2004 bafta en iyi özgün senaryo ödülü, 2003 sundance film festivali'nde katıldığı 4 dalın 3'ünden kazandığı büyük ödüller (jüri özel ödülü, jüri büyük ödülü ve en iyi dram ödülü) ve sinema eleştirmenleri tarafından verilen ödül törenlerinde kazandığı 20'nin üzerinde ödülle adından söz ettirmiş, uzun yıllar sonra spotlight ile oscar alınca "hee, böyle biri de varmış" denilecek, senaristi ve yönetmeni tom mccarthy'nin adını özellikle film festivallerinde arşa çıkarmış, 2003 yapımı, etkileyici dram filmi.
fin ismindeki bir cücenin (dwarf ile midget arasındaki fark bizim dilimizde bulunmuyor) tamamen asosyal olan hayatının bir anda değişmesi ve bu değişikliğe ayak uydurmasının göründüğü kadar kolay olmayacağının hikayesini anlatıyor. içinde bol bol ezilmişliğe ve ezilenlere karşı durma, "noksan erkeklik" ve bunun toplumsal baskı karşısında her yönden aldığı darbelere karşı yapılabileceklerin listesi, asosyalliğin bir tercih değil, zorunluluk mahsulu olarak ortaya çıktığı ya da çıkartıldığı zamanlarda içe kapanmanın ördüğü kapkalın duvarların neleri dışarıda bıraktığını ıskalama ve dışarıdan bir çerçevesini çizebildiğiniz insanların içlerinde kopan fırtınaların kainat ölçeğinde oldukça önemsiz, insan ölçeğinde ise çok büyük olduğunu görme var. 1990'ların romantik komedi havasına girip çıkıyor bir süre ama genel olarak başarılı bir dram filmi olduğunu henüz ilk sahnelerinden izleyiciye hissettiriyor.
peter dinklage'i game of thrones'tan uzun yıllar önce yer aldığı entourage'ın birkaç bölümünden biliyorum. oyunculuğunu pek beğendiğimi söyleyemem ama the station agent gibi tek bir karakterin kadrajın göbeğine oturtulduğu, onun hayat hikayesinin bütün istenmeyen ayrıntılarını edinebildiğimiz filmlerde, çıktığı ön planı kucaklayabildiğine birkaç kere şahit olmuştum. hayatsal eksikliği olan insanlardan biri olarak, kendi hayatından bir kesit bir ortaya koysa, deli gibi izleneceğinden emin olduğu bir popülerliği de sahip artık. filmin yan rollerinde patricia clarkson ve bobby cannavale var. özellikle clarkson'ın, depresyonun derinliklerine inen olivia harris rolü, filmin dram yükü açısından olmazsa olmaz konumunda. cannavale'nin canlandırdığı kahveci joe ise, fin ile olivia arasındaki duygu yükünün eşit dağılmadığı anlarda stepne görevi görüyor. michelle williams ise, filmin sürprizlerinden olarak, bugünden 15 yıl kadar önceki "küçük kasabanın masum güzeli" rollerinde ne kadar başarılı olabildiğini göstermiş.
küçük yerleşim yerlerinin her zaman boka saran sosyal hayat ortamı, bir "eksik" olarak kapalı toplumların içinde, yaşamayı bırakın; nefes almanın dahi zor olduğu tabular, iç dünyası her zamankinden daha da boka sarmış insanların çevrelerine yaydıkları zehirli duygusuzluk kalıntılarının bütün duygusal insanlar için büyük bir risk taşıması ve her zaman güleç olmanın da, her zaman mutsuzluktan kıvranmanın da mümkün olmadığı bir yaşamın ne eksik ne de tam olabileceği vurgusu... film bunların çevresinde dönüp duruyor. izlemeye karar verecekseniz, fragmanından daha fazla dikkat etmeniz gereken noktalar, bana göre bunlar. fragmanı size başarılı bir romantik komedi izleyeceğinizi gösterip yanlış kolun gücüyle suratınıza inmeyi bekleyen bir kroşe sunacak. hazırlıklı olmanızı öneririm.