gece olduğunda eskiden huzur dolduğumu hatırlıyorum. sonra büyümenin de getirdiği sancılardan dolayı geceler kabusların evi haline gelmeye başlamıştı bir süre sonra (bu arada çağan ırmak'ın kabuslar evi'ni izlemediyseniz, izleyin. türk korku sineması'nın halâ zirvesidir). hele ki çeşitli sıkıntıları kafaya takan, her şeyi kontrol etmeye çalışıp elinde sımsıcak ve ağır bir bok tabakası kalan biriyseniz, geceler zindanınız oluyor. bende de böyle olmuştu. bir süre sonra atlattım ama son birkaç yıldır, bazı aylar sürekli şekilde devam eden uykusuzluklardan sonra anladım ki, geri gelmiş kabuslar evim. bu kabuslarla ilgili sonu olmayan bir şeyler yazayım. belki geldikleri yere geri dönerler.
ilkokul ve çoğunlukla ortaokul zamanlarımda gün içinde deli gibi yorulup geceleri de mışıl mışıl uyurken gördüğüm rüyaları sabah kalkınca anneme anlatırdım. şu anda hiçbiri aklımda kalmamış olsa da, şimdilerde annem ara sıra hatırladığı rüyalarımı anlatır halâ bana. lise döneminde de bu böyle gitti ama üniversite dönemimde geceler korkunçlaştı bir anda. 2. sınıftaydım sanırım, yaşım 19 olmalı. 1 hafta boyunca her rüyamda, kaldığı yerden devam eden dizi bölümleri halinde kendi ölümümü görmüş, kafayı sıyırmıştım. içeriğini burada anlatmayacağım. gece olmaya başladığı anda içimi korku bürüyor, sıkılmaya, üzerimdekileri yırtıp parçalayıp ruhumu serbest bırakmaya çalışıyordum. genel olarak üniversite zamanlarımdan çok hoşlanmış olsam da, gecelerden korkmaya ilk kez bu zamanlarda başladığım için o günleri uzak anılar haline getirmeye çalışıyorum.
o kendi ölümümü gördüğüm kabuslar korkunçtu gerçekten de. o hafta boyunca her sabaha karşı kan ter içinde, donuma kadar terlemiş halde, nefesim kesik kesik çıkarken uyanıyor ve sigara yakıyordum titreyen ellerimle. jack london'ın adem'den önce diye bir romanı var. yazdığı hiçbir romana benzemez çünkü biyolojiye ve evrime de burnunu sokar. vahşetin çağrısı ya da beyaz diş veya demir ökçe gibi aksiyon dolu da değildir. tane tane adem'den bu zamana (ve hatta maymunlardan bugüne) insanoğlunun gelişimini anlatır kendi bilgisi ve araştırdıklarıyla. o dönem için (sanırım 1910 civarında yazmıştı romanı) pek dikkat çekmemiş bir roman olarak kalmış. onu okudum ben ve yüksek bir yerden düşme ile ilk insanların yüksek ağaçların dallarında gezerken yere düşen ataları arasındaki bağlantıdan bahsettiğini gördüm. roman süperdir bu arada, öneririm.
bu düşmeler ara ara kendini hatırlatsa da, gündüz uyuklamalarımda hiç gerçekleşmedi. gece ile kabusları birleştirip "her şeyiyle bir" yapmam psikolojimi bozdu o dönemlerde galiba. bir de, gene aynı dönemlerde şiddetli bir anjin geçirdim. ismi fiyakalı ama gribin berbat bir hali gibiydi benim için. ateş var, ishal var, mide bulantısı sürekli var, yediğin ağzından, içtiğin alttan çıkıyor, ateş bazen günlerce düşmüyor. berbattı. okula yakın, yanı darülaceze olan bir hastanede yattım 2 gün. ablam eskişehir'den gelmişti ben telefonları açmayınca. neden yazıyorsam bunları da. neyse, bu kabuslar o anjin sırasında yok oldu. sanırım "zaten derdi başından aşkın, ölecek mi, kalacak mı; o bile belli değil, yaşarsa devam ederiz, şimdi bekleyelim" dediler sanırım. kendimi toparlayınca geceler gene berbatlaştı. son sene tez hazırlama dönemine kadar çok ağır kabuslar görmedim ama yokladı, durdular. tez dönemi ise, bana yapabilecekleri her şeyi yaptılar.
öğrenci evindeydim o zamanlar, bir ev arkadaşım vardı. deli gibi saç sakal uzatmış, 2 gün uykusuzlukla tez yazıp okula sadece haftada 2 gün gidiyordum. yıllar önceki kendi ölümümü 1 hafta boyunca gördüğüm kabus kaldığı yerden devam etmeye başladı. 3-5 gün bu sefer de ölümümden sonrasını görmeye başladım. ardından da zaten dayım öldü, gittim onu gömdüm, toprağın altına canlı halde girip hayattayken hiç görmediğim dedemin kemiklerini bir tarafa yığıp onu toprağın altına bıraktım. sanırım o dönemlerde kafayı tamamen yemiştim çünkü gündüz vakti bile kabuslar (belki de halüsinasyondu bunlar, bilmiyorum, hatırlamak istemiyorum) devam etmeye başladı. artık gece onları kendi hükümdarlığında tutamıyor, gündüzü istila etmelerine engel olamıyordu.
cenazeden sonra afyon'dan istanbul'a öğrenci evine döndüğümde de 2 ay boyunca evde tek başıma kaldım çünkü ev arkadaşım evi terk etmiş, beni "eşyaları satar, benim kiradaki payımı ödersin" diyerek ortada bırakmıştı. evin bütün odalarında yattım o dönemlerinde. mutfakta yerde bile yatmıştım. dileğim, yeter ki şu gece gelmesin; geliyorsa da kabussuz gelsindi. ama kafam o kadar doluydu ki (dayım, tez, o zamanki hatun, dayımın ölümünden sonra paramparça olan annem, o zamanlarda 80 küsur yaşında olan anneanneme oğlunun öldüğünü söylememe baskısı gibi), n'aptığımı bile bilmiyordum gün içinde. geceye de hazırlık yapamıyordum böylece ve kabuslar taşkın gibi akıyordu üzerime. en sonunda o dönemki hatundan da ayrıldım. hikayeyi burada keseyim, yeter.
hayatımın en berbat dönemleriydi. geceyi kabuslarla eşleştirmeye, kabusları da ipe dizip bilinçaltımın üzerine yorgan gibi örtmüştüm. geceden nefret etmek için sebep arıyorsanız, gördüğünüz ilk kabusu geceye yorun. işe yarıyor. ama sizden de gecenin güvenilirliğini, huzurunu götürüyor. aklınızda olsun.
ayanında ardındaki sır. kötülüğü ise şurada, kendimize baktığımızda gördüğümüz yansıma hep başkalarından oluşur. parça parça, eksik veya fazla, başkasındaki izdüşümlerimiz üzerinden kendimizi görürüz. özleriz kibirleniriz kızarız. kinler hep gecede demlenir. az uyumak iyi değil.
gece vicdanıdır her ölümlünün. yüzleşme vaktidir, hüznüdür, isyanıdır. insan gece doğar aslında, gece yoğrulur bütün günahlarıyla. vicdanını ve insanlığını acıtmadıysa eğer, aydınlanır simsiyah.
sevdiğim ve sakin bulduğum zaman dilimi. hele ki üniversiteyi 2. öğretim okumuş birisiysen. gece geç yatmalar bi noktadan sonra gece uyumamaya kadar uzayabilmekte, (yönetmeliğe rağmen) sabah 10'a konan bir sınav sizin için yetişmesi neredeyse imkansız bi hale gelebiliyor...
birçok duygu durumunun limitlerde yaşandığı zaman dilimidir. gündüz olabilirliğine ikna olduğunuz bir şeyin, gece 'ya mümkün değil, manyak mısın oğlum!'a dönüştüğünü; ya da tam tersi, gündüz mümkün değil olmaz dediğiniz bir şeyin gece 'aslında pekala da olurmuş yauvv!'a dönüştüğünü görebilirsiniz. muhtemelen sadece gece salgılanan hormonlardandır.
evdekilerin yavaştan elden ayaktan çekildiği, ışıkların söndürüldüğü, peteklerin kapatılarak yorganların altına girildiği, yalnızların yalnızlıklarını bir nebze unuttuğu, türkülerle ve hayallerle baş başa kalınan zaman dilimi.
gece nereye dönüyorsan oraya aitsindir gibi bir şey görmüştüm. gece gidiyorsan ve hiçbir yere dönmüyorsan. bazı insanlar için aitlik belirten ilginç bir terim.