dünya yüzeyinin üçte ikisini kaplayan su kitlesi. kıtaları aks alarak farklı isimler verilmiş ama esasında bütün, tek bir su kitlesi var. ve burada pek de haberdar olmadığımız bir hayat, bütün bir canlılar alemi var. çünkü biz kara hayvanları suyun altında hayatta kalamıyoruz. burayı araştırabilmek için cihazlar gerekiyor. ilk denizaltıların yapımı 19. yüzyılda. o dahi, şu denizlerin altında ne var hele bir görelim kafasıyla değil de düşman gemilerine görünmeden yaklaşıp batırabilmek amacıyla icat edilmiş. denizaltılar da deniz altındaki basınç nedeniyle belirli bir derinliğin altına inemiyorlar. derinler için yüzeyden desteklenen batiskaplar var. daha derinler için kameralarla ve mikrofonlarla donatılmış insansız sondalar var. dünyanın en yüksek noktası everest tepesi. sekiz bin küsur metre. okyanusların dip noktası ise daha da ulaşılmaz. mariana çukuru onbir bin metreye yakın. bu hesaplamalarda deniz yüzeyini sıfır alıyoruz ki o da aslında mutlak sıfır değil, ayın hareketleri ve dalgalar nedeniyle hareketlilik gösteriyor. denizin altında nefes alamıyoruz ama yine de deniz sayesinde nefes alıyoruz. soluduğumuz oksijenin büyük kısmı hala yosunlar tarafından üretiliyor. okyanusların derinliklerinde gelişmiş çok farklı yaşam biçimleri var ve bunların çok azı hakkında bilgi sahibiyiz. soğuk savaş döneminde başlayan yarış, türümüzü gezegenimizin ötesine yönlendirdi. halbuki kendi gezegenimizin önemli bir kısmına dair bilgimiz çok yetersiz. hayatın denizlerde başladığı gerçeğini göz ardı etmediğimizde okyanusların kadim yaşam formlarının yuvası olduğunu idrak edebiliyoruz ancak. kendimizi tam tanımadan kainatın boşluğunda rastlayabileceğimiz yaşama merhaba demeye gidiyoruz.