İnsanı hayata güdüleyen, yaşama devam etmek için motivasyonunu sağlayan şey arzudur. İstediğini elde etmek için çalışır, çabalar ve o gün gelip de arzusuna kavuştuğunda elde etmenin verdiği sevinçle kısa bir tatmin yaşasa da bir süre sonra sıkılmaya, alışmaya başlar. Hayal ve gerçek arasında hiçbir zaman kapanmayan bir uçurum bulunur ve arzu doğası gereği, bir şeyin yoksunluğundan doğduğu gibi o yoksunluğu da kendi yapısında taşır, eksiklik arzuya içkindir ve arzuyla birlikte insana doğuştan verilidir. Buradan yola çıkarak bugüne kadar mutlak tatmin için verilen tüm çabaların beyhude olduğunu ve bizi yalnızca daha yoksun hissettirdiğini söyleyebiliriz. Ve lakin birey hedefi değil de izlediği yolu önemseye başlar ve isteklerini gerçekleştirirken takındığı tavrı öncelerse işte o zaman gerçek tatminin ne demek olduğunu biraz da olsa kavrayabilir. Hülasa arzularını değil de o arzulara ulaşırken izlediği yolu önemseyen birisi arzularının peşinden körlemesine koşan birine nazaran daha bilge birisidir.