böyleydi benim bakış açım. ne güzel di mi, sade. her gün yapılacak bir iş var, gündelik hayatından memnun. havucuyla mutlu. havucuna hevesli. canım havucum diye her sabah altıda kalkan bir istenc. çevresi için az biraz sinir bozucu. eski ev arkadaşım "vicdan azabı gibisin" derdi. o işe gitmek için yataktan sürünerek çıkarken ben çoktan kalkmış, sabah koşusunu yapmış, duşunu almış, sağlıklı kahvaltımı yapıyor olurdum. hani umut sarıkaya'nın yarrak gibi adamı var ya, onun xx'li versiyonuydum.
bu bakış açım son bir yılda önce biraz sarardı, sonra da karardı.
Burada* sokağa çıkma yasağı var. aslında son yılın 3.5 ayını ev hapsinde geçirmişiz. gerekli miydi değil miydi kısmına girmeyeyim ama doktor teşhisli bir hiperaktif olarak aklımın son kırıntılarını ekmekle sıyırmak üzereyim. psikolojimin sağlamlığının büyük oranda mobiliteme bağlı olduğu ortaya çıktı ve evde ne yaparsam yapayım olmuyor. pilates yapıyorum, freeleticsle deliriyorum, hulahop çeviriyorum, ip atlıyorum, geçen gün bildiğiniz horon vurdum (çünkü karadenizlilik); ama yok, hiçbir şey açık havada koşmanın, bisiklete binmenin yerini tutmuyor.
bir yandan da en nefret ettiğim insan tipi mızmızlanan insandır. zaten bence insanlar ikiye ayrılıyorlar, mızmızlananlar ve mızmızlanmayanlar. nefret ettiğim insana dönüşme sürecindeyim. az kaldı, kendimi dövücem. iyi bir dayak yesem düzelirmişim gibi geliyor. lanet olsun bu aşırı extravertlüğüme. insan istiyorum. daha fazla kişisel gelişim istemiyorum. işimi, okulumu istiyorum. sikindirik barlarda içip boş muhabbetler etmek istiyorum. çok geliştim kişisel olarak, bu kadar entelektüellik bana fazla.
yahu diyorum bak, ne güzel evde kedilerin var, dünya tatlısı eşin var, sınırsız internetin var, maddi sıkıntın yok, alt katın boş, sen tepindikçe yukarı süpürge vuran da yok, kes artık be kadın. ama beynimin içinde sürekli vızırdanan bir velet var sanki, susmuyor allahın belası.
neyse ne diyorduk, hah bakış açısı. işte ben o açıyı dikine sikeyim.