Netflix'te the haunting serileriyle tanıdığımız mike flanagan'ın son işi. Korku dizisi niyetiyle değil de dolu dolu, roman gibi bir dizi izleme niyetiyle başına oturulduğunda kesinlikle pişman etmeyecek bir hikaye, bu yönüyle diğer işlerinden daha olgun ve daha oturaklı olmuş.
Crockett adası, kendi yağında kavrulan insanların yaşadığı, bir avuç hane sakinlerinin birbirini tanıdığı, yegane sosyalliğin pazar günü kilise toplantıları ve kilise tarafından düzenlenen etkinliklerle gerçekleştiği bir yerdir. Bir balıkçı adası olan crockett adasına, ilk esas karakterimiz olan riley finn'in hapishaneden çıkıp dönmesiyle geliriz, ilk bölümlerde riley gibi etrafımıza alışmaya çalışırız. İkinci esas karakterimiz de riley ile birlikte adaya gelmiştir: adanın hacca giden rahibi hac gezisinde rahatsızlandığı için onun yerine bakması için atanan genç bir rahip. (hamish linklater tarafından canlandırılan karaktere ilk görüşte aşık olup sevgili eşim "nick cave'e benziyor, aynı seninki," deyince aydınlandım, oyuncu nick cave ile eşimin ortalamasıymış adeta.) Yeni rahibin, sakinlerinin hayattan bezdiği, herkesin her şeyi emaneten yaptığı adaya getirdiği mucizevi yenilikler, ada sakinlerini yeniden kiliseye yönlendirecek, sakinler din hakkında derin düşüncelerini paylaşacak, tartışacaktır. Bu esnada, rahibin sırları ve riley'in bu sırlara istemeden dahil olması, mucizelerin yönünü değiştirmeye başlar.
İçinde gizli üç farklı aşk hikayesi ve panteizm hakkında çok isabetli monologlar var dizinin. En belli olmayan aşk hikayesine hayran oldum.
Mike flanagan'ın benim gözümde en iyi işi oldu ki bly manor için de büyük övgülerim vardı, bu onun kat be kat üstüne çıktı.