"nezaket, birbirinin ahlaki ve entelektüel sefil niteliğini karşılıklı olarak görmezden gelme ve öne çıkarmama yönünde sessiz bir görüş birliğidir; böylelikle bu nitelik, her iki tarafın da yararına olarak, daha az ortaya çıkar. nezaket akıllılıktır, bunun sonucunda nezaketsizlik aptallıktır"
"en dikkafalı ve düşmanca insan bile, birazcık nezaket ve güler yüzle, yumuşak ve iyi huylu yapılabilir. buna göre, balmumu için sıcaklık neyse insanlar için de nezaket odur."
İngilizce karşılığı courtesy olan, Sahra çölü’ne düşen kar tanesi neviinden bir kavram. Courtesy ise etimolojik olarak court kelimesinden geliyor. İlk bakışta insan “nezaket neden mahkemeden gelsin ki” diyerek bakıyor ekrana ama birazcık alt sıralarda court’un saray- Saray halkı anlamlarına geldiği de yazıyor sözlükte. Yani olay, medenilik alameti olan nezaketin üst tabakaya atfedilmesi ile alakalı, en azından zamane avrupa’sında.
Ülkemizde az bulunan bir kavram, incelik, kibarlık, naziklik, naiflik. Nedense ülkemizde böyle davrandığınızda da size başka bir dünyadan geldiniz gibi bakıyorlar, halbuki herkes birbirine nezaket gösterse ve bu kadar şaşırmasak dünya çok güzel bir yer olurdu. Hatta biraz fazla nezaketli iseniz, ne kibar ya denilecek yerde biraz da salak muamelesi görebilirsiniz.
Yani “çiçeğimi çalanlara ne diyeceğimi bilemiyorum, inanamadım” :) hehe.
çok fazla eş anlamlı kelime üretilerek tanımlanan (iyi niyetli davranış, özgecilik, medeni olma), poser olma yolunun başlangıcına atılan bir çivi, kabalığa, ayılığa doğrudan bir başkaldırı olan heyula. kendisi farsça kökenli. yerine kullanıp caka satmaya çalışabileceğiniz kibarlık da arapça. "zarafeti kullanırım" derseniz, onun da kökü arapça. olsa olsa, doğrudan moğolcadan gelen, "ince" kökünden türeyen incelik olabilir ama nazik davrandığınız her eylem incelik içermeyebilir. bir insanın zarar görmemesi için tehlikeyi bütün gücünüzle bertaraf etmek için püskürtme çabanız kaba görünebilir. yani, illa ki "türkçe olanını kullanacağım" diye kasmanıza gerek yok bence. gene de incelik iyi bir alternatif olabilir.
doğrudan birine karşı nazik olmanızla topluluk içinde nezaket içeren davranışlarda bulunmanız arasında dağlar kadar fark var. ben, kendisi çay istediğinde, sevdiceğime önündeki kirli bardağında değil, tertemiz bi' bardakta çay getirmeyi nezaket ölçüsü olarak görürüm. banka şubesine girerken, neredeyse burun buruna geldiğiniz yaşlı teyze sizi gördüğü gibi "ımmffs" şeklinde tepki gösterdi diye kapıyı ilk onun geçebileceği şekilde açıp ona yol vermem. bunun nezaket ölçüsü değil, toplumsal bir dayatma olduğunu düşünürüm. aynı teyze modelinin içeriye girdiği gibi ilk vezneye giderek çalışanı darlayıp benim sıramız daha hızlı gelmesini geciktireceğini yüzlerce kere gördüm. belki de bu yüzden nezaket ölçüsü olarak görmüyor olabilirim. galiba beynimdeki nezaket kalıbı "tepkiye bağlı olmayan, kendine yarar sağlamayan, olumlu eylem" şeklinde gelişmiş. oturduğum metro koltuğunu değnekli amcaya vermem toplumsal kural, metrodan çıkarken önümde kazulet gibi duran, içeri girmeye ölesiye davranan andavallara omuz atmadan yanlarından sıyrılmam da kendi çekimserliğim. neleri nezaket ölçüsü olarak görüyorum, onları sıralayayım. benim gibi sikko bi' ruh haliyle hayatına devam eden biriyseniz, aynı paydada buluştuğumuz için karşılıklı olarak mutlu olabiliriz belki:
- yürüyen merdiveni hızla çıkarken, sağ tarafındaki insanlara sağ eli çarpmasın diye komple sağ kolunu kıvırarak götüne doğru çekme: bunun temel amacının, olası yanlış anlaşılmaların önüne geçmek olduğunu düşünüyorum. doğrudan nazik bir davranış değil, kendini koruma içgüdüsüdür belki de.
- sıkışık bir kapalı ortamda (banka şubesindeki saçma sapan sıra, metro vagonunun içindeki kalabalık, dar kaldırımdaki insan güruhu) "hızlı hareket etmek isteyenler olabilir" diyerek kendini mekanın konumuna uygun pozisyon almaya zorlama: bok gibi özet oldu tabii. şunu diyorum: metroda pencereye dönük halde ve ayakta dururken, ayakları bir miktar yaylandırarak öne doğru yatırma ve arkamdan geçebilecek olanlara bir miktar yer açma. fazlasıyla gereksiz bi' hareket de olabiliyor bu. eve döndüğümde bazen diz kapaklarımın bu yüzden saatlerce ağrıdığının farkındayım.
- evin balkonundan sokağa bir şeyler silkelerken yoldan geçen araba, hayvan, insan, böcek kontrolü yapma: buna son yıllarda o kadar dikkat etmeye başladım ki, 15 dakika balkonda elimde masa örtüsüyle beklediğimi bilirim. gene fazlasıyla gereksiz görünebilir ama sonrasındaki iç rahatlığımı genel ruh halime yansıttığımdaki tadı halâ paha biçilemez.
- yayayken, yol hakkı ne olursa olsun, ilkin karşı tarafa öncelik verme: hızlı yürürken dar sokaktan daha geniş bir sokağa bağlantı yerlerini hep genişten almam; bunu yapamıyorsam da, o dönemeçte hızımı illa ki kaplumbağa hızına düşürmem bu yüzden oluyor hep. durduk yere "önüne baksana kardeşim ya?" diye böğüren sığırlara uçan tekmeyle saldırmaya gerek yok, yaşım bunlar için hayli geçkin artık. galiba gene kendini koruma içgüdüsü oluyor bu da.
- tanıdık mekanda ayak işlerine yardım etme: bunu nezaket değil, düpedüz "üstüne vazife olmayan işlere atlama sazanlığı" olarak görmek de mümkün. oturduğun masadaki küllüğü boşaltmak, boşları bara götürmek, masanın üzerindekileri kendince düzenlemek belki de takıntı sonucudur; bilmiyorum.
fazla nezaket insanı aptal durumuna düşürür, bunu da unutmamak gerek. içinde bulunduğunuzu zannettiğiniz o pembe bulutların üstünde, odin'in bile çevresindekilerin götünü nazikçe parmakladığı dünya ile "ne bağıyon la pezevenk!" diyen çam yarmasının tek boğumluk gırtlağında atan nabzını hissetme anı arasında herhangi bir korelasyon yok. ara sıra mutlu olmak ise, herkesin hakkı. bütün bu bulamacı üzerinize boca ettiğinizde ruh sağlığınız değişmiyorsa, nezaketten anladığımız çok farklı demektir. bu girdi de sizi ilgilendirmiyor, üzgünüm. buraya kadar okudunuz boş yere.
nazik olma durumu. kişilerden değil de şeylerden bahsederken nazik dediğimizde bu, o şeyin kırılganlığını vurgulayan bir sözcük haline geliyor. yani nezaket kendi içinde kırılganlığı barındıran bir kavram. büyük ihtimalle empati yeteneği ile beslenen bir şey nezaket. nezaket, karşındakinin kırılganlığını farkedip onu kırmayacak şekilde davranmak.
ayna benlik sürecinde genellikle kendimi nazik biri olarak etiketliyorum. Zarif değil, yanlış anlaşılmasın, dış yüzeyimde biçimsel bir zerafete rastlayamazsınız. Sosyalleşme kültürümde ise görünüşle çelişen bir nezaket kumkuması beliriverir. Beklenmedik bir şey olduğun(m)u muhataplarımın şaşkınlık ifadelerinde izlerim, çok hoşuma gider. goffman okuduğumdan beri bu gözlemleri empatik bir ruh haliyle, belki psikolojik bir vücut takası ile daha da iyi kavrıyorum sanki, böyle olduğunu düşünerek akademik kibre varıyorumdur belki, belki sahneyi hem dışarıdan hem içeriden izlemekte kabiliyetli görüyorumdur kendimi, belki. Biraz dilbigisini dağıtmayı severim, biraz özeleştiriyi ve biraz da tamamlanmak üzere olan yargı içeren cümlelerimden şüphe etmeyi.
Nezaketi tartışan birçok uygarlık tarihi kitabı sayılabilir, kapsamı "medeniyet, uygarlık" olan kapsamlı birçok kitap okunabilir. En ilginci Freud'dur, okursunuz belki. ufuktaki medeniyet hedefinin içeriğini, tarihini, gerekliliğini çok keskin ve acımasız bir şeklide ortaya koyması onu faşist (tam olarak kavramsal düşünmeyin) filan yapacaktır, şaşıranlar olacaktır buna. Halbuki adamcağız psikanaliz yaparken medeniyeti arar durur, fenadır aslında, yasaklayıcı ve dışlayıcıdır.
Neyse kendisi değil de elias'ın uygarlığını daha objektif bulurum, kendi kültürel dünyasına eleştirel bir paradigmadan bakar çünkü, sorgulayıcıdır. Özetle konstrüktivist açıdan batı toplumunun sözde (uydurma) nezaketini nasıl da kademe kademe rasyonelize ettiğini ve tam da bunun medeniyet denen yapıyı nasıl kurduğunu anlatır. Özü bulur, medeniyetin özünde Nezaketi bulur.
Nezaket, tarihsel olarak soyluların kültürünün kurallarını benimsememiz ya da taklit etmemize ilgilidir. 16 yüzyılda ortaya çıkan mutlak saray iktidarlarının Nezaketi önemseyen aristokratından gelişmiştir. Kibarlık o dönemden beri yükselmiştir, bir bakıma duyarlılık da iç içe geçmiştir.
Kendimizi bugün nezaket kurallarıyla çepeçevre sarılı ve o kuralların aktörü olurken bulduğumuzda yaşadığımız "yapmacıklık" hissinin temellerini o külliyattan okuyabiliriz. Sahteliği bile bile doğamızı bastırırız. Burada bilgi ve doğa çatışması vardır aslında, kültürel bilgimiz özümüzü denetleyicisidir bir bakıma. Özcülük gelmesin aklınıza. (Keşke her şey sadece ilk dönem semiyotik anlamıyla dilbigisine ait bir kelime olarak kalsa ve kavram dünyasına aklımız gitmese, uyarılarım yoruyor beni de sizi de.)
Uzun zamandır gelişigüzel yazmıyorum, yine anlatmak istediğimden saptım ve anlatının sonuna ulaşmadan metni durdurdum, olsun, sanırım sözlük açısından sakıncası yoktur.