bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
ruandil yakınlarındaki köhne bir handı buluşma yeri. kushat'ın sağlıklı olduğu dönemlerde gezginler ve tüccarlarla dolup taşan hanın soluk aynaları bu sonbahar günde bir tane bile yeni yüz yansıtmaz olmuştu. Topal Zoltan ve kızlarının tek geçim kaynağı olan han, köylüler de olmasa, onları aç bırakacaktı.
Hanın ahşap kapısının önünde birleşen üç yol vardı. Doğuya uzanan molead yolu ile kuzeye uzanan ruandil yolu hala görülebiliyordu ama güneydeki reoven yolu artık neredeyse tamamen yok olmuştu. Ruandil'i çevreleyen orman eski yolu yavaş yavaş yemiş bitirmişti.
Yorgun atının sırtındaki savaşçı, uzun süredir hiç nal izi görmemiş yoldan, sakin adımlarla hana geldi. İki katlı ahşap binanın avlusunda, eski güzel günlerdeki gibi, gelen yolcuların atlarını ahıra götürmek için bekleyen birisi yoktu. Olduğu zamanlarda bile Anlet böyle bir hizmete hiç gereksinim duymamıştı. oredron özel bir attı, sahibi çağırdığında onu almaya gelir, o handayken kendi başının çaresine bakabilirdi. Yine de bu topraklara huzurun hakim olduğu günleri anımsayan genç kadın hüzünlenmişti.
Oredron'un yelesini okşayıp, kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra bir kaç basamakla ulaşılan kapıya yöneldi. qwalin anlet hanın gıcırdayan kapısını açıp güneş ışığıyla birlikte içeriye adımını attığında, han müdavimlerinin kafaları bir emir almışçasına kapıya çevrildi. İçeriye dolan aydınlıkla gözleri kamaşan köylülerin arasında hayatta kalan olsaydı o günü anlatırken kullanacakları ilk cümle şu olacaktı: "Dünya üzerinde bulunan en güzel kadın bizim köyümüze gelmişti" Kapı Qwalin'in arkasında tiz bir melodi ile kapanırken, hiç kimse, yüreklerinde hissettikleri ışığın sebebinin kapının ardındaki güneş mi yoksa içeriye giren yabancı mı olduğuna karar veremedi. Yirmili yaşlarının başındaymış gibi görünen uzun boylu genç kadının sırtındaki kahverengi pelerinin üzerine uzanan düz siyah saçlarının parıltısı yanında, pelerinin gizlediği gümüş zırh sönük kalıyordu.
Genç kadın yürürken zırhının ağırlığı altında gıcırdayan ahşap zemin dışında kimse ses çıkartmaya cesaret edemiyordu. Sanki hepsi, ses çıkartırlarsa büyünün bozulmasından ve bu muhteşem güzellikten mahrum kalmaktan korkuyordu.
Yabancı, handaki diğer müşterilerden uzak olan, köşedeki masaya doğru ilerlerken, birden durup hızla arkasına döndü. Kendi rüzgarıyla açılan pelerinin gizinden kurtulan parlak zırhın ince bel kısmından aşağıya doğru uzanan keskin kılıcın soğuk görüntüsü ile iki zeytin tanesi gibi duran simsiyah gözlerdeki ürkütücü ifade içerideki herkesin sessizliğini bozmaya yetti de arttı. Bir süre daha kıpırdamadan duran Qwalin, her şeyin normale döndüğünden ve kimsenin kendisiyle ilgilenmediğinden emin olduktan sonra yine zemine şarkılar söyleterek yürüdü ve boş masaya oturdu.
Yeni müşteriden sipariş alma görevini Zoltan minik kızlarına bırakmadı. Cesaret edebildiği kadar yaklaşıp, genç kadının insanı kendinden geçiren sesi ve siyah gözlerinin büyüsüne kapılıp kaybolmamaya çalışarak işini bitirdi. Kızlarına: "Tavuk, ekmek ve su getirin hemen!" diye seslenirken; Qwalin'in gözlerindeki insanın içine yaşama sevinci dolduran bakışları bu kadar yakından görebilen son insan olacağını bilse, mutlaka biraz daha kalıp doyasıya bakmak isterdi.
Qwalin hana geleli bir saatten fazla olmuştu. Handaki her şey normale dönmüş, hatta sonradan gelen köylüler, çenesi düşük köylüler göstermeselerdi, onu oturduğu karanlık köşede fark edemezlerdi bile. Bu süre içerisinde genç kadın yemeğinden çok kapı ile ilgilenmişti. Kapı her açıldığında siyah incilerdeki merak ve heyecanı hissetmemek imkansızdı. Ne yazık ki o süre boyunca beklediği her kimse, gelmemişti. Köylülerden başka hana gelen giden olmamıştı.
Elbet o gelene kadar. Köylüler torunlarına; "Şeytan dünyaya inmişti!" diye anlatabilirlerdi o anı. Eğer bu mümkün olsaydı.
Reoven efendisi thuruvan'ın neredeyse bütün komutanları korkutucuydu. glomer sanduran, yani Thuruvan'ın sağ kolu ise içlerinde en ürkütücü olandı. Onu daha önce köylüler arasında gören kimse olmamıştı. Yine de onu görür görmez tanıdılar. Çünkü o bir efsaneydi. Bir kabus. Çocuklara anlatılan bir masal kahramanı. Ama en kötüsünden. O yürürken zırhına çarpan belindeki baltasının tınısı bile herkesin ürküp bakışlarını kaçırmasını sağlamıştı.
Glomer kapıda belirdiğinde, Qwalin hiç kimsenin takip edemediği bir hızla yerinden kalkmıştı.
Korkunç görüntüsüne hiç uymayan, insanın kulağını okşayan yumuşak sesiyle "genç Qwalin" diye seslendi dev adam. Köylüler arasında yükselen "Qwalin mi?", "Prenses?", "O bir Anlet" lakırdılarını duymazdan gelerek yürümeye devam etti. Dev ona doğru gelirken, Qwalin de üzeri testere gibi dişlerle kaplı kılıcını kınından çıkardı. Gözlerindeki yaşama sevinci veren bakışların yerini köylülerin daha önce gördüğü o soğuk bakışlar almıştı. Genç kadın; "Torn nerdesin?" diye geçirdi aklından, "Dwain, nerdesiniz?" Yüreğinde hızla büyüyen korku ve endişeye rağmen dimdik duruyor ve donuk bakışları ile kendine adım adım yaklaşan Glomer'i süzüyordu. Kurtulmak için bir seçenek arıyordu. "Düşün Qwalin, düşün, haydi biraz daha hızlı düşün!" dedi kendi kendine.
Düşünülecek pek bir şey yoktu. Kendisine yaklaşan devi bu kapalı mekanda yenmesi çok zordu. Dışarıda belki bir şansı olabilirdi ama içeride bu hemen hemen imkansızdı. "Ölmek istemiyorum" diye bağırmak geçti içinden, "hiç olmazsa onu bir kez daha görmeden." Glomer yüzündeki gülümsemeyi bozmadan ve konuşmadan yaklaşırken baltasını eline almıştı. Diğer eliyle ise homurdanan köylülere susun işareti yaptı. Tek şansı vardı Qwalin'in. Çevikliği ile kapıya ulaşıp kaçmak.
Aralarındaki mesafe her saniye kaybolurken Qwalin kimsenin hayal bile edemeyeceği bir hızla saldırdı. Anlatmaya meraklı köylülerin bu anı dillendirirken "yıldırım ve şimşek çarpıştı" diyecekleri kesindi. Qwalin'in kılıcı Glomer'in zırhının yan tarafını sıyırırken çıkan kıvılcımla bir anda sanki bütün duvarlar aydınlandı.
O an Glomer'in yerinde bir başkası olsa göğsüne saplı kılıçla yere yığılmış olurdu. Elbet Glomer ölümsüz unvanına sonuna kadar hak ettiği için sahipti.
Qwalin, onun bu hamleden kurtulacağını biliyordu; ama en azından kaçma fırsatı doğacağını düşünmüştü. Öyle de oldu. Dev adam iri cüssesinden beklenmeyen bir hızla kenara çekildi. Yine de yeterince hızlı olamadığını zırhın altında açılan yaradan akan kanın sıcaklığını hissettiğinde anlayacaktı.