1. Aslen adapazarlıdır. Liseyi bursada okumuş, sonra İstanbula atmıştır kapağı. Genç erkeklerden hoşlanırmış rahmetli. Öykücülüğündeki sembolizm ve kapalılık oradan geliyor sanki. Ve asabiymiş biraz. Kavgacıymış. Bir gün şapkasını kafasına geçirip, bir lokantanın camına kafa atarak içeri girmiş. Bir tokatlama olacaksa, Ahmet Arif i o tokatlardı bence.

    Edit: madem bir sevap işledik, bari tam olsun. bana yukarıdaki kanaati veren parçayı aradım buldum. 'ın yakutiler kitabı, sayfa 56. biraz aktarayım da damaklarımız dil lezzeti alsın.
    "1946 yılı belki de yıldızın parladığı son anlardı; İstanbul yavaş yavaş rahat yaşanan bir yer olmaktan çıkıyordu, şehre bir taşralı, köylü akını başlamıştı, hem de bu gelenler Cumhuriyetin onuncu yılında köyle kenti yaklaştırmak için getirilerek gelen cinsten değildi! Yalovalı bir karı kocayı anımsıyorum, kadının en hoşuna giden, kibrit çakılınca yanıveren havagazı ocağı olmuştu, gazın havagazı saatinden geldiğini öğrenince bir tane alıp köyüne götürmek istemişti... Şehre yeni başlıyan bu taşralı akını Anadolu'dan işsizlik, fakirlik, harbin getirdiği sıkıntılardan kopup gelmiş bir kalabalıktı; bugünkü gibi istila ve işgal eder gibi değil, ayakkabılarının ucuna basa basa havayı koklıyarak giriyordu bu kalabalık, hiçbir zaman burjuvazisi olmıyan, olmamış olan bu toplumda bu olay, kırk yaşında kızamık çıkarmaya benziyordu, ilerinin burjuvazisi olacak bu toplum tabana yerleşmiye başlıyor, köprü başlarını tutuyordu... Seçimlerin yaklaştığı yıldı, Halk Partisinin sinirlerinin adamakıllı gergin olduğu sıralardı; çiçek pasajında Haçik'in birasını yudumlarken Orhan Veli, Sait Faik ve daha başka yazar çizerlerle tanışmıştım, bazen pasajda bazen de Cumhuriyet'te buluşurduk; ara sıra paysage dönüşü resim takımlarım elimde gittiğim oluyordu; Sait Faik palete tablet diyordu. Bir akşam Haçik'te Orhan Veli bana Galata Köprüsü adlı şiirini ithaf etmek istediğini söylemişti, bu pek büyük şerefi hak edecek birisi olmadığımı söyleyip kabul etmedimdi, Orhan Veli her zamanki nezaketiyle bir şey söylemedi, belki de içinden kırıldı, insanın sevgiye her zaman gönlü açık olmalı, şimdi pişmanım doğrusu... Bir gün Sait Faik bana hikayelerini, kitaplarını okuyup okumadığımı sormuştu, bir iki hikayesinden başka bir şey okumadığımı söyleyince katıla katıla güldü, ha işte demişti, doğru dürüst dost olunacak bir adam bulduk nihayet! Çok büyüğümüz olduğundan yanında ben oldukça çekingendim, ayrıca ne yapacağı da belli olmuyordu bazen, bir akşam Orhan Veli, ben, Sait Faik daha bir kaç kişi Opera Sineması'nın girişindeki Paskal dediğimiz yerde içiyorduk, tezgahta yüksek iskemlelerine tünemiş bir kaç kişi vardı, elektrikler sönmüş masalara mumlar dikilmişti; koskoca bira fıçısı geldi o sıra, garsonlar oflıya poflıya döşemede açılan kapaktan indirdiler fıçıyı güçlükle, o sıra Sait Faik yerinden kalkıp tezgahta yemeğini yiyen birisine bir tos vurmasıyla adamcağız teker meker iskemlesinden deliğe yuvarlandı kayboldu; ne yapacağımızı şaşırmıştık, adam meğerse aşağıda uğraşan garsonların arasına düşmüş, ötesi berisi morarmış çizilmiş; güç halle çıktı geldi, güç halle yatıştırıldı; barıştılar... sonra sordk Sait Faik'e, adamı tanımıyormuş bile, makarna yiyişi sinirine dokunmuş:
    -Ulan insan öyle mi makarna yer, çatalına dolar da yer, yemesini bilmiyorsan yeme bari! diyip çıktıydı işin içinden gözleri çakmak çakmak..."

    (sonra cahit bey sait faik'e ilk yazılarından birini okurken polislerin kimlik sormasını, asker kaçağı olduğu için korkmasını, sait faik'in "ben size hüviyet göstermem" diyerek kalkmasını, hep birlikte karakola gidişlerini, komiserin Sait Faik'in bir hayranı çıkarak bunları kapıdan yolcu etmesini anlatıyor. özet geçiyorum. Sonra Sait Faik içelim diye tutturuyor. bir yere gidiyorlar, kapalı, cama vuruyor sait faik, içerden biri çıkıp kapalıyız işareti yapıyor.)

    "O zaman garip bir şey oldu Sait Faik zaten soğuktan kaldırdığı pardesüsünün yakalarını biraz daha kaldırdı, şapkasını başına söyle bir bastırdı ve cama bir tos vurup duvar geçen gibi öte tarafa geçti büyük bir şangırtı içinde; arkasından bir turna katarı gibi geçip kendimizi dükkanın içinde şaşkınlıktan, hiddetten donmuş kalmış bir kalabalığın ortasında bulduk bekçi düdükleri feryatlar arasında; bu sefer patron, garsonlar, bekçi, bir kaç şahit müşteri, biz yine o geldiğimiz yoldan ters yüzüne karakolun yolunu tuttuk..."

    #225131 bahargeliyorilerliyoryeminler | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0şair, yazar