tom clancy'nin jack ryan evreninde geçen aynı adlı romanından aktarılmış, başrollerinde sean connery ve alec baldwin'in oynadığı 1990 yapımı bir film. hikayenin başrolünde bir denizaltı olsa ve her ne kadar denizaltı filmlerinin kalburüstü örneklerinden biri gibi gösterilse de, soğuk savaş dönemi temalı bir casusluk filmi olarak çok daha başarılıdır.
kızıl ekim adındaki son teknoloji ürünü (sonarda, radarda gözükmeyen) balistik rus denizaltısının kaptan Ramius'un komutası altında amerika'ya sığınma macerasını anlatan film, ekrana yansıyan devasa iç mekan boyutları nedeniyle denizaltıdan çok uzay gemisini andıran rus ve amerikan denizaltılarını, araba kovalamaca sahnelerindeki gibi kullanmasıyla da (inandırıcılık yönünden) iyi değerlendiremezken, işin politik gerilim / soğuk savaş kısmında ise amerikan şovenizmini neredeyse rahatsız edici boyutlara ulaştıracak düzeyde kullanıyor. özellikle rus büyükelçinin amerikalılarla farklı zaman dilimlerinde yaptığı görüşmelerde önce kızıl ekimi, sonra da kızıl ekimin peşine taktıkları alfa denizaltısını kaybettiklerini söylemesi amerikan alaycılığının tavan yaptığı sahneler oluyor.
neticede jack ryan, ramius'un denizaltıyla amirakaya savaşmaya değil yanaşmaya geldiğine üstlerini ikna eden, bir nevi gene savaşı önleyen kahraman, ruslar kendi ülkelerine sırt çeviren hain -veya tam tersi kendi insanına sırt çeviren rusya- oluyor.
kızıl ekim'in, sığınma talebinde bulunacak ramius'la birlikte amerikalıların eline geçeceğinden korkan ruslar elbetteki tüm donanmayı ramius'un peşine takıyor. bununla birlikte bir de amerikan denizaltısı uss dallas takılınca kızıl ekim'in peşine, özellikle finalde işin tadı kaçıyor. aksiyonla birlikte gerilimin dozunu yükseltmeye çalışırken, atılan torpidolardan kaçınmak için yapılan hamleler denizaltı filmi gerçekliğinin oldukça uzağında, belki "hızlı ve öfkeli" tarzı filmlerin araba kovalama sahnelerinde karşımıza çıkabilecek ciddiyetsizlikte olmuş.
denizaltı içinde -özellikle kızıl ekim- sürekli yüksek rütbeli subaylarla haşır neşir olduğumuzdan, ramius ve ikinci kaptan borodin dışında bir karakterle fazla yakınlaşma şansı bulamıyoruz, ki filmin en büyük eksikliği denizaltıda bir grup rütbelinin haberdar olduğu bu sığınma planından diğer askerlerin haberdar olmaması için verilecek uğraşının üzerinde yükselecek taş gibi bir gerilim. aslında bunun için doğru karakterler de mevcutmuş; denizaltıda kimliğini gizlemeyi başarmış bir adet rus askeri istihbarat üyesi ve meraklı bir doktor. sonuç olarak, her ne kadar ramius 'un amerikaya sığınma talebinde bulunmasının arkasındaki motivasyonun eşini kaybetmesi olduğunu bilsek ve borodin ile yaptığı amerika hayalleri konuşmasını dinlesek de, film hızlı akan bir casus filmi tanımına sarılıyor ve belirttiğim gibi denizaltıda geçiyor olmasının avantajını kullanmıyor. oysa ki, tekrar etmekte fayda var; hikayenin akışında sığınma ile ilgili planları saklama gayretinin de getirdiği denizaltıda sıkışmışlık hissi pekala kullanılabilirdi. bu açıdan, iyi bir denizaltı filmi değil, keyifli bir casusluk filmi olarak izlenmeli the hunt for red october.
1990 yılına göre oldukça iyi sahneleri olan, izlerken "aksiyon olacaksa böyle olsun" diye halay çektiğim, sean connery'nin başrolünün hakkını yardımcı roldeki sam neill ile birlikte verdiği ve 1991 oscar ödülleri'nde "en iyi ses kurgusu miksajı" ödülü almış film. tekrara düşmemek adına birkaç şey yazıp bitireceğim girdiyi.
filmin, denizaltıdaki mürettebata çaktırmadan planlarını uygulamak isteyen red october kaptanı ve subaylarını iyi gösterdiğini düşünüyorum. o gerilimi ve sıkışmışlık hissini damardan aldım ben. sadece alec baldwin'in her sahnesinde parıl parıl parlayan yanakları ve kötü oyunculuğu beni yordu. uss dallas gemisi kaptanı bart mancuso'yu canlandıran, sucker punch'ın "wise man"'i scott glenn'in yan rol oyunculuğu da cuk oturmuş. sabırlı ses tonu izleyiciyi etkiliyor ama tabii ki bir sean connery değil. Connery'nin son aktörülük deneyiminin the league of extraordinary gentlemen olduğunu bilmek ve bunun da üzerinden 15 yıl geçtiğini bilmek üzüyor insanı.
filmin müzikleri süper olmuş. kızıl ordu korosu'nun* şehit olmuş rus denizcileri için söylediği şu marş tüylerimi diken diken etti. şuradan da filmde çalan bütün müzikler i dinleyebilirsiniz. müzikler filmle pek uyumlu. filmin sonunda rus marşı'nın da çalındığı (aslında filmin başlarında tüm mürettebat tarafından söyleniyor sanırım) yazınca , filmin müziklerinin ne kadar iyi olduğu aklıma geldi.
güzel aksiyonu var bu filmin. çekildiği tarihe ve yaklaşık 2 buçuk saatlik süresine bakmadan izlemeye başlayın bence. bunun üzerine bir de philadelphia deneyi ile ilgili olan 1984 yapımı, aynı isimli filmi de izlemek gerek aslında. iyice "bu olaylar aslında oldu ama saklıyorlar olm" kafasına girip de çık(a)mamak mümkün. saat geç olmasa onu da üstüne patlatacaktım ama yarına kaldı.
son not: filmle ilgili aklıma takılan tek şey, connery'nin filmin başında mürettebatla ve subaylarıyla sadece rusça konuşurken, sonra hep ingilizce konuşması. tek falsoyu buydu filmin. connery'nin karizma damlayan sesini bir de rusça dinlemek isterseniz bile açıp izleyebilirsiniz bu filmi. şiddetle önerip çekileyim artık.