zaten o sıralar köyde araştırma yapmakta olan ingiliz keşif grubuna yetiştirmiştir rüyasını. ilk başlarda "ya bit allasen, dayı" tepkileriyle karşılaşmış olsa da, grubun lider kaşifi bir denemekten zarar gelmeyeceğini söyleyerek ho'yu takibe başlamıştır. liderin bildiği bir şey varsa, o da bölgede çok fazla mağaranın olduğudur.
önde ak sakallı dedesiyle ho, arkasında bizim ingilizler ormanın içine dalmışlardır. saatler süren arayışın, zorlu patika yürüyüüşlerinin ardından gruptaki bazı üyeler homurdanmaya başlamıştır. hatta birisinin "delinin peşine takıldık, burada bizi kesseler kimsenin haberi olmaz" dediği söylenir. işte tam o anda, ho büyülenmiş gibi durur. evet aynı hatıralarında olduğu gibidir, senelerce rüyalarını süsleyen yerdedir sonunda. ekibin hepsi çığır açan bir keşifin eşiğinde olduklarının farkındadır artık. o homurdanan bile susmuş, bu güzel manzarayı izliyordur.
hemen ardından mağaraya girme hazırlıklarına başlayan ekip, açıklığın ilk kısmını el fenerleriyle aydınlatmıştır. ancak, bu kadar büyük bir mağarayı bulacaklarını tahmin etmeyen grup, projektörlerini yanlarında getirmemişlerdir. hemen aralarında bir oylama yapılır ve homurdanan ingilizin bir koşu gidip projektörleri alması kararlaştırılır. "gitmişken birkaç ekmek arası da yaptırsın" der ho keşif zaferinin tadını çıkartırken. ingiliz'in yüzü düşer ama bir şey demeye de cesaret edemez.
o geri döndükten, ekmek arası kaşarlar yendikten sonra projektörler kurulup mağara aydınlatılır. ortaya çıkan şeyse tam bir epik şölendir. ho da dahil olmak üzere herkesin dili tutulmuştur. ancak keşfedilecek şeyler bitmek bir yana daha başlamamıştır bile. önlerine çıkan nehri geçen ekip, bir geçite gelmişlerdir. bir boeing 747'nin içinden uçup geçebileceği bu geçitte, projektörcü ingiliz en yüksek dikit in üstüne çıkıp "abi allah ne yaratmış ya?, bunun adını tanrının eli koyalım"* demiş. gruptakiler itirazlarını yükseltirken, ho tartışmayı keserek son noktayı koymuş: "köpeğin eli"* olacak.
grup lideri bu dikitin tepesine çıktığında, çok ilginç bir şey farkeder. tavandaki bir açıklıktan güneş ışığı sızmaktadır. ve dünyanın neresinde olursa olsun, güneş ışığının suyla birleştiğindeyaratabileceği tek bir şey vardır: orman . yaklaşık 500 bin yıl önce tavanın kendi ağırlığını taşıyamayarak çökmesiyle, orman da aşağıya inmiştir ve mağaranın içindeki bu muhteşem ormanlardan ilkini oluşturmuştur. tarih öncesini hatırlatan dokusuyla buraya "dinozorlara dikkat et!"* ismini vermişler onlar da. ama karşılarına ne çıkacağından habersizlermiş.
ikinci açıklığa geldiklerinde ise, kendilerine mağaranın içinde olduklarını unutturan 30 metrelik ağaçların olduğu bir yağmur ormanı yla karşılaşmışlar. hala yapılamkta olan çalışmalara göre, burada bir çok nesli tehlikede olan canlı türü yaşamakta.
mağaranın iyice derinlerine girmiş olan grup, karşılarında muazzam bir gölle karşılaşıyorlar. kaşla göz arasında, bizim projektörcü arkadaş göle atlıyor yorgunluğun da verdiği hazla. grup da istemeyerek de olsa mağarayı bugünlük terketmek zorunda kalıyorlar çünkü hem yaptırdıkları ekmek araları bitmiş hem de bu salak üşütsün de başlarına kalsın istemiyorlar.
son doong'un da bulunuş hikayesi böyle bitiyor. dünyanın en büyük mağarası hala çok fazla bölümü keşfedilmemiş şekilde bekliyor orada bir yerde. içinde kendine ait bir yağmur ormanı ve bir göl barındıran bu mağara umuyorum bir gün turistlere de açılır. o güne kadar, eğer siz de ho khanh'ın gözünden görmek isterseniz bu mağarayı lütfen national gepgraphic'in hazırladığı çok özel 360 derece turla keyfini çıkartın. www.nationalgeographic.com/...