1. neredeyse 20 yıl önce çektiği 'le gönüllerde yer edinen 'in yönettiği, 'ın senaryosunu yazdığı, 'ne 5 dalda adaylıkla girmiş (en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi özgün senaryo, en iyi kurgu) ve 'a oscar ödülü kazandırmış olan 2023 yapımı film.

    film 1970 yılında geçiyor. elit tabakanın çocuklarına yatılı eğitim veren, prestijli bir erkek lisesinde chistmas ve noel tatillerinde okulda kalmak zorunda olan birkaç öğrenci ile okulun en sevilmeyen hocası olan paul hunnam arasındaki ilişkiyi odağına alıyor. çocukların hepsi bir süre odakta kalıyor ama asıl dikkat, aile hayatı berbat, okuldaki notları fena olmayan ama atıldığı 2 liseden sonra 3. kez atılırsa askeri liseye gönderilme tehlikesi olan angus tully'de. hunnam-tully ilişkisi filmin tamamını kaplıyor. antik tarih dersi hocası olan hunnam'ın karakterini çözmeye başlarken, tully'nin de "büyümüş de küçülmüş" bakış açısını görebiliyorsunuz. iki erkeğin bence filmin tamamına yayılan neredeyse 1 aylık gerçek zamandaki değişimleri müthiş bir ölçekte gerçekçi olmuş. film, oscar adaylıklarının bir kısmını da bu gerçekçiliğe borçlu.

    2 saatten biraz fazla sürmesi, filmin içine girdiğinizden sonraki kısa sürede sizi baymaya başlıyor. 1 buçuk saatten sonrasının biraz uzatıldığını düşünüyorum. ayrıca, filmin sinematografisi de ilk yarım saatte fragmanında, pr çalışmalarında falan ne vaad ediyorsa, hepsini size gösterip adeta yok oluyor. devamlılığı olan bir film ama sadece senaryo dahilinde böyle kaldığını söyleyebilirim. çekim açıları falan bir yerden sonra küçük bir avrupa şehri festivalinde gösterime girmiş başarılı bir avrupa filmi sınırlarına çekiliyor. sanırım payne burada karakterleri anlatmaya ve oyunculukları büyütmeye odaklanıp çevresel anlatımı es geçmiş. hata olarak gören eleştirmenler de var bunu ama ben özelikle - uyumunun başka bir yöntemle bu denli çarpıcı ve daha önce de yazdığım gibi bu denli gerçekçi görünebileceğini sanmıyorum. lisenin yemekhanesinden sorumlu mary'nin de bu ilişki ağına girmesiyle birlikte filmin liseyi, 1970'leri, dönemin bazı fikirsel saçmalıklarını anlatma amacı da yok oluyor. en azından bu hatanın nedeninin bilinçli olduğunu anlamak da "iyi bir film seyrediyorum çünkü yönetmen ne göstereceğini biliyor" dedirtiyor size. ben böyle bakıyorum.

    randolph'un (ya da daha sık kullanılan adıyla "divayn"'ın) oscar kazanmasını sağlayan mary karakteri bence fazlasıyla karton bir karakter ama burada divayn'ın oyunculuğu da önemli. dünkü törende ödülü aldıktan sonraki konuşmasında kendi sınıfının (sanırım liseden bahsediyor) tek zenci öğrencisinin kendisi olduğunu hıçkırıklarla anlattı. ayrıca töreni sunan da, divayn'ın filmde neredeyse 1 paket sigara içmesinin ayrıntılarını paylaştı: gerçek hayatında sigara kullanmayan divayn, payne'in isteğiyle önce içi boş ama sigara gibi görünen boş sigaralar içmeye başlıyor, ki mary rolünü canlandırabilsin. sonra da gerçek sigaraya başlıyor ve filmde özellikle koltukta otururken parmaklarının arasında sanki bir uzvu gibi duran sigaraların gerçek olduğunu anlıyoruz. filmin çekimleri bittiğinde de sigarayı bırakıp eski hayatına dönüyor. oyunculuğunun da, özelikle oğlu curtis ile olan ilişkisinin kendi ağzından anlatımıyla büyüdüğünü düşünüyorum. yoksa bazı sahnelerdeki "amaan, sen de" göz devirmeleri çok şirin olsa da kimse buna oscar falan vermez. ayrıca divayn'ın oscar kazanmasının doğrudan amerika'daki obeziteye dikkat çekmek için yapılmış politik bir hamle olduğunu yazanlar da olmuş.

    filmin büyük bir can sıkıcı tarafı da var: 3 yıl önceki animasyon filmi 'nın senaristi olan , the holdovers vizyona girdikten hemen sonra, kendisinin bir senaryosundan ciddi miktarda intihal yapılarak üretildiğini medyaya servis etti. argümanlarından bazıları yıllar önce yapılmış mail yazışmaları. bu maillerin taraflarından biri stephenson ve yazdıkları da the holdovers'ın bazı karakterlerinin ilişkilerinin kendi taslağına doğrudan uyduğu yönünde. bunu haberleştirip yayınladı şurada . ben pek etkilenmedim bu intihal suçlamasından. filmin de oscar performansını düşürmedi bence çünkü divayn'ın oscar ödülü almasına kesin gözle bakılıyordu zaten.

    toparlayacak olursam; tamamının gerçek mekanlarda çekilmesi, nefis bir kış filmi atmosferi sunması, amerikan değerleri ile ilgili aforizmaların eminim ki dini inançları kuvvetli, milliyetçi amerikalıları fazlasıyla etkileyebilecek büyüklükte ortaya konulması, giamatti'nin nefis oyunculuğu, dönem filmi ayrıntılarını en azından bir süre koruyabilmesi ve kendi halinde bir anlatıma sahip olmasına rağmen izleyiciyi sürekli "boktan bi' şeyler olacaaak!" diye yerinde huzursuzca oturtması ile güzel bir film bence. zaten giamatti'nin 25 yıldır hayranı olanlar için her türlü izlenir ama odak noktasının 1970'ler olduğu yanılgısıyla elinizin tersiyle iterseniz, büyük fırsat kaçırırsınız bence. temposunu sevmeyebilirsiniz ama zaten filmin size vermek istediği mesaj tempo falan da değil. "hayat akar ve tercihler her şeyi belirler" mottosu asıl dayanak noktası. buna bağlı kalırsanız, izlerken keyif alırsınız.
    #289555 lake of the hell | 1 yıl önce
    0film