1988 doğumlu ingiliz doom metal grubu. "gothic metalin mihenk taşı" ve "melodik death metalin sayılı temsilcilerinden" olarak da nitelendirilirler. vokal değişikliklerini saymazsak, candlemass ile birlikte "doom metal içinde en uzun süre bir arada kalabilmiş elemanlardan oluşan grup" etiketine de sahip olduklarını düşünüyorum.
ingiltere'yi avrupa sayıyorsanız, üretkenlikte avrupa çapındaki metal grupları arasında en iyisi diyebiliriz paradise lost'a. her yıl albüm, derleme, single ya da konser kayıtlarından oluşan bi' şeyler satışa çıkarmışlıkları var. hiçbir zaman "dağılıyorlar mı acaba?" endişesi yaratmadılar. yaptıkları müzik bana her zaman zevk alabileceğimden daha depresif geldi. doom metalin köklerini inşa etmiş gruplardan biri olarak, candlemass'ın yer yer "sıçarlar böyle hayata, biraz ortalığı dağıtalım" tepkisine tepkisizlik, uyuşma ve özellikle "hepimiz yalnızız. bunun acısını da yalnız çekeceğiz" mottosuyla cevap vermiş bir gruptan bahsediyorum. grubu hemen hemen hiç takip etmemiş biri olarak, tragic idol şarkılarını 2010'larda duymadığım bir metal barı yoktu. zaten son albümleri obsidian satışa sunulalı henüz 15 gün olmasında rağmen, albümle ve genel olarak grubun aldığı yolla ilgili çığ gibi değerlendirme yazısı yazılmış. popülerlik ölçeğinde sanırım "thrash'in metallica'sı varsa, doom'un da paradise lost'u var" denilebilir.
obsidian aslında 2 parçaya ayrılmış bir albüm. ilkinde yeni şarkılar var (bonuslarla birlikte 11 şarkı). albümün bir de "paradise lost... as we dwell in quarantine" bölümü var. burada da 9 şarkı var ama şarkıların hepsi yeni kayıtlardan oluşmuyor. birkaç şarkı konser kaydı, bazıları ilahi gibi, bazıları da grubun eski şarkılarından oluşuyor. bonus bölümünün kapağı da pek hoş. bu bonus kısmı bana kaotik geldi, pek dinlemedim. bazı konser kayıtlarını mixlemeyi mi unutmuşlar, nedir; kaliteli iş gözüyle bakamadım. daha çok albümün ilk bölümüyle ilgilendim.
albümde birçok "bu paradise lost mu acaba?" diyebileceğiniz şarkı var. hani uzaktan, mırıltı halinde bir ezgi duyarsınız ve ne olduğunu anlamaya çalışırken aklınızda gruplar, şarkılar, albümler, riffler, anılar belirir ya; albümün genelindeki hava bu işte. yılların sesini eskitemediği nick holmes'un iç burkan clean vokali, iç hüznü yansıtan brutal vokali bütün paradise lost albümlerini olduğu gibi, obsidian'ı da yükselten en büyük etken. fall from grace'in yalnızlık teması (dinlerken yer yer iç çektim, o denli etkili), ghost'un jesus christ eleştirisi ("her bok olurken, sen neredesin?"), the devil embraced'in nefis piyano derinliği, hope dies young'ın tek sözle ve derin bir kadın back vokalle ince ince akan dere gibi yolunu bulması ve defiler'ın bol bol moonspell'i hatırlatması (nefis ve uzunca bir solosu da var) hoşuma gitti. albümün bu kısmının en iyisi bence hear the night. son 10 yılda dinlediğim en iyi doom metal şarkılarından biri. davulun gitarlarla kucaklaştığı, ritmin yere damlamayı bekleyen kan damlası yavaşlığı ve holmes'un sanki kutsal kitap okuyormuşçasına "a call from the grave" demesi yürek parçalıyor adeta. paradise lost'un neden doom metal içinde tür ile birlikte eriyip yok olmadığını en iyi özetleyen şarkılardan biri olmuş. ritimci aaron aedy bütün yeteneğini bu şarkıya gömmüş bile olabilir. anti-ilahi duygu ile hüznün elle tutulur bir form alıp seviştiği bir şarkı dinlemeyeli çok uzun süre olmuştu. henüz kaldırılmamışken albümü şuradan dinleyebilirsiniz.
holmes grubu dağıtmadıkça paradise lost, kendiliğinden yok olacak, doom metal tarihinin tozlu sayfalarına "vakitleri doldu" denilerek kaldırılabilecek bir grup değildi, halâ değil. önlerinde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamıyorum. şu başlığın sözlükte daha önce açılmamış olması da devasa bir küfür gibi. paradise lost'un büyüklüğünden korkup iki satır yazmaya erinmiş olanları odin'e havale ediyorum.
başka bir zamanda, 2007 çıkışlı bir symphony x albümü. içinde az bilinen şaheserleri the sacrifice'ı barındırır ki bence çok güzel bir progressive aşk şarkısıdır. albümün şarkı listesi şöyle:
1. "Oculus ex inferni" 2. "Set the World on Fire (The Lie of Lies)" 3. "Domination" 4. "Serpent's Kiss" 5. "Paradise Lost" 6. "Eve of Seduction" 7. "The Walls of Babylon" 8. "Seven" 9. "The Sacrifice" 10. "Revelation (Divus Pennae ex Tragoedia)"
İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan john milton'ın, 17. yüzyılda mevcut monarşik sisteme karşı çıktığı için atıldığı hapishanede, gözleri kör olduktan sonra yazdığı, farklı bir yaratılış ve cennetten düşme panoraması sunan epik şiiri.
"tanrı’nın suretinde yaratılmış bireylerin özgür olduklarına ve kendilerini yönetebileceklerine" inanan milton, eserde şeytandan olumsuz bir karakter olarak bahsetmez.
hristiyan kutsal metinlerine önsöz olabilecek kadar ilahi nitelikte bir yapıt. bence insanlar yahudi-hristiyan kutsal metinlerini okumadan önce bunu ve la divina commedia'yı okumalılar.
john milton bu eserini oluştururken ingilizce'nin gramerini bozmuştur. sebebi de yazı dilini latince'ye benzetmek istemesidir. yani hakikaten de adam "bu yapıt ilahi bir yapıt, eminim!" diye oluşturmaya başlamış eserini. bu sebeple de latince'ye öykünmüş.
ayrıca uyak kullanmaya karşı çıkmış, "eğer uyak kullansaydım, bu kadar güzel bir destan çıkmazdı ortaya" demiştir. uyağı şairi sınırlayan gereksiz bir teferruat olarak görmüş, daha çok ritim ve müzikaliteye önem vermiştir.