1. insan canlısının tam olarak nereye denk düştüğünü anlamlandıramamasına rağmen sahip olduğu en ayrıcalıklı eylemlerden bir tanesi, bir şey hakkında var olan bilgiye sahip olma kabiliyeti.

    başka canlılarda bilmenin belirli formlarının olduğuna eminiz; lakin, bizim algıladığımız şekli ile var olan bilme eyleminin diğer canlılar için de geçerli olup olmadığı henüz muallak tarafta kalan bir tartışma. daha muallak olan başka bir tartışma daha var aslında, şu sıralar yeniden aklımı iyiden iyiye kurcalamaya başlayan. fenomenolojik yaklaşımda sorarsam soru şu "şeye" dönüşüyor: bir şey olarak bildiğimiz bir şeyi nasıl bilebiliriz? daha insani bir vaziyetle soracak olursam şöyle bir soruya sahip oluyorum: sahip olduğumuzu düşündüğümüz bir bilginin doğru olduğundan emin olmak mümkün müdür? bir bıçkın delikanlı olsaydım, sorum daha cüretkar oluyor: yahu nedir şu bilgi ve bilmek?

    epistemolojinin tartıştığı temel sorulardan birisi, bir şeyi bildiğimize nasıl emin olabiliriz sorusudur. epey zaman evvel platon'un bilgiyi olarak açıkladığı bilgi kuramının geçersiz olduğu kimi durumların olabileceğini, 'in 1963 yılında yazmış olduğu "" adlı iki sayfalık bir metinle anladık. yani kimi skeptik tutumları bir kenara koyarsak platon'un bilgi kuramı 2000 yıldan uzun süre saltanatını sürdürdü. peki günümüzde ne durumdayız? problemi biraz daha detaylı inceleme vakti.

    öncelikle bir bilgiye sahip olmak için o bilgiye dair bir inanca sahip olmamız gerek. bu noktada inanç; var olan bir yargı, durum, olgunun farkında olmak anlamında olabilir. şöyle düşünelim: diyelim ki şimdiye dek kulzos'ta konuştuğum yazarların listesini yaptığım bir not defteri var bilgisayarın sol tarafında. size bunu söylemeden evvel, bu not defterine dair herhangi bir inanca sahip olamayacağınız için bu deftere dair bilginiz de olamazdı. fakat inanç ile bilgi arasındaki fark nedir? şayet benim yanımda bir defter yoksa, böylesi bir bilgi olamazdı lakin siz hala böylesi bir inanca sahip olabilirdiniz. örneğin; ben, şu anda bu cümleyi okuyan kimsenin çok mutlu olduğuna inanabilirim. bu inanç doğru mudur? umarım ama sanmamaktayım. budan dolayı her inanç bir bilgi değildir. bu ayrımı sağlayan şey nedir öyleyse? yani inancı doğru kılmayı nasıl başarabiliriz? bu noktada devreye gerekçelendirme giriyor.

    herhangi bir yazarın benden, bilgisayarın yanını da gösterecek bir fotoğraf çekmemi istediğini düşünelim. bu fotoğrafı o yazara gönderdiğimde, ve bahsi geçen yazar bu fotoğrafı sözlüğe yüklediğinde, elinizde bir veri olmuş oluyor. yani ben size, bilgisayarın yanında, konuştuğum yazarların isimlerinin yazılı olduğu bir defterin olduğunu nereden biliyorsunuz diye sorsam; bu defterin öylesi bir konumda olduğunu gösteren fotoğrafı gördüğünüzü söyleyerek yanıtlayabilirsiniz. işte bu noktada doğru olan inancınızı gerekçelendirmiş oluyorsunuz. bu durumda siz, bilgisayarın yanındaki konuştuğum yazarların isimlerinin yazılı olduğu bir not defterine dair gerekçelendirilmiş doğru bir inanca sahip olmuş oluyorsunuz. hasılı, söz konusu not defterinin durumunu biliyor, o not defterine dair bir bilgiyi edinmiş oluyorsunuz. işte bu durum tam olarak internet aracılığıyla edindiğimiz "bilgileri" bir bakıma çözümlemekte. lakin bu noktada kimi problemler ayyuka çıkıyor gerekçelendirilmiş doğru inançla alakalı. inanç fenomeninin kendisi de sorunlu elbette. fakat o kısmındaki tartışmalar daha çok zihin felsefesi ile ilgili kısımları kapsamakta ve ben zihin felsefesini son derece gereksiz bulduğum için bu kısma dair sorunları es geçmek niyetindeyim. odaklanmak istediğim kısım gerekçelendirme kısmı.

    bir metinde platon'un eksik kaldığını göstermek ve 'in katkısının önemli olduğunu aktarmak için şöyle bir düşünce deneyine gitmiştim: diyelim ki kör bir birey bir sokakta ilerliyor. görme yetisi haricinde tüm vücut fonksiyonları mükemmel çalışan bu birey, bir sokaktan geçerken mükemmel bir ekmek kokusu alıyor. kokunun geldiği fırını daha önceden bildiği için şöyle bir bilgi paylaşıyor arkadaşıyla: şu anda sağ tarafımda açık bir ekmek fırını var. fırın tarafından gelen taze ekmek kokusu, daha öncesinde bulunduğu konumun sağ tarafında bir fırın olduğu bilgisiyle birleşince, bireyi sağ tarafta açık bir fırın olduğu bilgisine götürüyor. diyelim ki bu bilgi doğru. sahiden bireyin sağ tarafında açık bir fırın var. birey inanıyor, bilgi doğru, kokudan dolayı gerekçesi de var. ! birey, kusursuz bir bilgiye sahip. lakin değil. diyelim ki birey kokuyu bahsi geçen fırından dolayı değil de fırının tam sırtında kalan, bir paralel sokaktaki fırından alsın ve ilk olarak bahsettiğimiz bilinen fırın o esnada kapalı olsun. sağ tarafta açık bir fırın var bilgisi, kendisini öncesinde bilinen fırın bilgisine yaslıyordu. bu sayede sağ tarafta açık bir fırın var diyebiliyordu birey. fakat açık olan fırın ilk fırın değil. bizim duyduğumuz cümle nedir? sağ tarafta açık bir fırın var. cümle tamamen doğru. fakat gerekçelendirme yanlış. sağ tarafta açık bir fırının olduğu doğrusu bir bilgi değil mi bir başkası için? kesinlikle öyle. fakat apaçık ki bizim esas bireyimiz yanılıyor. bu durumda gerekçelendirmede yaşanılan bir aksaklıkla karşı karşıya kalıyoruz. lehrer bu durumu ancak ve ancak ek bilgilerle aşabileceğimizi söylüyor. bir de ekliyor ki birey kendi içinde bir güvenilirliğe sahip olmalıdır. yani, gerekçelendirmemizin doğru bir gerekçelendirme olduğunu anlayabilmek için, gerekçelendirmeye dair ek bilgilerin güvenilirliğini kendi içimizde var ettiğimiz özgerekçelendirmeyle sağlama almalıyız. problem çözüldü mü? ne yazık ki hayır. ek bilgilerin gerekçelendirmesi için de ek bilgilere sahip olmamız gerekirse bu bizi sonsuz bir uğraşa götürür çünkü.

    kısacası bir şeyi bilme meselesi bana kalırsa felsefenin en büyük sorunlarından birisi. yaşamın anlamı, neden buradayız gibi sorular en temel sorunları değil miydi felsefenin, diye soruyor olabilirsiniz. hayır, değil. çünkü nereden biliyorsunuz burada olduğunuzu?
    #190079 docendo discimus | 5 yıl önce
    0eylem 
  2. acıyla umudu aynı anda verir. acının karamsarlığına kapıldığında uçuruma, umudun kapılarına getirdiğinde ise aydınlığa götürür.
    0eylem 
  3. Ne kadar çok bilirsek, o kadar az öngörebiliriz. Bilerek daha doğru tahminlerde bulunuruz mantığı ile baktığımızda bu öneri anlamını yitiriyor gibi sanki. Durumu bu düz mantıkla anlatmak pek doğru sonuca erdirmiyor insanı. topladığımız çok sayıdaki veriyi analizde hesaba kattığımızda da işler iyice yoldan çıkarak tahmin edilemez hale geliyor.

    Eskiden bilgiye erişim kısıtlıyken insanlar yavaş yavaş biriktirir ve günlük yaşamdaki dinamikler sakin bir ritimle değişime uğrardı. Dolayısıyla geleceği tahmin etmek, döneme ait bilgiye hakimlik daha kolaydı. Günümüzde ise bilgimiz hızla artıyor ve dünyayı gitgide daha iyi anlıyoruz. sadece teoride tabi. Aslında anladığımızı sanıyoruz. Birikim çoğaldıkça zihinde daha büyük dalgalanmalara neden oluyor, zamanla günümüzü anlamakta ve geleceği öngörmekte daha zorlanır hale geliyoruz. Hızla edinilmiş bilgiler o hızla da miadını dolduruyor. Mesela 2050'de Türkiye'de siyasi sistemin ne olacağını, insanların ne şekilde istihdam edileceğini ya da işsizliğin ne oranda olacağını, yeni doğacak mesleklerin ne olacağını tahmin edemiyoruz.
    #240860 iyibiriz | 4 yıl önce
    0eylem 
  4. Uygulamakla beraber değilse bir gücü olmayan.

    #278044 taro | 3 yıl önce
    0eylem 
  5. şiiri.

    *****
    tutkuların evinde savaş kırıkları var;
    kül olmuş bir bütün'ün yonga yanıkları var.
    eski özlemlilerin yeni bahçelerinde,
    anı kuyularının suskun çığlıkları var.
    #278100 laz ziya | 3 yıl önce
    0şiir