her bireyi kendine has karakter gösteren hayvan türü. bazısı severken birden bire tırmalıyor, kimisi kucaktan nefret ediyor, davranışları ve alışkanlıkları aynı evde aynı ilgiyi gören kediler arasında bile çok farklı olabiliyor.
1 buçuk haftalıkken bulmuşuz biberonla beslemişiz kakasını elimizle yaptırmışız gözleri görsün diye her şeyi yapmışız ve gözünün birini kurtaramamışız her yere yanımızda götürmüşüz yeğenimin bize gelmemesine göz yummuşuz, gecenin bir körü veteriner açtırmışız öyle değerli bir evlat o evet kedi değil evlat o. kollarım hep ısırık tırmık izi eğer bir insan bana bunu yapmış olsa onu sepetlerim ama minnak yapınca sanki öpmüş sarılmış gibi hissediyorum çünkü o çok güzel.kediler çok güzel iyiki varlar
sokaktan sahiplendiğim iki tanesiyle mutlu mesut yaşamakta olduğum minnoş hayvanlar. her sabah altıda bacaklarımı ısırarak uyandırıyorlar sağ olsunlar.
Satılacak, seçilecek, beğenilecek, onaylanacak, hoşa gidecek her şeyin ucuna tutuşturulması gereken zamanın trendi. Kedi sevemez olduk olm korkudan! Bu saatten sonra ki öğlen olmuş, kedi alayımda ölünce beni yiyecek bi hayvanım olsun, kuş salak çünkü ötüp durur diye düşünüyordum. Ama bi sonuca varamıyorum. Her şeyi trend yapan o hıyar kimse, umarım herkes üzerine tuz döker de büzüşüp kalır.
Neye eklerseniz gittiği için, her boka ay bok dedim, her şeye ekleniyor. İlk kitabınız mı? Satılmaz korkusu mu var? ekleyiver kediyi, olsun bitsin. Korkarım yakında cv'lere de eklenir. Kağıdın sağ üst köşesine bir çift minnacık göz ya da siyah tek çizgiden içi boş olarak kediyi anımsatan bir şey.
suç ve ceza bi de kedi. heri pota kedi ekonomide dinamik gelişimler ve kedi toplumların sosyolojik devinimleri, pisik reis ile kedisi
her şeyde gidiyor arkadaş. geçen gün bir kitap gördüm. kitabın yazarı, o kolejde oku bu paralı ünivde lisans yap şu şekil giyinir büyümüş. sinema bişey atölyesi kurmuş tabii ki bu birikimle. Ee demişler kitab da yazman lazım. ne yazmış? Murakami'nin kedisi. Hani garantinin bu kadarı. Murakami satıyor, bide kediyi eklersek fiiiiii. "Ya arkadaş, arkadaşın seni murakami'yle tanıştırmayaydı ne yazacağıdın o zaman?" diye sorasım gelmiyor mu? Geliyor da o zaman başka ünlüyü yazarım diycek diye korkuyorum.
Bizim evin bahçesinde var bir tane bu sıpalardan. Annem genelde bahçeye yemek koyar yesin diye. Bize yaklasmaz ama bahçeyi sahiplenmiş, biz ne zaman mutfaktan bahçeye açılan kapiyi açık bırakalım ve bahçeye çıkıp oturalim , kapinin önüne oturup biri içeri girene kadar nöbet tutuyor.
Ne içeri girer ne ev ahalisine karışır. Öyle nöbetçi gibi dikilir. Biri içeri girince de çeker gider yapraklar altındaki meskenine.
Antik Mısır'da kutsal kabul edilen kediye çıkardığı sesten hareketle 'mau' adı verilmiş ve yunan tarihçi diodorus'un aktardığına göre 'aptal' bir romalı mısır'da bir kediyi öldürmüş ve kendi evinde, çılgın bir kalabalık tarafından katledilmiş.
5-6 yıl beslediğim bir kedim vardı. ismi sarı. rengi de sarıydı zaten. aslında turuncu-beyazdı da biz sarı koymuştuk ismini. turuncu diye kedi ismi olamazdı zaten o zamanlar. birçokları isim bile vurmazlardı kedisine. kedi der geçerdi. bir iki nesil büyüklerimiz püsük felan derdi. biz kedisine isim verecek kadar onları benimseyen ilk ya da ikinci-üçüncü nesiliz herhalde. zaten besleyip, sevip-okşamaktan ziyade fareleri kovalasın diye tutulurdu kediler evde. kırsal kesimdeydi evimiz, köyde yaşıyorduk. köylüydük. köy kedileri de biraz köylülere benzer. şehir kedileri gibi değildir. kibar isimleri olmaz. benim sarı'ma minnoş desem ya da yumoş felan desem ya kıçıyla gülerdi bize ya da evi terkedip giderdi herhalde. köylüydü biraz sarı. kabaydı. biraz ben ehlileştirmiştim sarı'yı, ne kadar ehlileştirilebilirse artık. ama köylü genlerini hiç kaybetmedi sanki. beni kırmamak için bana yavşar, şirinlikler felan yapardı ama o kadar. ip yumağı peşinde koşmazdı hiç. öyle özel kumları felanda yoktu taharetlenmek için, uzaklara bir yerlere yapar gelirdi. biz hiç görmedik sarı'yı işerken ya da sıçarken. erkekti. utanırdı. belli kuralları vardı. pek bizden beslenmezdi zaten. etçildi biraz. mama felan bilmezdi. süt içmezdi. iyice ekşiyen yayık ayranına bayılırdı sarı. içine biraz da kuru yufka ekmek ufaladınmı tamamdı. bayramda seyranda kurban etinden nemalanırdı, daha doğrusu kemiklerini sıyırırdı elinden geldiğince. arada tuttuğum dere balıklarına da hayır demezdi, ama o kadar. bize yükü bunlarla sınırlıydı. masrafı yoktu. veteriner nedir bilmezdi. hastalanırmıydı bilmem ama hastalanıyorsa da bize pek belli etmezdi. kendi içinde yaşardı bunları. ama her şeye rağmen bizi severdi. beni özellikle severdi. anne-babam pek evin içine sokmasada sarı'yı, sarı bir şekilde yolunu bulur bana gelirdi. yatağıma ortak olurdu. beni üç öğün görmeden edemezdi. severdim ben. anne-babam da severdi aslında. benim kadar üstüne düşmeseler de onun eve olan katkısını inkar etmezler, onu hor görüp, ona kötü davranmazlardı. şöyle bir şeydi herhalde sarı'ya bakış açıları: mesela tavuklarımız her sabah yumurtlar, bu yumurtalar kahvaltımıza katık olurdu. ama böyle bir iyiliği olan tavukları eve ya da yatağımıza alamazdık. sarı'da öyleydi babam için. iyiliklerine rağmen onu kucaklayıp beraber uyumak gibi bir borcumuzun olmadığını düşünürdü sarı'ya. mesafeli olurdu her daim. benim hatrıma müsade ederdi evin içine girmesine. fazla da ayak altında dolaşmamalıydı ama. mesela kendi odalarına ya da mutfağa girmek yasaktı sarı'ya. sarı ilk zamanlar bu kuralı ihlal etse de bir süre sonra babamdan yediği bir kaç okkalı tekmeden sonra öğrendi babamın kurallarının çiğnenmemesi gerektiğini. diğer ev ahalisine sırnaşmadan, başkasının ayaklarına dolaşmadan sadece bana takılırdı evde. çok da durmazdı. dinlenmeye mi gelirdi bana bilmiyorum. sıcak yatağıma ortak olmakmıydı amacı yoksa benim sıcaklığımmıydı sebebini bilmiyorum bana gelişlerinin. o kadar içini açmadı bana sarı. velhasıl sarı'yı severdim. sarı da beni. dediğim gibi biz pek beslemezdik sarı'yı. bir kaç günde bir aç kalırdı. o zaman biraz ayran aşı verirdik. kalan zamanlarda kendi kendine bakabilirdi. avlanırdı kerpiç evimizin bodrum katında, ya da müştemilatta, ya da ahırda. neyle beslendiğini bilsem de pek düşünmezdim bunu bana geldiği zamanlarda. kendi de göstermesdi zaten öğünlerini. hep tok, hep tertemiz gelirdi bana. üç öğün süt içen şehir kedileri kadar temizdi benim sarı'm. yatağımda hiç pati izi olmazdı. temizler, yalar yutardı tüm kirlerini. annem kıllarından şikayet etti uzun süre, sonra sarı fazla kıl dökmemeye başladı. anladı annemi, elinden geldiğince onu da kırmadı. döktüğü az sayıda kılı da annem hoş gördü. şikayet etmez oldu. hatta zaman zaman sarı'yı okşadı bile.
6 yıllık kedimizdi. en çok benim kedimdi. bir sabah yatağımın başında, yorganımın üstünde, başımın arkasıda göremedim uyandığımda. çok tan uyanıp gitmişti belki de. aslında tembel bir kediydi.hep benden sonra uyanırdı. ama o sabah benden önce uyanmış ve gitmişti. genelde ilk uyandığımda onu görürdüm. yatağımın çevresinde değilse de, lavaboya gidene kadar bir şekilde beni bulur, ayağıma dolaşırdı. maalesef o gün yapmadı bunu. yoktu. bakındım etrafa, odaları aradım, balkondan göz attım bahçeye, seslendim. ama ses vermedi. yoktu. kahvaltımı yaptım alelacele. aklım hep sarı'da. keyif çayımı içmeden bahçeye indim. bahçeyi didik didik ettim. garajı aradım. yok. yok oğlu yok. bekledim kapının önünde. 2-3 saat. belki daha fazla. dolandım öyle etrafta. belki yarım paket sigara tükettim o bekleyişte. ama nafile. bir ses yok, görüntü yok. köpeğime sordum. kulübesini kolaçan ettim. ağzını aradım. kan kırmızı bir iz aradım. yok. köpeğimin de günahını aldım. sonra annem seslendi. eve gittim. annemde üzüldü. hem kediye, hem bana. sonra dama çıktım. hava alayım, yüksekten etrafı izleyeyim istedim. güvercinlerimi havalandırayım, zaman geçireyim istedim. elbet çıkardı bir köşeden. karnı acıkırdı, susardı belki. ne bileyim, belki beni özlerdi. bir sürahi de su aldım dama çıkarken. ak güvercinlerimim, mini mini, 5-6 günlük yavrularının su çanağını doldurayım diye. ikinci şok. yavrular yok. iki tane. tüyü bitmemiş yavru yok ortada. ayaklarının bile üstünde duramayan, çıplak yavrular. annesi dolanıyor ortada. küçücük kümesinde dört dönüyor. telaşlı. diğer güvercinler huzursuz. bağrış-çağrış. yavrular yok. sadece 3-5 damla kan izi.
yavruları zaten göremezdim o saatten sonra ama beraber büyüdüğümüz, çocukluğumu, ilk gençliğimi beraber yaşadığımız kedimi, sarı'yı da hiç görmedim sonra. yok oldu. gelmedi bir daha. görmediğim gibi, göreni de görmedim. görsem ne yapardım onu da bilmiyorum.
velhasıl kediler garip hayvanlar. suçluluk duygusuna sahipler. bir çok insanda olmayan suçluluk duygusuna sahip kediler. insanlar gibi suçu işledikten, kötülüğü yaptıktan sonra ,öyle pişkin pişkin, hiç bir şey olmamış gibi, yüzü hiç kızarmadan karşına çıkmıyorlar. asalet dedikleri bu olsa gerek.
sahiplenilip evin içinde büyütülmesi canlı sevgisi gerektirdiği kadar sabır, anlayış, empati ve vicdan da gerektirir.
eğer sahiplenmeyi düşünen ya da her gördüğü öksüz yavruya karşı hisler biriktirenler varsa, önce şunları okusun:
- sahipleneceğiniz kedi evin bir ferdi değil, evin sahibi olacak. her şeyi ona göre düzenlemek zorunda kalacaksınız. nasıl ki bir bebek doğunca o evin her yeri o bebeğin gelecekteki hayatına göre şekilleniyor, kediyi eve aldığınız andan itibaren bu da böyle olacak. iki gün sonra "yaae kuma değil de, benim pantolonun üstüne işemiş gene" diye zırlamayın, bunun yerine kumunu daha sık temizlemeye çalışın.
- evdeki bütün odaları, mutfağı, *koridoru ve tuvaleti tüy kaplayacak. halı yerine kilim seriyorsanız, onları da sermemeye başlayacaksınız çünkü kilimleri tüyden temizlemek oldukça zor bir iş. "her yer tüy oldu gene yaae, sıçıcam artık böyle işe" demeden önce oturup soluklanın ve tüyleri kısaltılabilen bir türe mi sahip olduğunuzu araştırın.
- etrafınızda temizlik delisi arkadaşlarınız varsa, evlerine gittiğinizde size mumya gibi bakacaklar. çünkü üzerinizdeki tüyleri yalnızca siz görmemeye başlayacaksınız bir süre sonra. böyle arkadaşlarınız varsa, onlarla iletişiminizi kesip kesemeyeceğini düşünün öncelikle. sonra saçma sapan kararlar alma noktasına gelmeyin ("kediyi mi evden atsam yoksa x'in evine gitmesem de dışarıda görüşmeyi mi teklif etsem?")
- "olm, çok basit lan. kumunu, mamasını, suyunu hazır ediyorsun, bu kadar" diyen zevzeklerin sözlerine inanmayın. yavru olarak sahiplendiyseniz aşıları olacak gırla; biraz büyüyünce kısırlaştırıp kısırlaştırmama kararını vereceksiniz ve her iki kararda da masraflarınız artacak; yabancılardan hoşlanmayan bir kediniz olursa, veterinere götürebilmek bir zulüm haline gelecek; hiçbir insanla arası iyi olmayan bir kediniz olursa, tırnaklarını kesemeyecek, bütün koltukların kollarını tek tek parçalamasını sessiz sedasız izlemek zorunda kalacaksınız.
- "kediler çok iyi huylu yaae, otur otur, kalk kalk" diyenlerin ağzının ortasına topuğunuzla vurun. kediler çevrelerindeki insanları bir süre sonra büyük kediler olarak görürler ve otoritelerine boyun eğmek zorunda kalırlar. ama bu demek değildir ki atarlanmayacak, "sen benim kim olduğumu biliyor musun?" pozlarına bürünmeyecek. dakikalarca kendini sevdirdikten sonra ters takla atıp zıplayarak yüzünüzü tırmaladığında, o kediye karşı iyi duygular hissetmeyeceksiniz. aklınızda olsun.
- "istemediğim bi' şey yaparsa döverim, aklı başına gelir" diyenleri kodese atmak lazım (cezaevine kodes deyince gelen özgüven). kediler sizin onlara şiddet göstermenizden etkilenmezler. büyük kedisin sen onun gözünde, otorite zaten sende. ama boşluğunu bulduğunda, senin istemediğin, her yaptığında sinirlenip bağırdığın davranışları daha sık yapmaya başlayacak. böylece kazanan gene o olacak. hem şiddet gösterenin "gücünün yettiğine" diye bir kıstası olamaz. bugün kedisini döven, yarın sokaktaki herkesi kurşuna dizebilir. şiddet, şiddettir. hayvana şiddet uygulayınca ismi çiçek olmuyor, gene şiddet oluyor.
- kısırlaştırmaya karar verip bunu uygulattığınızda, sorumluluğunuz daha fazlalaşacak. evdeki kedi sayısının 1'den fazla olduğunu düşünürsek; mamayı ayrı ayrı koymak zorunda kalacaksınız. gramaj kontrolünü iyi yapmanız gerekecek. kısır kediler sık acıkır, "mama versene lan artık kuruduk burda" diye üzerinize atlayacaklar, gecenin köründe bağıracaklar. "kısırlaştırmamış mıydık bunu biz ya, neden bağırıyo ki?" diyerek salağa yatmayın. kilosuna dikkat edin çocuğun.
- "tatile giderken ayşe'ye ya da ahmet'e bırakırız yaae, n'olcak ki?" diye düşünmek en büyük hatalardan biridir kedi sahipleri için. çünkü o ayşe ya da hakan'ın ya bir işi çıkar ve şehirdışında olurlar ya da tam sizin tatile gideceğiniz hafta misafirleri gelmiş olur. evinizin anahtarını verip onların kediye göz kulak olmalarını istemek daha da zor bir karar. sonuç olarak; uzun süreli tatile çıkmak bir hayal olabilir sizin için. aklınızda bulundurun.
evcil hayvan sahiplenmenin yolu barınaklar ya da sokaklardır. pet shop'lara gidip parayla hayvan satın alınmaz. eğer alıyorsanız hem suç işliyorsunuz hem vicdani olarak tam bir berlin duvarı'na dönüşmüşsünüz demektir. siz kim, hayvan sahiplenmek kim? sizin vicdanınıza sıçayım.
evcil hayvan satıldığını gördüğünüz pet shop'ları lütfen şikayet edin.
ne kendi istediğinizi yaptırabildiğiniz ne kendi bildiğini okuyabilen ne de insanlarla birlikte yaşamaya tamamen uygun olan bir hayvandır.
birden fazla kedili bir evde illa ki bir kedi aç kalıyor. yani istediğinizi yaptıramıyorsunuz ("yavrum, kendininkini ye sen, öbürkünün mamasına bulaşma" demekle olmuyor). kendi bildiklerini de okuyamıyorlar. zira (gene birden fazla kedili ev düşünün) illa ki evde bir hiyerarşi oluşuyor/oluşturuyorlar. böylece birbirlerinin karakterine göre şekil değiştirmek zorunda kalıyorlar. yani kendi bildiklerini değil, ortama uyum sağlamak için gerekeni yapmak zorundalar. üzüldünüz, di' mi? hiç üzülmeyin. uyum sağlamak zorunda oldukları ortamın içinde siz de varsınız.bu da, evde sizin istekleriniz değil, uyumun nasıl olacağına yönelik istekler kabul görecek demektir. ilk başta saçma geliyor, "ulan, küçücük hayvan bu. ortamın uyumu uğruna isteklerine nasıl boyun eğebilirim ki?" diye düşünüyor insan. ama karşınızdakinin insan davranışlarını çözme konusunda tam bir uzman olduğunu unutuyorsunuz işte. o da bunu unutma ihtimalinizi hesaplayıp -örneğin- yatağınıza sıçıyor, gecenin köründe kumdan çıkıp koşarak mışıl mışıl uyuyan sizin en nazik yerlerinize bombalama atlıyor, "kendi kendime oyun oynuyorum ben yaae" hesabına evdeki hemen hemen bütün kilimleri lime lime ettikten sonra kaçtığı koltuğun arkasından size sevimli sevimli bakıp "şimdi avcuma düştün" diyor.
daha uzun süredir birlikte yaşasak da, son 2 yılımı evdekileri anlamaya ayırdım ben. ses tonuma göre nasıl davrandıklarını az çok çözebiliyorum artık ama gene de bazı noktalarda bana "bok anladın" diyorlar. mıymıntılığıyla ünlenmiş bir kedi türüne sahipseniz, cinnet getirme eşiklerinden eşik beğenmek zorunda kalıyorsunuz. benim oğlanın babası iran kedisiydi. tip olarak olmasa da, huylarının hepsini almış. aynı mıymıntılık, aynı kendi kendine dakikalarca mırıldanmalar, aynı hastalıklı bünye... karakter olarak ise, annesiyle tamamen zıtlar ve aynı ortamı paylaşmak zorundalar. annenin hamile kalmadan önceki haşarılığı bu piç kurusuna da geçmiş. ama anne "benim artık o taraklarda bezim yok" dediği için birlikte pek oyun oynayamıyorlar. çünkü anne artık evin sahibesi olduğunu belli ediyor. oğlan ise, bütün bunların bir oyun olduğunu düşünüyor gibi görünerek -örneğin- sıçtığı bokun üzerini kumla kapatmıyor. "acaba kuma mı alışamadı?" diye 50 tane kum değiştirmişliğim var. bebekliğinden beri durum aynı. biraz araştırıp veterinere de sorunca, bu "bokun üzerini kumla kapatmama" durumunun, evdeki otoriteyi eline geçirme çabalarından biri olduğunu anladım. yani paşam diyor ki "o kadar genişim ve kendime güveniyorum ki, sıçtığım bok bile saatlerce tütecek, benden başka hiçbir canlı tuvalete giremeyecek; buna insanlar da dahil". daha neler neler var. birkaçını yazayım aşağıya:
- koltukları ya da tırmalama tahtasını tırmalama şekli: ben, anne yavruyken almayı düşündüm bu zımbırtıyı, sonra da vazgeçtim. 2 tane tekli koltuğu ona bıraktık, istediği gibi tırnaklarını kaşıyor, ölü tırnakları döküyor. ama durum ne yazık ki bu kadar basit değil. anne tekli koltuklardan birinin koluna çıkıp ön patilerini gerinir gibi uzatarak tırmalıyor. oğlan ise, koltuğa atlamadan, yerden koltuğun oturulacak yerine doğru uzanarak tırmalıyor. birinin tırmalama şekli yatay, diğerininki dikey. dikey tırmalama gene otorite gösterme çabasıymış. şok oldum ben bunu öğrenince. oğlan bazen annenin uyukladığı koltuğa gidip uzun uzun ve bolca ses çıkartarak bunu yapıyordu ama önemsemiyordum. demek ki durumlar farklıymış.
- başka bir kediyle oyun oynarken kavga eder gibi sesler çıkarma: gene otorite kurma çabası. özellikle oğlan 1, 1 buçuk yaşına geldikten sonra bizimkilerin oyunları, çölde uçuşan çalı yumakları şeklini aldı. kısa sürse de, çıkan sesler ve çevrelerindeki hiçbir şeyi gözlerinin görmemesi (sehpaya çarpıp bardak kırma, kablolara dolanma gibi risklerden bahsediyorum) hep tedirgin etmişti beni. veteriner de bana şunu dedi: "senin belli şiddetteki seslerin onlar için "buraların hükümdarı benim. akıllı olun" anlamına geliyor. oyun-kavga durumlarında o sesini kullan". bağırdım olmadı, kükredim olmadı, nazikçe uyardım olmadı. en son isimlerini uzatarak söylemeye başladım. bu sefer oldu. ses frekanslarıyla araları çok iyi olduğu için o anda ne yaptıklarına bir reset atıp "emir büyük yerden" ruh halinde kuyruklarını dikerek yanıma gelmeye başladılar. bikaç saniye önce yerlerde yuvarlanan, bardak deviren, koltuğa büyük bir hızla çarpıp koltuğun yerini değiştiren bendim sanki.
- kediler insanları büyük kediler olarak görür ama itaat etme kısmı çok karışık: daha önceki bir girdimde yazmıştım ama bu başlıkta değildi. büyük kedileriz biz onların gözünde. dev gibi 4 tane ayağı olan, kuyruğu nedense olmayan, uzuvlarındaki tüyleri hiç yalamayan hayvanlarız. bu girdinin başında ortama uyum sağlamaktan bahsetmiştim. siz büyük kedilersiniz diye bütün güç sizin elinizde olamaz tabii. büyük kediliğe uyum sağlayabildikleri kadar size itaat edecekler, gerisini boşvereceklerdir. yahu, benim mıymıntı oğlanın geceleri bir huyu var: mamanın olduğu odanın kapısını dakikalarca yavaş yavaş tırmalamak. ama böyle "çat, çat, çat" diye değil, tırnağının ucuyla yukarıdan aşağıya doğru, kapının bütün akustiğini yakalayarak yapıyor bunu. tam bir freddy krueger var evde yani. ve tabii ki ağlamaklı da bir sesle birlikte... ilk zamanlarda ben bunu bir hastalık alameti olarak görmüştüm. veterinere de sordum ama kuyruk sokumundaki kırık veya belindeki kayma hariç, pek bi' sorunu yok. bir süre gözlemledim ben de. uyumuyorsam da geceleri belli saatlerde bunu yapıyor. karnı aç ya da tok; o da fark etmiyor. "sevgi istiyor yaae" demeden önce çepeçevre bir düşündüm, irdeledim, bol bol gözlemledim ve şuna karar verdim: oğlan bu sesi belli saatlerde çıkartarak ve kapıyı tırmalayarak beni ayağına getirmiş oluyor. böylece "aslında güç senin elinde değil, akıllı ol" mesajı veriyor. e tabii, ben bunu anlayana kadar esiri olmuştum. bir kedi onlarca kere uzaktan kendisine bağırılmasına, garip garip sesler çıkartılıp oradan uzaklaştırılmaya çalışılmasına rağmen, bu davranışı tek bir sebeple sürdürebilir: otorite kurma ihtiyacı.
- "büyük kedi tuvalete girdi, artık savunmasız": özellikle kendini sevdiren (ya da daha doğrusu kokusunu bırakabildiği insanı iyi seçen) ev kedilerinin çoğu, evdeki popüler kişi tuvalete girdiğinde, onunla birlikte tuvalete girer. klozete oturduğunda da bacaklarına dolanır, bacak arasına sığmaya çalışır, onu uyuz eder. oğlan ufakken benim pijama altımın içinde, bacaklarımın arasına kıvrılıp uyuyordu ben her tuvalete gittiğimde. dakikalarca biraz daha uyuklamasını beklemişliğim çoktur. tuvalete girip kapıyı kapattığımda da, gene kapı tırmalama ve garip sesler çıkarma merasimi başlıyordu. büyüdükten sonra ise, klozetin karşısına geçip oturarak beni izlemeye başladı. ben orada 15 dakika geçiriyorsam, o da 15 dakika beni izliyor. "hayvanın psikolojisi bozuldu" dedim ben önceleri. ama durum bundan daha karmaşık olmalıydı. gene gözlem yaptım. günde 2 kere tuvalete giriyorsam (işe gidiş ve işten geliş kısmında evde değilim tabii), bunu sadece klozet kapağının üstüne oturup beklemelerle 5-6'ya çıkarttım. mantıkları şöyle: "tuvalete gittiğimizde savunmasız oluyoruz. bu büyük kediler de aynı oluyordur. onlara bütün kokularımızı bırakırsak, evdeki diğer canlılardan belirgin bir şekilde ayırt edileceklerdir. hatta biraz da zorlarsak, bütün isteklerimizi yerine getirecektir çünkü bu büyük kediler koku bırakmamızı ilgi zannediyorlar ve çok fazla ilgiden sıkılabiliyorlar". birkaç arkadaşıma da sordum bu durumu. onlar da kedilerinin hemen hemen aynı şekilde davrandıklarını söylediler. tuvaletin kapısında nöbet tutup evdeki diğer kedi ya da kedileri o büyük kedi tuvaletten çıkana kadar oraya sokmayanları bile varmış.
- en yüksek yer, evin tek hakiminin yeridir: eh, bunu biliyorsunuzdur. yarasaların da yaptığı gibi, kediler de en yüksek yere tüneyip çevreye hakim olmak ister. bu çevre ister ev olsun, ister sokak; fark etmez. demir çöp tenekelerinin tepesinde, klima motorlarının üstünde, ağaçların en yüksek dallarında oturmak isteme sebepleri temelde bu. benim evdekilerde durum biraz garip: oğlan yüksek yerlere atlayamıyor. en fazla koltuğun oturma yerine kadar zıplıyor. anne ise, sanki oğlan onu doğurmuşçasına atletik. kaldığım bir önceki evde duşakabinin etrafını kapatan o plastiğimsi zımbırtıların üstünde oturuyordu. oda kapılarının üst pervazlarına dikey olarak oturabiliyordu (evet, kapının üstündeki o incecik yerden bahsediyorum). bu evde de birkaç kez aynı davranışları sergilemiş olsa da, kendisine en yüksek yer olarak tüplü televizyonun tepesi, kütüphanenin tepesi ve koltukların tepesini seçmiş durumda. oğlanla oyun-kavga merasimlerinden sonra kaçtığı ya da kendince saklandığı yerler buralar. oğlan ise, yerden ona melul melul bakıyor tabii. annenin bu tepelerde uyuyakalmışlığı da var. yani böyle tepeler, çevre neresi olursa olsun, her zaman için hakimiyetin belirlendiği yerler oluyor.
çok yazdım be. hem yetim hem öksüz bir anne ile sadece yetim olmasına rağmen, kısmen engelli bir oğlandan oluşan bir canlı grubuyla aynı evde yaşamak insanı fena halde gözlem yapmaya itiyor. gerçi yer yer kafayı yeme sınırlarına gelip onlarla muhabbet bile edebilyorsunuz. ama olsun; o da olsa olsa nazar boncuğu olur zaten.
çıkarttıkları seslerle ilgili oldukça yanlış ve kanıksanmış bilgiler olan heyvan.
miyavlamalarını, biz büyük kediler olan insanlar hep "ayy, canım yaae, ilgi istiyor" gibi bencil bir mantıkla yorumluyoruz. şurada da genellendiği gibi değil bu durum. boşuna hit kazandırmayın bunun gibi sitelere.
evde barınan kedilerin birbirleriyle iletişim kurarken hiç miyavlamadığına dair bir bilgi kırıntısıyla başladım ben bunu araştırmaya. ilk işim, tabii ki, elimin altındaki iki yaratığı gözlemleyerek deney yapmaktı. gerçekten de, ister kavga-oyun modunda olsunlar ister sadece su kabının önünde karşılaşmış olsunlar; evdeki insanlara karşı çıkarttıkları sesleri çıkartmıyorlar. buna mantıklı bir çerçeve inşa etmek için şöyle düşündüm: "ulan, evdeki annesine gidip neden mama vermesini istesin ki? senden isteyecek tabii" ve "kumu pislenince annesinden temizlemesini istemeyecek, senden isteyecek". gene bencil bir bakış açısı ama en azından bir çerçeveye oturtulabiliyor.
birkaç link vereyim, sonra gene devam edelim bu ses çıkarma konusuna:
evrimleri (sayfada ses kelimesini aratırsanız, evinizde beslediğiniz kedinin hangi kedigille ses açısından yakın olduğunu görebilirsiniz)
hangi sesler ne diyor? (aslında temel olarak bu linkte bahsedilenleri anlatacağım ama olsun, kaynağı sağlam yere demirleyeyim)
birkaç tür ses çıkarıyorlar. benim evdekilerde miyavlama (böyle uzun uzun, tekdüze), mırlama (kucağınıza laps diye atlayıp elinizdeki kitabı bırakmaya zorlarken çıkardıkları ses hani), tıslama (veterinerde aşı olunca), kızışma sesi (adından belli, uzun süreli devam etmesi halinde cam çerçeve indirmeye zorlar insanı) ve kavga öncesi garip sesler (sokakta yaşayanların gün içinde sık sık çıkardığı sesler) var.
miyavlama: kediler birbirleriyle iletişim kurarken bu sesi kullanmazlar. çıkarabilmeleri ayrı bir konu, bunu neye karşı kullandıkları ayrı konu. "suyum azalmış göt, yenile", "mama kabım neden boş? ben mi hatırlatayım hep?", "kumumda neden küçük kahverengi şeyler var?" ve "göbeğini daha da yumuşak yap, üzerine atlayıp uyuyacağım" anlamlarına geliyor bunlar. bendeki oğlan ise, (dakika tuttum) yarım saat boyunca bu sesi aralıksız, uyku bölme amaçlı olarak çıkarabiliyor. miyavlama, kedilerin büyük kediler olarak gördükleri insanlarla iletişim aracı. sadece bize miyavlıyorlar. nedeni de isteklerini karşılamamız. hayata geliş nedenimiz bu çünkü, di' mi anasını satayım?
mırlama: gurlama, pırlama gibi yerel isimleri de var bunun tabii. genelde mırlama deniyormuş. bizim evdeki adı "motoru çalıştırmak". kediler ilk doğduklarında hem kör hem de sağır oluyorlar. annelerinin onları bulmaları için iki taraftan biri veya ikisi birden mırlıyor. bu mırlama vücudu da titrettiği ve belirli aralıkta bir frekans yaydığı için yavru kediler annelerinin memelerini bulabiliyor, anne de yavruların nerede olduğunu biliyor, götlerini temizliyor falan. yarasaların dünya'ya bakış açıları gibi işte. büyüdüklerinde ise, bu mırlama artık karakter özellikleri oluyor (bana göre tik) ve olur olmadık yerde bunu kullanıyorlar. bazı yerlerde kontrolleri dışında da bu sesin çıktığını (korktuklarında) yazanlar olmuş ama bendekiler korktuklarında klozetin arkasına geçip yüzlerini duvara dönmekten ve duşakabinin üzerine çıkmaktan başka bir şey yapmıyor. kucağınıza hiç beklemediğiniz bir anda atladıklarında bu sesi size karşı sevgi yumağı oldukları için çıkarmıyorlar yani, güldürmeyin beni =) alışkanlık bu.
tıslama: kediler bu sesi çıkarırsa, onlara yaklaşmamanız gerekiyor çünkü girdiği mod şu oluyor: "benim kim olduğumu biliyor musun?" veya "altıma sıçacak kadar korkuyorum". iki durumda da, üzerine doğru gelen ve kendi boyunun en az 5-6 katı büyüklüğünde, yere her bastığında kendi ağırlığının en az 10 katı ağırlığında ses çıkartabilen bir yaratık görüntüsü oluşacak kafasında. yardım etme isteğiniz tamamen ters tepip psikolojisini onarılamayacak düzeyde bozabilir. bendeki poma, 1 yaş civarındayken eve gelen misafirleri gördüğü gibi tıslayıp duşakabinin üstüne tünüyordu. oradan da tıslamaya devam ediyordu. ulan; indirmeye çalışamıyorsun (stratejik yerde, üstten bakıyor), sevdiği topu yuvarlayıp "tamam be kızım, sıkıntı yok" diyemiyorsun (topa da, sana da düşmanca bakıyor), düşerse (haha!) yaralanmasın diye yakınlarında bekleyemiyorsun (kendi varlığından başka her şeyi ve herkesi tehdit olarak görüyor). onu orada kendi haline bırakıp içeri gidiyordum. acıkınca (saatler geçebiliyordu bu arada) usul usul geliyordu. sokak kedilerinde de bu durum var ama onlarınki biraz daha farklı: ev kedileri evin kendi alanları olduğu bilir ve ona göre davranır. ama sokak kedileri, hele ki beslenme yönünden oldukça fakir bir yerdeyse, yer değiştirdikçe başka kedilerin alanlarına girip girip çıkar. koku bırakıp o alanı kendi alanları yapmaya da çalışabilirler. iki erkek kedi rastgele karşılaştığında gözlemlerseniz, bunu göreceksiniz. ikisi de birkaç saniye önce sağa sola bakınarak rahat rahat gezinirken, tam o baktığınız anda birbirlerine tıslamaya başlamış olacaktır. kavga öncesi sesler de buraya giriyor aslında ama onu ayrı yazayım. bu tıslamaya başlamış kedilere taş atıp susturmaya çalışan denyolar var. yapmayın. onlar siz bir şeye kızdığınızda ya da korktuğunuzda gelip size taş atmıyorlar, di' mi? atmayın.
kızışma: en korkuncu bu. pencereden atlamayı falan düşünüyorsunuz, buna uzun süre maruz kalırsanız. ben bu sesi "sadece git ve gel"den ibaret seks anlayışına sahip erkeklerin çıkardıkları seslere benzetiyorum =) ya da zevkin doruklarına gelmiş bir kadının vahşice bağırması... bu sesi çıkarma nedenleri, tahmin edebileceğiniz gibi, "civarda dişi/erkek kedi yok mu acabaaaaa?" demek. ne kadar gür (bize göre gür), o kadar çok dişiye/erkeğe ulaşma ihtimali. poma bu işi daire kapısının önüne oturup yapıyordu ya da kaçmaması için çok az açık bırakılmış pencerenin sokağa bakan tarafına ağzını dayayıp öyle yapıyordu =) "hayırdır, azdık galiba?" dediğimde de, anında bana doğru dönüp aynı sesi çıkartarak "gitsene bee" diye bağırıyordu. neyse ki, çok uzun süre bu sesi dinlemek zorunda kalmadık. bu sesi duymaya başladığınızdan sonra 2 seçeneğiniz var: ya kedinizi kısırlaştıracaksınız ya da ona bir eş bulacaksınız. bendeki durum çok garip olduğu için anlatmayayım burada, çok uzar girdi. ardından bir de kısırlaştırmayla ilgili fikirlerimi yazmam gerekir. geçelim. bu 2 seçenekten birini seçip yolunuzu çizin. şunu da aklınızda bulundurun: kediler, bilinenin aksine, her yıl sadece mart ayında çiftleşme dönemine girmez, her 2-3 ayda bir kızışırlar =) yani eğer "bağırsın dursun, bana ne" diyorsanız, öncelikle bunu düşünün. sonra da mastürbasyon çekmeden ya da sevişmeden hemen önce hissettiklerinizi düşünün. kedideki de, sizdeki de aynı seks yapma güdüsü. engelleyemezsiniz. sadece çözüm yollarını çeşitlendirebilirsiniz.
kavga öncesi garip sesler: tıslamayı da içine alan bu sesleri, alan paylaşımı yapılmadan önce ya da alan paylaşımında ortaya çıkan sorunların çözümünde ve eş seçiminde duyarsınız. sokak kedilerinin en çok kullandığı ses bu sanırım. yanlış bilinen bir diğer bilgi de, bu sesi sadece erkek kedilerin kullandığı. benim de içinde bulunduğum mahallede erkek kedi hemen hemen hiç yok ve her akşam dişi kediler birbirlerine girmeden önce bu sesleri çıkarıyorlar. karşılıklı ya da tek bir tarafın ürettiği tıslamadan sonra, sahneyi "uzun hava çekme"ler alıyor. bu uzun havalarda kedilerin sanki insanca konuşmaya çalıştıklarını düşünebilirsiniz. durum hemen hemen tahmin ettiğiniz gibi oluyor:
- çekil git şurdan, ayşe teyzenin bıraktığı tavuk benim. + hadi lan, adın mı yazıyor üstünde? - olm bak git, buralar benden sorulur. hangi büyük kediye yaklaşsan, seni bana taktıkları isimle sevmeye çalışırlar. uza! + senin götün çok kalkmış. gel de bi' indirivereyim onu ben.
ev kedilerinde de bu kavga öncesi sesler olabiliyor. bendeki haylazların kütüğe en son kaydedilmiş üyesi olan dominik sarıpipi, annesine karşı arada bir alan hakimiyeti konusunda dikleniyor. ortalık toz duman olmadan, kilimler havaya uçmadan, koltuklar devrilmeden ve tabii ki perdeler haşin tırnak darbeleriyle parçalanmadan önce uzun havalar başlıyor. gözlemlediğim kadarıyla, iki taraftan hangisinin daha çok ses çıkardığı bu kavgalarda önemli. kimi zaman sonucu etkileyemiyor olsa da, diklenmenin şiddetini ve azmini bu seslerin uzunluğundan ve desibel olarak fazlalığından anlayabiliyorum artık. araya girmemenizi, sadece değer verdiğiniz eşyaları çevrelerinden uzaklaştırmanızı ve "yeyin birbirinizi, mamaya para vermeyelim" diyerek, müdahale edebilecek kadar yakına ama alanlarına girmeyecek kadar da uzağa çekilmenizi öneririm. kedi tırnağıyla açılmış yaraların kapanma süreleri çok kısa değil, hatırlatayım =)
uyurken bir şeylere sarılmak gibi bir alışkanlıkları olduğunu düşündüğüm hayvan.
kolumu kapınca "ahanda şimdi kolumu çizikler içinde bırakacak" dedim ama hayvan oyuncak ayıya sarılır gibi kouma sarılıp uyudu. arada da yerde uyurken ayağıma sarılıp uyuyor.
üç gündür canhıraş bir kedi feryadı var mahallede. sesinden belli küçük bir şey. ya biri getirdi attı sitenin içine, ya da annesi bırakıp gitti. kıyamet kopuyor. ahali seferber oldu. gece elinde fener kedi arayanlar filan var. sonunda bugün öğle saatlerinde çıktı meydana. cılız kara bir şey. iki aylık var yok. evdekinin kuru mamasına süt katıp yumuşattık götürdük kara bebeye verdik. gömüldü yedi afiyetle. sesi kesildi şimdi. yumruk kadarken bütün mahalleyi ayağa kaldırma becerisi olan bir hayvan.
güncelleme. kediye mama verdiğimiz tabak yürümüş. sabah başka bir kapla verdik. mamasını yedi. şimdi baktım balkondan ikinci kap da gitmiş. kedi düşmanları da var galiba aramızda. iş edindim. bir dahaki mama seansında pusuya yatıp tabağı kim alacak diye bekleyeceğim. kavga potansiyeli oluştu.