1. yapım tasarımcısı olarak gırla kısa ve uzun metraj filmde görev aldıktan sonra yönetmen olarak yetkinliğini ve ile göstermiş 'in iskandinav mitolojisi adı altında bir tiyatro oyunu şeklinde senaryosunu yazıp çektiği, bu yılın nisan ayında roma'da galası yapılan film. sonradan filmin dağıtım hakları sanırım amazon'a satılmış ama ana yapımcıları ve .

    filmi izlemeyi seçmeniz için 2 temel gerekliliğini yerine getirmiş olmanız gerekiyor. yoksa, filmi "klasik vurdulu kırdılı film, ne gerek vardı 2 buçuk saat olmasına?" gibi berbat yorumların pençesine düşürebilirsiniz:

    1- iskandinav mitolojisine dair -kırıntı halinde bile olsa- bilgi sahibi olmak (, , , , ve gibi karakterlere aşina olmalı, bir miktar da yunan-iskandinav mitolojisi bağlantılarını temel seviyede ezbere yapabilmelisiniz. film, doğrudan alt metinler üzerinden ilerleyen bir tiyatro oyununa benzer bir anlatıma sahip olduğu için bu metinlerin tamamına yakınını filmin aktığı hızda aklınızda görselleştirmeniz yararınıza olacaktır. böylece ana karakterin değil, ana hikayenin temellerini anlayıp baştan cebinize koyma fırsatına erişeceksiniz).

    2- 'in kim olduğuna dair -kırıntı halinde bile olsa- bilgi sahibi olmak (sadece 'e esin kaynağı olduğu ve hamlet'in delilik-gerçeklik eşiği geçişlerini bilinçli yapıp yapmadığı hakkında biraz okuma yapmış olmak yeterli olacaktır. külliyatını tümüyle okumuş olmak bana da dev bir zaman kaybı olarak geliyor ama özellikle sanrı kısımlarında hamlet'i hatırlamak, filmin temellerini anlamak adına ilk yardım çantası görevi görecektir).

    film, amleth'in iskandinav mitolojisini baz alan anlatımından oluşuyor. kurgunun bu anlamdaki tutarlılığı, hem iskandinav hem de slav mitolojisine hakim, üzerine hem araştırmalar hem kazılarda danışmanlık hem de karşılaştırmalı kitaplar yazmış olan "neil price" ve "johanna katrin fridriksdottir"'in elinden çıkma. price, isveç'te ders veren bir arkeoloji profesörü, fridriksdottir ise "iskandinav mitolojisinde kadının yeri" olarak özetlenebilecek araştırmalar yapıp bunları kitap olarak yayınlayan bir yazar. senaristler arasında görünmeyen bu iki isim, filmin temel direkleri bence. hatta işi bir adım ileri götürüp "izlediğim en tutarlı mitoloji anlatımının yaratıcıları" olarak bile özetleyebilirim çünkü price ve fridriksdottir'in "gerçeklere bağlı kalalım, çocuk hayaline benzer bir anlatım çıkmasın ortaya" gibi bir çekincesi olmamış. bu yönüyle, belki de iskandinav mitlerini anlatan güncel yapımlar arasında kendine has bir karaktere sahip bir yapım olduğu bile öne sürülebilir.

    amleth hikayesinin dallanıp budaklanması, doğası gereği varlığı tartışılamaz bir kanun olan intikamın tek başına ele alınamayacak kadar derin köklere sahip olması, mitlerin ve tanrıların insafına bağlı hayatları olan iskandinav halkının gerçekle bağının her zaman kopuk olduğu; gerçek-sanrı arasında sürekli gidip gelmesi, beslendiği mitlerin kucağında büyümüş olmasıyla ilgili olan bu halkın "fazla sayıda tanrı=fazla sayıda gerçek hayat sorunu" mantığını hiçbir zaman kavrayamamış olması, hristiyanlığın iskandinav mitolojisine etkilerinin "tahtaya çivilenmiş bir ceset" metaforundan daha baskın olduğunun anlaşılamaması ve gerçekten de cihat ruhunun bütün dinlerde tek gerçek savaş sebebi olmasını izliyorsunuz. filmin tamamını böylece anlatmış oldum sanırım. yer yer ortaya çıkan karşılaştırmalı ve çekişme barındıran analizler, filmin neden tutarlı olduğuna dikkat çekmek için yaratılmışa benziyor. amleth'in hikayesini film yapmak ve 'dan esinlenmemek de mümkün değil tabii. "mount dweller" ve "draugr" sahneleri tamamen conan'dan esinlenilmiş (eggers hem conan'ı hem de 'i kafasında birleştirerek bu filmi oluşturduğunu anlatmış).

    son yıllardaki izlediğim en iyi iskandinav mitolojisi temelli film the northman olabilir. 'tan babacan bir aurvandil (war-raven), 'dan "kendine tutsak" bir queen gudrun, 'ten "düşsem de, ölmem" vahşisi bir fjölnir, 'dan sıradan bir olga the birch forest, 'dan fanatik bir fenrir cihatçısı, 'dan teatralliğin dibine vurmuş bir heimir (the fool), 'tan ruhsuzluğu kan donduran bir mount dweller, 'dan odinvari bir he-witch, 'den tek bir sahnesi bulunan ama filmin tamamını etkileyebilecek güçteki bir valkyrie ve tabii ki the northman'in reklamının neden kendisi üzerinden yapıldığını daha iyi anladığınız 'ten korkutucu bir seeress yaratmak her yönetmenin harcı değil. bütün bunları yapıp karakter gelişimlerini aynı düzlem içinde tutarken, aynı zamanda bağlantı noktalarını da tutarlı halde izleyiciye göstermek çok zor iş. eggers'in en iyi işi olduğunu düşünüyorum. yukarıda anlattığım 2 kriteri sağlıyorsanız, izlemenizi şiddetle öneririm.

    peşin not: ekşi sözlük'te filmin başlığında nefis bir entry var. yazarıyla da biraz yazıştık. izin verdiği anda hem entry'sini hem de tartıştıklarımızı spoiler içinde aşağıya bırakacağım. ben kendisiyle tartışırken oldukça aydınlandım. filmi izledikten sonra aklınızda kalan birkaç gri noktanın daha da belirginleşmesi ve üzerine kafa patlatmanız için yeterli "düşünsel güç" sağlama adına, bundan daha iyi türkçe bir yan okuma kaynağı bulamayacağınızı düşünüyorum. izni alayım, hemen döşeyeceğim aşağıya.

    edit: oh, izin geldi. ilgili girdi bu . yazarı tintoretto ile yazışmalarımızı da kendi izni ile aşağıya bırakıyorum:

    -- spoiler --

    lake of the hell -> tintoretto: başlıkta okuduğum en iyi entry olmuş. kendi adıma teşekkür ederim.

    kafama takılan 2 soru var. tartışma da başlatabiliriz ama "zaman harcamaya gerek yok" dersen, sadece cevaplarını yazmakla da yetinebilirsin. ya da üçüncü şık olan hiçbir şey yazmamayı da düşünebilirsin tabii. umarım cevap alabilirim.

    1- yapımcıların eggers'in üslubunun ağzına sıçtığını söylemişsin ama entry'nin neredeyse hiçbir yerinde bunu doğrudan öne çıkaran bir şey yazmamışsın. tam olarak mitolojik karmaşadan mı, prodüksüyon zaaflarından mı (kostümlerin bazı sekanslarda fena halde orta çağ'ın son bölümünde yer alırmış gibi gösterilmesi, yer yer ortaya çıkan renk paleti zaafları, amleth'in gördüklerinin sanrı mı, görgü mü, imgelem mi olduğunu hiçbir şekilde kuşkuya düşmeden uyguladığı anlardaki çevre planı eksiklikleri gibi), yoksa yan karakterlerin yeterince süre alamamasından mı bahsettin? belki de yazdığım bu örneklerden bağımsız bir şeyler görmüşsündür.

    2- filmin sonu, bence eggers'in istediği gibi bitirilememiş. biraz da new regency ve universal'ın baskılarıyla editing kısmını kendisi bile yapmamış. buna da fena halde içerlediğini, bi' daha kendi kontrolünde olmayan editinglere sahip filmler çekmeyeceğini falan söylemiş. sence filmin sonu eggers'in kafasında neydi? hristiyanlığa geçişi daha mı net anlatırdı, yoksa birkaç ipucuyla izleyicinin tatmin olabileceği seviyede mi bırakırdı? bu konuyla ilgili son olarak, senin tatmin olabileceğin son nasıl olmalıydı? gates of hel'in saha olarak son plan halinde çekilmesi beni memnun etti ama sanki valhöll bağlantısı biraz daha uzatılabilir, olga'nın soyu devam ettirmesiyle ilgili mitolojik bağlantı da daha çok vurgulanabilirdi (çocukların ikiz olacağını biliyoruz, tamam ama kızın adının en azından brynhildr, hildr, eir gibi bi' şey olması gösterilebilirdi).

    buraya kadar okuduysan bile teşekkür ederim. yazdıkların, filmi izledikten sonra kafamda canlandırdıklarımla doğrudan örtüştüğü için de son kez teşekkür ederim.

    not: şimdi aklıma geldi; bonus soru olarak bunu da cevaplarsan çok sevinirim: amleth'in draugr'ı aldığı sahnede de, fyölnir kendisine işkence yaptıktan sonra da şunu gördük; amleth gerçeğe bağlı yaşamıyor, kaderine bağlı yaşıyor. bu tamam ama neden özellikle draugr'ı aldığı sahnede dead king'i alt etmesinden sonra gözümüze sokularak gördük? odin'in kuzgunlarıyla birlikte doğrudan göründüğü sahne de aynı mantıkla gözümüze sokulmuştu. bunun nedeni neydi sence?

    tintoretto: rica ederim,

    eggers'in ne yapmak istediğini anlayınca filmi didik didik edesim gelmedi.

    filmin "bence" mitolojik örüntüsü problemli, editing'ine karışamadığı için bence bu sorun var. eggera buralarda meramını çok iyi anlatan bir yönetmen. "bence" filmin heretic aksı, nordic tanrılar bizle oynuyor teması; tam verilememiş. bunu nerden çıkarıyorum derseniz 2 hatta 3 ayin sahnesi var plot pointlerde, ama hikayeyi pek bir noktaya taşıyamıyor, kültür bakanlığı tanıtım filmi gibi kalıyor.

    amlethin sanrılarının havada kalması tamamen editle alakalı yine bence. amleth karakterinin tam olarak ne olduğunu çok iyi anlatıyor. ayrıca iskandinav mitolojisine çok hakim değilim, amleth sagasında amleth'in mental durumuyla alakalı pek bir şey yazmıyor sanıyorum fakat metinlerarasılık olarak baktığımızda şekspirin hamleti deli/deli numarası yapıyor. bu açıdan oldukça tutarlı.

    teknik kısımda takıldığım tek şey ise dövüş sahnelerinin aşırı yavaş ve "bence" yeterli gore öğelerinin olmamasıydı. filmlerin aksiyon kısımlaro farklı bi uzmanlıl tabii bütçesi fazlasıyla şişmiş bir yapım için bu mükemmliği aramıyorum ancak kusurlu mu "bence" kusurlu.

    amlethin, kılıcıyla iki tane adamı doğrayıp duvara sentör motifli şekilde asması sonrası (sentor ve dionysos ilişkisi) başka diyarlardan gelen kölelerin istavroz çıkarması sekansı farkettiysen yere varmıyor. filmin tamamen kırılma noktası bence orada başlıyor. eggers bence refn'in vallhala raising'i kafasında bi noktada bırakmak istiyordu. seninle aynı fikirdeyim olga konusunda, aşırı karton kalıyor.

    son soruna daha ayrıntılı cevap vereyim:
    "bence" eggers'in filminin günümüzle kurduğu bağlantı şu: amleth'in amcası filmin başında zalim, gaddar olarak adlandırılıyordu hatırlarsan, ancak "ne olduysa" (bunu seyirciye bırakıyor) bir vazgeçiş mi, savaşta alınan bir mağlubiyet mi, ikna olma mı, tövbe etme mii, amleth'in babasının laneti mi? artık neyse topraklarını bırakıp daha edilgen bir hayata geçmeyi seçiyor, oğluna diyor ki "kölelerinden daha iyi çalışmalısın" yağmacılıktan, yerleşik hayata geçiş gibi vs. eggers "bence" filmin temel çatışmasını buraya konumlandırıyor "vandallıktan vazgeçmiş, dağında kendi hayatını yaşayan, kendince doğru olanı yapmış bir adamla odinle, valhallayla kafayı kırmış bir jenerasyonun halefiyle kafa kafaya tokuşturuyor. bu bağlamda toplumundan dışlandığı noktada bile odin'i öldürecek olan fenrire tapmış bir manyağın (referans aldığı metinleri de unutmadan) sanrılar görmesi oldukça normal. burada eggers "bence" asla amleth'i tutmuyor ve savunmuyor. amleth bir intihar bombacısı, kendi krallığı dışında geçirdiği hayatta da böyleydi. nordic bir jihadist resmen. mad max furry road'ta filminde dişlerini beyaza boyayıp ölüme atlayanlarla aynı. son tahlilde yazdığım perspektiften bakınca filmin sonunun asla eggers'in istediği gibi bitmediğini daha iyi anlıyorsun, özellikle lighthouse'un finaline bakınca.

    lake of the hell -> tintoretto: nordik tanrıların iskandinav kraliyetini parmağında oynatması bence iyi verilmişti. gerçeklerden kopmuş, doğrudan heretic bi' toplum olduklarını filmin açılışındaki köye dönüş, şölen ve sonrasındaki amleth'in kral olma ayininden anlıyoruz. filmin bir tiyatro oyunu benzerliği de burada bas bas bağırıyordu bence. aynı teatralliği aranofsky'nin mother!'ında da ilk sahnelerde görüp "tamam, başlıyoruz" demiştim. aynı hisleri uyandırdı bende.

    gore olmayan dövüş sahneleri benim de dikkatimi çekti ama filmin climax'inden sonra (björk'ün seeress olarak arz-ı endam ettiği sahneyi climax olarak görüyorum) bu sahnelerin varlığı daha kısa süreli ama daha yoğun olarak işlenmiş bence. syndervari bir "akması bitmeyen kan" görmüyoruz belki ama amleth'in fjölnir'in "koyun güttüğü" köyde yaptığı 2 katliamı oldukça gore olarak tanımlamak da mümkün.

    sentör şeklindeki insan parçaları ve istavroz kısmı aklımdan çıkmış, haklısın. bu hristiyanlığa geçiş ya da hristiyanlık vurgusunun izleyicinin kafasında bir soru işareti bırakma amaçlı yapıldığını düşünmüştüm. bir yere varıp varmadığını filmin sonlarına doğru daha net bir şekilde gözlemliyor olamaz mıyız? ayrıca valhalla rising benzerliği bence doğrudan skarsgard'tan ötürü. valhalla rising'in üzerinden 13 yıl geçmiş, kendisi o dönemdeki halinden çok uzak olsa da (göbeklenmiş baya) aynı vahşiliği göstermiş. ben the legend of tarzan'daki haline daha çok benzettim.

    fjölnir'in zalimliğinin "geçip gitmiş" gibi gösterilmesi, bence viking çetesi olarak baskın yaptıkları rus köyünde amleth'in "fyölnir de kim?" diye sorduğunda aldığı cevapta gizli. o cevapta norveç kralı'nın fyölnir'in her şeyini aldığından bahsediyordu. bu yenilmişlikle bir daha toparlanamamış olabilir. ayrıca filmin başına geri dönersek; fyölnir ile aurvandill arasındaki temel farkın da savaş zekası olduğuna dair ipuçları vardı. fyölnir öfkesini hiçbir zaman kontrol edememiş bir karakter olarak gösterilirken, aurvandill heimir(the fool)'in kimse tarafından değerli görünmemesine rağmen "iyi bir dost" olarak yanından ayrımayacak kadar kıvrak bir zekaya sahip. fyöllnir'in bir krallığı hiçbir zaman tek başına yönetemeyeceğini filmin başında anlamıştım ben. belki de aurvandill'in olduğundan daha büyük olarak resmedilmesi de bunda etkili olmuştur, bilmiyorum. fyöllnir'in zorunluluktan ötürü vandallığı bırakmış gibi gösterildiğini de düşünüyorum. gates of hel sahnelerinde vandallığından bi' şey kaybetmediğini de gördük çünkü.

    amleth'in nordik bir cihatçı olması güzel benzetme olmuş, bence de böyle. ancak, buradaki sanrı-gerçeklik düzleminin sürekli bize hatırlatılması konusunda halâ soru işaretleri var kafamda. hikayenin tamamını amleth'in gözünden izlediğimiz yetmemiş gibi, odin'in kuzgunları ve draugr'i ele geçirmesi sahnelerinin tamamen sanrı olabileceğini de gördük. filmin doğrudan nordik mitolojisi ile ilgili biraz bilgi sahibi olanlar için çekildiği ön kabulünde hemfikirsek, bu tekrarların izleyiciyi aptal yerine koyduğunu da kabul etmemiz gerekecek. anlamadığım temel nokta bu. madem biraz mitoloji bağlantılarına hakim izleyici için çekildi bu film, o zaman neden "tekrar tekrar izleyin ve sanrı-gerçek arasındaki farkın net olmadığını görün" sahneleri gözümüze sokuldu? buna halâ cevap arıyorum ben.

    belki tartışmaya devam ederiz ama şimdiden şunu da sorup senden izin almam gerekecek: ekşi'deki kullanıcı sözleşmesi izinsiz olarak değiştirildiği için burada yazmayı uzun yıllar önce bırakmıştım. kulzos adındaki bir sözlükte yazıyorum. iznin olursa hem girdini hem de bu mesajlaşmalarımızı filmle ilgili yazacağım entry'de kullanmak istiyorum (yazdıklarının noktasına virgülüne dokunmayacağım tabii, farklı ve geniş bir eleştirel bakış örneği olarak sunmayı düşünüyorum). bunu yapmama izin verir misin?

    tintoretto: tabii kullanabilirsin.

    valhala rasing'in sonu hatırlarsan su temasıyla bitiyor, vaftiz işaret edilir şekilde. istavroz sahnesinden sonra hristiyanlığı çağrıştıracak çok şey yakalayamadım ben. hatta olga yine pre hristiyanlık dönemi inanışında bi şeyler söyleyip yelkenleri doldurdu. valhalada skarsgard biraderler hiçbiri yoktu bu arada şaşırtıcı şekilde.

    ben fjölnir kim demesini "salağa yatma" olarak anladım, bilgi toplamak için. benim zorunluluk kısmındaki şüphem amleth'in annesinin söyledikleri ve çocuğuyla çit çakma sahnesi üstüne oluştu.

    aslında 3 tane net sanrısı var, odin görüldükten sonra valkyrie'nin sırtında valhalaya götürülüyor savaş alanında öldüğü yani seçildiği için. sanrı gerçeklik sahneleri premise'i net olarak yapılmadığı için havada kalıyor biraz ama karakteri ne olduğunu, kim olduğunu anlatması bakımından dediğim gibi bence çalışıyor.

    lake of the hell -> tintoretto: valhalla rising'in sonunun da hristiyanlık özelinde fazla göze sokulduğunu düşünüyordum. istavroz sahnesinden biraz sonra "tahtaya çivilenmiş bir ceset" repliği de geçiyordu. ben o noktada tatmin olmuştum. sonrasında hristiyanlık nüvelerine ihtiyaç duymamış olabilirim. mikkelsen'i skarsgard olarak hatırlamışım ben ya, kusuruma bakma lütfen.

    öncesinde dead king dediğim, conan'dan alınma mount dweller sahnesindeki sanrının tekrarlı olarak yansıtılması halâ kafamı kurcalıyor ama konuyu döngüye sokmamak için yazdıklarının üzerine bir şey eklememeyi tercih ediyorum =) diğer noktalarda neredeyse hemfikiriz zaten.

    iznin için teşekkür ederim.

    ayrıca bu güzel sohbet için de teşekkür ederim.


    -- spoiler --

    #276276 lake of the hell | 3 yıl önce (  3 yıl önce)
    0film 
  2. teatral dili sinema ürünü ürünü olmaktan uzaklaştırmış sanki filmi. etkileyici ama değişik bir tat bırakıyor bittikten sonra. uzun zamandır izlediğim en garip filmdi açıkçası. izlerken "nasıl tahammül ediyorum ki" diye düşünsem de bittikten sonra izlediğime mutlu olduğum bir film oldu. bunda da en büyük etken filmin anlatım dili ve sinematogrofisi yanında 'ın oyunculuğuydu. (bkz: )
    #286758 fly | 2 yıl önce
    0film 
  3. Robert Eggers hastası birisi olarak bir yaz gecesi sevgili ile tüketmiş ve bayılmış bulunmakta olduğum filmdir.

    Öncekilere göre arthouse dokunuşlar daha az bunda. Willem Dafoe bunda da var ve yakışıklı Vikingimiz Alexander Skarsgard reyiz çok yakışmış. Nicole Kidman baya sönüktü bence ama oğlunu tahrik ederek kandırmaya çalışan eski dönem insanını güzel canlandırmıştı o sahnede.

    Brutal, kanlı, ihtiraslı, dönem filmleri seviyorsanız çok seveceğiniz Robert Eggers'in anlatımıyla "Bir Viking intikam öyküsü".

    Sonradan öğrendiğime göre bu arada Shakespeare'in Hamlet oyununun yazılmasına vesile olan tarihi hikayelerden ilham alarak yapılmış film.

    Hamlet yerine ana Karakter Amleth mesela bunda. Bir de eski dönem Kuzey topluluklarında yazılı tarih çok zayıfmış çünkü çok azmış sanırsam. Robert Eggers ya da Shakespeare de baya zorlanmışlardır eserlerini tasarlarken muhtemelen.

    Bunu izledikten bir süre sonra Green Knight izlemiştim yine geçen yaz. Güzel gidiyor iki kombin tavsiye edilir. Green Knight'ı çeken kişinin benim çok sevdiğim A Ghost Story filmini çeken kişi olduğunu görünce tabi ayrı bir ihya oldum demesem yalan olur.

    Sana puanım 7 kanka.
    #286784 mylipsyourlipsapocalypse | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    0film