1. "eski zamanları pek hatırlamıyorum ama yağmuru hatırlıyorum"

    -- spoiler --



    hatırla, 5 kasım'ı hatırla. barut ihanetini ve komplosunu. zaten aklım almaz barut ihanetinin neden unutulacağını. ama ya adam? biliyorum, adı guy fawkes idi. ve biliyorum; 1605'de parlamento binası'nı patlatmaya çalıştı. ama kimdi gerçekte? neye benziyordu? bize fikirleri hatırlayın dendi, adamı değil. çünkü bir adam başarısız olabilir. yakalanabilir, öldürülebilir ve unutulabilir. ama 400 yıl sonra bir fikir hâlâ dünyayı değiştirebilir. fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum. fikirler adına öldürülen ve fikirleri savunurken ölen insanları gördüm. yalnız bir fikri öpemez, ona dokunamaz veya onu tutamazsınız. fikirler kan ağlamaz. acıyı hissetmezler. sevmezler. ve özlediğim bir fikir değil bir adam. 5 kasım'ı bana hatırlatan bir adam. asla unutmayacağım bir adam.

    ***

    iyi akşamlar, londra. öncelikle özürlerimi kabul edin...... ben de, çoğunuz gibi, alışılmış günlük konfora, aşina tedbirlere ve yinelemenin getirdiği huzura saygılıyımdır... her insan kadar hoşlanırım ama yâd etmenin ruh halinde... geçmişin önemli vukuatlarını, genelde birisinin ölümüyle veya korkunç, kanlı bir olayla alakalıdır, hoş bir tatille kutlarız. bu kasım'ın 5'ini, ne yazık ki, artık anılmayan bu günü günlük yaşamlarımıza biraz ara vererek, oturup konuşarak önemseyebilirdik. vardır, elbette, bizi susturmak isteyenler... hatta şimdi, emirler telefonda bağırılmıştır ve eli silahlı adamlar yola çıkma üzeredir... niçin? çünkü sözler yerine kaba kuvvet, kullanılabilse de; kelimeler kudretini hep koruyacaktır. kelimeler anlama ulaşmanın yollarını ve dinleyenlere hâkikatin telaffuzunu gösterir. gerçek şu ki; bu ülkede feci yanlışlar var. değil mi?...... zulüm ve adaletsizlik, müsamahasızlık ve baskı. bir zamanlar itiraz etme hakkınız vardı, düşünmek ve inandığınız şekilde ifade etmek. şimdiyse düzene uymaya, boyun eğmeye mecbur eden bir sansür ve gözetim altındasınız... bu nasıl oldu? kimi suçlayacağız? muhakkak, diğerlerinden daha mesul tutulacaklar var. ve onlar mesul olacaklar. yine de, gerçekler söylenecek. eğer suçluyu arıyorsanız aynaya bakmanız yeterli olacak. niçin yaptığınızı biliyorum. korkuyordunuz, biliyorum. neden korkmayasınız ki? savaş, terör, hastalıklar. sizi sağduyundan yoksun bırakmak, akıl yürütemeyecek duruma sokmak için birleşmiş bir ton problem vardı. korku, sizi bozguna uğrattı. ve panik halinde, başbakan adam sutler'e dayandınız. düzenin sözünü verdi, barışın sözünü verdi ve karşılığında talep ettiği tek şey; sizin sessiz ve itaatkâr rızanızdı... dün gece, old bailey'i yıktım. bu ülkeye neyin unutulduğunu anımsatmak için. 400 yıldan fazla bir süre önce, bir vatansever, kasımın 5'ini ebediyen hafızamıza kazımayı diledi. hayali, eşitlik, adalet ve özgürlüğün kelimelerden öte olduğunu dünyaya anımsatmaktı. kelimeler görece kavramlardır. eğer bir şey görmüyorsanız, eğer bu hükümetin cinayetleri sizin için meçhullüğünü koruyorsa öyleyse size, kasımın 5'ini es geçmenizi öneriyorum. ama siz de, benim gördüklerimi görüyorsanız benim gibi hissediyorsanız ve yine benim aradığımı arıyorsanız öyleyse, seneye bu gece sizi parlamento kapılarının dışında, arkamda olmaya davet ediyorum. hep birlikte, onlara asla ve asla unutulmayacak bir 5 kasım yaşatalım.

    ***

    - "bir erkeğe yaraşan her şeyi yapmayı göze alırım; ama daha fazlasını göze almak erkeklik değildir."
    - macbeth.

    ***

    - televizyonda konuştuğunu sorabilir miyim?
    - elbette.
    - ciddi miydin?
    - her kelimesiyle.
    - sence parlamento'yu patlatmak bu ülkeyi daha iyi bir yer mi yapacak?
    - kesinlikten bahsedilmez, sadece bir fırsat.
    - emin ol, birileri meydana çıkarsa creedy hepsine kara çuval geçirir.
    - toplumlar, kendi devletlerinden korkmamalı. devletler, kendi toplumlarından korkmalı. ve sen bunu bir binayı havaya uçurarak mı yapacaksın? bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür. sembollere anlam kazandıran insanlardır. tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.
    - keşke bunun mümkün olduğuna inansam. bu dünyanın değiştiğini gördüğüm her seferde, dünya daha beter oldu.

    ***

    - favori filmim: monte kristo kontu, rober donat, edmon dantes rolünde.
    "benim kılıcım değil, mondego, geçmişindir seni alt eden."
    beni her zaman etkiler.
    - hiç izlemedim.
    - gerçekten mi?
    - izlemek ister misin?
    - sonu mutlu mu bitiyor?
    - makarada bir filmin sağlayabileceği kadar.
    ...
    - yukarı gelebilir miyiz?
    - kendi ağacınızı bulun.
    - kendi ağacınızı bulun.?

    - beğendin mi?
    - evet.
    - ama mercedes'e üzülmeme sebep oldu.
    - neden?
    - çünkü intikam onun için kızdan daha önemliydi.

    ***

    - selam. düşünüyordum da... sana sormak istediğim bir şey var ama benim hakkımda bazı şeyleri bilmiyorsan sebebini anlayacağını düşünmüyorum. babam yazardı. yaşasaydı onunla iyi anlaşırdın. babam, sanatçılar gerçekleri söylemek için yalanları kullanır; politikacılar ise yalanları gerçekleri örtmek için kullanır, derdi.
    - bana çok benzeyen bir adam.
    - en iyi hikâyeleri hep o anlatırdı. kardeşim ölene kadar. her şeyi değiştiği an o zamandı. kardeşim st. mary's'in öğrencilerinden biriydi. kardeşim öldükten sonra, politikaya bulaştılar. islah'ı ve savaşı protesto ettiler. sutler, başbakanlığa atandığı sırada, leeds'de ayaklanmadaydılar. televizyonda izliyordum. anne babamın ölümlerini göreceğimi sanıyordum. gece tartıştıklarını hatırlıyorum. annem, ülkeyi terk etmek istiyordu. babam itiraz etmişti. eğer kaçarsak onların kazanacağını, söyledi. kazanmak, sanki bir oyundu.
    ...
    onları bir daha görmedim. sanki o kara çuvallar, onları bu dünyadan silip götürmüştü.
    - üzüldüm, evey.
    - hayır, üzgün olan benim. üzgünüm, güçlü biri değilim çünkü. üzgünüm, onlar gibi değilim çünkü. keşke olabilseydim ama değilim. keşke, hep korkmasaydım ama korkuyorum. bu dünyanın altüst olduğunu biliyorum. inan bana, çoğu kişiden iyi biliyorum. ben de bu yüzden soracaktım, eğer dünyayı düzeltmek için yapabileceğim herhangi bir şey varsa, lütfen söyle.
    - dilersen var.

    ***

    - "yaşamımda, fethettim evreni, doğruluğun kudretiyle."
    - özlü söz mü?
    - faust'tan.

    ***

    - "böylece örter çıplak kötülüğümü sapkın eski niyetler bile
    kutsal kitap'tan çalınırken. ben en çok şeytanı oynarken aziz gibi görünürüm."
    - lütfen, acı bana.
    - bu akşam değil, piskopos. bu akşam değil.

    ***

    (gordon-evey)

    - gördüğün gibi, ikimiz de kendi hallerinde kaçağız.
    - ama...
    - benim peşinde olduğum geleneksel olan bir şey değildi madem, seni buraya ne demeye davet ettim, bunu merak ediyorsun. maalesef, benim konumumdaki bir erkekten, senin gibi genç ve çekici kadınları eğlendirmem beklenir. zira bu dünyada, olmak istediğim kişi olma şansı verilse hiç şüphe yok ki; tv gösterisi bir yana kendimi evsiz barksız olarak bulurdum.
    - üzgünüm.
    - benim kadar olamazsın. gerçek ise, onca yıldan sonra, arzudan daha çok şeyini kaybetmeye başlıyorsun. uzunca zaman maske takarsan, altındaki kimliği unutursun.

    ***

    - sensin, değil mi?
    - beni öldürmeye geldin.
    - evet.
    - tanrıya şükür.
    ...
    - olanlardan sonra, yaptıklarından sonra kendimi öldürmeyi düşündüm. ama bir gün benim için geleceğini biliyordum. ne yapacaklarını bilmiyordum. sana yeminler olsun. günlüğümü oku.
    - yaptıklarını ancak senin sayende başarabilmişlerdir.
    - oppenheimer, savaşın gidişatından fazlasını değiştirecek güçteydi. insanlık tarihinin bütün gidişatını değiştirdi. bu tip bir umuda sarılmanın nesi yanlış?
    - senin umduğunu yapmak için gelmedim. buraya yaptıklarından ötürü geldim.
    - tuhaf. bugün senin güllerinden birini aldım. görene kadar teröristin sen olduğuna emin olamamıştım. güllerden birini bugün almak, ne ilginç bir rastlantı.
    - rastlantı diye bir şey yoktur, deila. sadece rastlantıların yanılsaması vardır.
    - başka bir gülüm daha var. ve bu senin için.
    - beni şimdi mi öldüreceksin?
    - seni 10 dakika önce öldürdüm... uykundayken.
    - acı hissedecek miyim?
    - hayır.
    - teşekkür ederim. özür dilemem anlamsız mı olur?
    - asla.
    - çok özür dilerim.

    ***

    mayısın 23'ü.

    ilk görev listem geldi. kabul etmeliyim ki, çok heyecanlıyım. bu, yeniçağın ilk ışıkları olabilirdi. bir virüsün insanlığı yok edebileceği ve servetini olduğu gibi bıraktığı bir dünyada nükleer enerji anlamsızdır.
    ...
    mayısın 27'si.

    kumandan prothero, bana söylendiği üzere hak hukuk ihlallerini kontrol etmek için gelen peder lilliman isimli papaz ile laboratuvarı gezdi. beni tedirgin etti ama kumandan sorun olmayacağına dair güven verdi.

    haziranın 2'si.

    bu insanlar, farklı hareket etseler, ülkelerine ne kadar faydalarının dokunacağını biliyorlar mıydı diye düşünmeden edemiyorum. çok güçsüz ve zavallılar. asla gözlerinize bakmazlar. onlardan nefret ediyordum.

    ağustosun 18'i.

    ilk dört düzinenin yüzde 75'i artık ölü. kontrol edilebilir bir örnek daha ortaya çıkmadı.

    eylülün 18'i.

    bana umut vermeye devam eden bir hasta var. diğer deneklerde gelişmiş bağışıklık sistem patolojilerinden hiçbirisi onda gözükmedi. kanında sınıflandıramadığım bazı hücresel anomaliler keşfettim. görünüşe göre mutasyonlar temel kinestezi ve reflekslerin anormal gelişimini tetikledi. deneğin dediğine göre, kim veya nereden olduğunu hatırlayamıyormuş. her kimse, şu anda rüyamız ve bütün bunların boşuna gitmeyeceğinin umudu ile ilgili.

    kasımın 5'i.

    dün gece, gece yarısına yakın başladı. ilk patlama, bütün medikal bölümü parçalayıp açtı. çalışmalarımın hepsi gitti. onu gördüğümde bunun nasıl mümkün olabileceğini anlamaya çalışıyordum. 5 numaralı odadaki adam. bana baktı. gözleriyle bakmadı. gözleri yoktu. ama bana baktığını biliyordum çünkü hissettim. aman tanrım. ben ne yaptım?

    ***

    bunun onların bir başka oyunu olmadığına seni inandırmam mümkün değil, biliyorum. ama umurumda değil. ben, benim. adım valerie. daha uzun yaşayacağımı sanmıyorum ve sana hayatımı anlatmak istiyorum. bu, şimdiye kadar yazacağım tek otobiyografi olacak, tanrım... bunu da tuvalet kağıdına yazıyorum. 1985'de nottingham'da doğdum. eski zamanları pek hatırlamıyorum ama yağmuru hatırlıyorum. büyükannemin, tottle brook'ta bir çiftliği vardı. bana, tanrı'nın yağmurda olduğunu söylerdi. 11 yaşıma bastıktan sonra kızlar okuluna gittim. ilk kız arkadaşımla o okulda tanışmıştım. adı sarah idi. bu, onun bileğiydi. narindi bilekleri. birbirimizi sonsuza dek seveceğimizi düşünmüştüm. öğretmenimizin bize; olgunlaşmanın bir ergenlik evresi olduğunu söylediğini hatırlıyorum. sarah olgunlaştı. ben olgunlaşmadım. 2002'de, christina adlı bir kıza âşık oldum. o yıl, anne babama gerçeği anlattım. chris elimi tutmadan bunu yapamazdım. babam, bana bakmadı bile. defolup bir daha dönmememi söyledi. annem ise ağzını açmadı. ama onlara sadece gerçekleri söyledim. bu kadar bencilce olan neydi? dürüstlüğümüz beş para etmiyor ama elimizdeki tek şey bu. ruhumuzun en küçük parçası. ama bu parçanın içinde özgürüz.
    ...
    hayatıma nasıl yön vermek istediğimi her zaman biliyordum ve 2015'te ilk filmimde başrol oynadım, the slat flats. hayatımın en önemli rolüydü. kariyerimden ötürü değildi. çünkü ruth ile böyle tanıştım. ilk öpüştüğümüzde onun dudaklarından başka hiçbir dudağı öpmek istemediği anladım. londra'da ufak bir daireye taşındık. benim için pencerenin önündeki saksılarda kırmızı carson'lar yetiştirirdi. ve yuvamız hep gül kokardı. hayatımın en mutlu yıllarıydı. ama amerika'nın savaşı gitgide beterleşiyordu ve sonunda londra'ya sıçradı.
    ...
    ve ondan sonra, güller soldu adeta. hiç kimse için açmıyordu.
    ...
    kelimelerin anlamlarının nasıl değişmeye başladığını hatırlıyorum. "norsefire" ve "bağlılık yemini" gibi şeylerin güçlendiği sırada iş birliği" ve "teslim" gibi alışılmadık kelimeler güçlenmeye başladı. "farklı"nın ne kadar tehlikeli olduğunu hatırlıyorum. bizden niye bu kadar nefret ettiklerini hâlâ anlamış değilim. ruth'u yiyecek almak için çıktığında götürdüler. hayatımda hiç bu kadar çok ağlamamıştım. benim için gelmeleri uzun sürmedi. hayatımın böylesine korkunç bir yerde sona ermesi tuhaf geliyor. ama üç yıldır, güllerim var ve kimseden özür dilemedim. burada öleceğim. en küçük parçama değin çürüyeceğim. her parçam çürüyecek, bir tanesi hariç. bir parça. küçük ve kırılgan ve yaşamda sahip olmaya değer tek şey. asla kaybetmemeliyiz veya vermemeliyiz. elimizden almalarına asla razı olmamalıyız. her kimsen, umarım, bu yerden kaçarsın. umarım, bu dünya değişir ve bu şeyler düzelir. ama en çok ümit ettiğim şey; seni tanımasam... seninle gülmesem? seninle ağlamasam... veya seni öpmesem bile... bunları anlatırken ne demek istediğimi anlaman. seni seviyorum. tüm kalbimle... seni seviyorum.
    valerie.

    ***

    - bak, istedikleri sadece birazcık bilgi. onlara bir şey ver, ne olursa olsun. teşekkür ederim ama kimya hangarının arkasında ölmeyi yeğlerim.
    - öyleyse artık hiç korkun yok. tamamen özgürsün.
    - ne?
    ...
    - merhaba, evey.
    - sen.
    - sen miydin?
    - evet.
    - gerçek değil miydi?
    ...
    - iyi ki, yakalanmadan önce seni buldum.
    - beni buldun mu? bunu sen mi yaptın? saçımı sen mi kestin? bana sen mi işkence ettin? bana işkence ettin. neden?
    - korkuların olmadan yaşamak istediğini söylemiştin. keşke daha basit bir yol olsaydı ama yoktu.
    - aman tanrım.
    - beni hiçbir zaman bağışlayamayacağını ya da benim için ne kadar zor olduğunu anlayamayabileceğini biliyorum. her gün, senin şu an bende gördüklerini, kendimde gördüm. her gün, bunu bitirmek istedim. ama senin her teslim olmayı reddedişinle bitiremeyeceğimi bir kez daha anlıyordum.
    - sen manyaksın! sen şeytansın!
    - bunu bitirebilecek olan sendin evey. kabul edebilirdin ama yapmadın.
    - neden?
    - git başımdan! senden nefret ediyorum!
    - işte! anlasana, ilk seferinde ben de nefret sanmıştım. tek bildiğim nefretti. nefret, yaşamımı kurdu, beni mahkûm etti, bana nasıl yiyeceğimi, nasıl içeceğimi, nasıl nefes alacağımı öğretti. damarlarımda akan nefretle öleceğimi sandım. ama sonra bir şey oldu. sana olanın aynısı bana da oldu.
    - kes sesini! senin yalanlarını duymak istemiyorum!
    - kendi baban, sanatçılar gerçekleri söylemek için yalanları kullanır, demiş. evet, bir yalan söyledim. ama buna inandığın için kendinde doğru bir şey buldun.
    - hayır.
    - hücredeki doğru, şimdi de doğru. orada hissettiklerinin benimle alakası yok.
    - artık hiçbir şey hissedemiyorum!
    - bundan kaçma, evey. hayatın boyunca kaçtın durdun.
    - nefes... nefes alamıyorum. astım. ben küçükken...
    - beni dinle, evey.
    - bu, hayatının en önemli anlarından biri olabilir. ezberle bunu. anne babanı senden kopardılar. kardeşini senden kopardılar. seni bir hücreye tıkıp hayatın hariç koparabilecek her şeyi kopardılar. koparabilecekleri her şeyi kopardılar sandın, değil mi? elinde tek kalanın hayatın olduğunu düşündün ama bu doğru değildi.
    - ne olur.
    - başka bir şey buldun. o hücrede, hayatından daha değerli bir şey buldun. istediklerini onlara vermedikçe, seni öldüreceğiz diye tehdit ettiklerinde, onlara, ölmeyi yeğlerim, dedin. ölümle yüzleştin, evey. sakindin, hareketsizdin. öyleyse hissettiklerini, şimdi de hissetmeye çalış.
    - tanrım. ben...
    - evet?
    - sersemlemiş gibiyim. hava almam lâzım. lütfen, dışarı çıkmalıyım.
    - asansör, bizi çatıya çıkartır.
    ...
    tanrı yağmurdadır.

    ***

    - v. ben gidiyorum.
    - burada 872 tane şarkı var. hepsini dinledim ama hiçbirinde dans etmedim.
    - beni duydun mu?
    - evet.
    - burada kalamam.
    - farkındayım. burada artık kapalı kapı bulmayacaksın.
    - bende kalsın diyordum ama senin yazdığını öğrenince bana doğru gelmedi.
    - ben yazmadım. gitmeden önce sana bir şey gösterebilir miyim?
    - gerçekmiş.
    - evet.
    - güzelmiş.
    - onu tanıyor muydun?
    - hayır. mektubu ölmeden hemen önce yazmıştı. bana verildiği gibi, ben de sana verdim.
    - öyleyse gerçekten oldu, değil mi?
    - evet.
    - onun yanındaki hücredeydin. öyleyse her şey bununla ilgili. ona yapılanlardan dolayı, sen de onlardan intikam alıyorsun. ve sana yapılanlardan dolayı.
    - bana yapılanlar beni yarattı. evrenin temel bir kuralı, her hareket, eşit kuvvette ters yönde bir tepki oluşturur. böyle mi düşünüyorsun?
    - bir eşitlik gibi mi?
    - bana yapılanlar canavarcaydı. ve bir canavar yarattılar. nereye gideceğini biliyor musun?
    - hayır. önceden olsa korkardım ama sanırım sana bir teşekkür borçluyum. teşekkür ederim.
    - hoşça kal.
    - evey... sana bir soru sorabilir miyim? tek bir dileğim olsaydı, seni yeniden görmeyi dilerdim, bir kez bile olsa... 5'inden önce.
    - tamam.
    - teşekkür ederim.

    ***

    hikâyemiz, bu tür hikâyelerde sıklıkla olduğu gibi, genç ve yükselen bir politikacı ile başlıyor. derinden dindâr bir adam ve muhafazakâr parti'nin bir üyesi. tamamen sabit fikirli ve politik gelişime hiç saygısı yok. ne kadar güçlenir, bağnazlığı ne kadar ortaya çıkarsa onu destekleyenler de o kadar saldırgan oluyor. sonunda, partisi ulusal güvenlik adına yeni bir projeye başlıyor. başlangıçta, biyolojik silah araştırması sanıldı ve bedeline aldırılmadan sürdürüldü. bununla birlikte, bu projenin asıl amacı güçtü. tam ve eksiksiz egemen hâkimiyet. ancak proje vahşi bir sonla biter. lâkin projede yer alanların çabaları boşa gitmemiştir çünkü. kurbanların birinin kanından yeni bir savaşma kabiliyeti doğmuştur. bir virüs düşünün, olabilecek en korkunç virüs. ve sonra sizin, sadece sizin tedaviye sahip olduğunuzu düşünün. eğer asıl amacınız güç ise, böyle bir silahı kullanmanın en iyi yolu nedir? hikâyemizin tam bu noktasında kötü adam olaya dâhil oluyor. görünüşte vicdanı hiç olmayan bir adam. adama göre, sonuçlar her zaman yöntemi haklı çıkarır. hedeflerinin, ülkenin düşmanları değil de bunun yerine ülkenin kendisi olması gerektiğini öneren kişi. saldırının etkisini en fazlaya çıkarmak için üç hedef seçildi: bir okul, bir metro istasyonu ve bir su arıtma tesisi. yüzlercesi ilk birkaç haftanın içinde öldü. three waters gerçekte kirletildi.
    ...
    medya ile gazlanan korku ve panik çabucak yayıldı. ve sonunda ülkeyi bölüp ve parçalayınca, asıl amaç yüzünü gösterdi. st. mary's krizlerinden önce kimse o yılın seçim sonuçlarını tahmin edemiyordu. kimse. ve sonra, seçimden kısa süre sonra bakın olanlara, bir mucize. bazıları, bunu tanrı'nın işi sandı. ama belirli parti üyelerince yönetilen bir ilaç şirketi vardı ki bu şirket, onların hepsini çok zengin yaptı. bir yıl sonra, birkaç radikal yargılanıp, suçlu bulunup ve idam edildiği sırada onların kurbanlarını kutsayan bir anıt yapıldı. ama nihaî sonuç, planın gerçek özelliği korkuydu. korku, bu hükümetin en büyük aracı haline geldi. bu arada, başbakan tarafından oluşturulmuş yeni pozisyonlara politikacılarımız sonunda atandı. geri kalanlar, dedikleri gibi, tarih oldu.

    ***

    - sorun, onun bizi bizden daha iyi tanıması. bu sebepten dün gece larkhill'e gittim.
    - orası karantina dışında.
    - görmek zorundaydım. pek bir şey kalmamıştı. ama oradayken, gariptir aniden her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu hissettim. sanki bütün her şeyi görebiliyordum. larhill'den çok önce gerilmiş uzun olaylar zinciri. sanki önceden olan ve gelecekte olacak her şeyi görebiliyordum.
    ...
    önümde açılmış bir resim gibiydi. hepimizin bunun bir parçası olduğunu ve bu parçanın, kapanına sıkıştığımızı fark ettim.

    ***

    www.youtube.com/...

    - bu gece büyük gecen. buna hazır mısın?
    - buna hazır mıyız?
    - bu şarkıyı özledim.
    - geleceğini düşünmüyordum.
    - geleceğim demiştim.
    - hoş görünüyorsun.
    - teşekkürler.
    - araştırmadan nasıl kurtulduğunu sorabilir miyim?
    - sahte bir kimlik, guy fawkes maskesinden daha çok işe yarıyor.
    - itiraf etmeliyim, ne zaman siren sesi duysam, hakkında endişeleniyordum.
    - bir süre ben de endişelendim. ama sonra, bir gün, marketteydim ve bir arkadaşım, btn'de birlikte çalıştığım birisi, sırada arkama geldi. çok tedirgindim, kasiyer parayı istediğinde, paramı yere düşürdüm. arkadaşım yerden aldı ve bana verdi. gözlerimin içine dimdik bakmıştı, beni tanımadı. bana ne yaptıysan zannettiğimden daha çok işe yaradı.
    - sana bir hediyem var, evey ama vermeden önce, sana bir şey sormak istiyorum. benimle dans eder misin?
    - şimdi mi? devriminin arifesinde mi?
    - "dans edilmeyen bir devrim olacaksa, hiç olmasın daha iyi."
    - memnuniyetle.

    ***

    - zaman neredeyse geldi.
    - maskeler usta işiydi. bir anda yüzünü her yerde görmek tuhaftı.
    - "gizle benim ne olduğumu ve yardımcım ol, böylesi bir maske bir gün amacımın biçemi oluverir."
    - on ikinci gece.
    - bravo.
    - anlamıyorum.
    - neyi?
    - benim yaşadığım en önemli şeylerden biri nasıl oluverdin, üstelik senin hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. nerede doğduğunu, anne ve babanın kim olduğunu, kardeş sahibi misin, değil misin bilmiyorum. gerçekte neye benzediğini dahi bilmiyorum.
    - evey, lütfen. bu maskenin altında bir yüz var. ancak benim değil. ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz ne de altındaki kemiklerden.
    - anladım.
    - teşekkür ederim.
    - fazla zamanımız yok. sana vermem gereken bir şey var.

    ****

    - yeraltı mı? burayı tamamen kapattıklarını sanıyordum.
    - kapattılar. rayları temizlemek neredeyse 10 yıl sürdü ve biraz da kendim ray ekledim. sana göstereyim. bu raylar parlamento'ya çıkıyor.
    - evet. öyleyse gerçekten olacak, öyle mi?
    - sen istersen olacak.
    - ne?
    - sana hediyem, evey. sahip olduğum her şeyi: evimi, kitaplarımı, galerimi, bu treni? dilediğin gibi kullanman için sana bırakıyorum.
    - başka bir oyun mu, v?
    - hayır, oyun yok, yalan yok artık. sadece gerçek var. gerçek şu ki, şu kolu çekme kararının bana ait olmadığını anlamamı sağladın.
    - neden?
    - çünkü bu dünya, parçası olduğum? şekillenmesine katkıda bulunduğum bu dünyanın sonu gelecek bu gece. ve yarın, farklı insanların şekillendireceği farklı bir dünya uyanacak ve bu seçim onlara kalmış.
    - nereye gidiyorsun?
    - sırada beni yaratanla buluşmak var. bana yaptığı her şeyin kibarca karşılığını verme zamanı.
    - v, bekle! ne olur, bunu yapmak zorunda değilsin. bırakabilirsin. buradan birlikte kaçabiliriz.
    - hayır, ne olduğum konusunda haklıydın.
    - beni bekleyen hiç ağaç yok. tek istediğim, lâyık olduğum tek şey bu tünelin sonu.
    - doğru değil.
    - yapamam.

    ***

    - ...... şimdi yüzünü görme zamanı. maskeni çıkart.
    - hayır.
    - ölüme meydan okuma, ha?
    - onun gibi ağlamayacaksın, değil mi? sen ölümden korkmuyorsun. sen benim gibisin. sizinle ortak olan tek noktamız, bay creedy; ikimizin de yakında öleceğidir.
    - nasıl olacakmış bu?
    - boynunu kavrayan ellerimle.
    - saçmalık.
    - ne yapacaksın, ha? bölgeyi taradık. elinde hiçbir şey yok. o salak bıçaklarından ve süslü karate numaralarından başka. bizimse silahlarımız var.
    - hayır, kurşunlarınız var ama, silahlarınız boşaldığında, ölmüş olmamı umun çünkü şayet ayakta olursam silahlarınızı doldurmadan hepiniz ölmüş olursunuz.
    - imkansız!
    - öldürün.
    - sıra bende.
    - öl! geber!
    - niçin gebermiyorsun?
    - niçin gebermiyorsun?
    - bu maskenin altında etten daha fazlası var. bu maskenin altında bir fikir var, bay creedy. ve fikirler kurşun geçirmez.

    ***

    - v! tanrım! kanamanı durdurmak zorundayız.
    - lütfen, yapma. buraya kadarmış ve bundan mutluyum.
    - böyle söyleme.
    - dediğim, sadece gerçek. 20 yıldır, sadece bugün için çabalıyordum. başka hiçbir şey yoktu. seni görene dek. sonra her şey değişiverdi. sana öylesine aşık olmuştum ki, bir daha kimseleri sevemem diyordum.
    - v, ölmeni istemiyorum.
    - bu, bana şimdiye kadar verdiğin en güzel şey.
    - v? v!

    ***

    - sen evey hammond'sun, değil mi? öyleyse bitti.
    - neredeyse.
    - dur! ellerini o koldan çek.
    - hayır.
    ...
    - bunu niçin yapıyorsun?
    - çünkü o haklıydı.
    - ne hakkında?
    - bu ülkenin, şu anda bir binadan daha fazlasına ihtiyacı var, umuda ihtiyacı var.
    ...
    - vakit geldi.
    - söylesenize, bay finch, müzik sever misiniz?
    - bu müzik?
    - evet. onun müziği. kimdi bu adam? edmond dantes'di. ve babamdı. ve annemdi. kardeşimdi. arkadaşımdı. sendi. ve bendi. hepimizdi.

    www.youtube.com/...

    ***

    kimse o geceyi ve bu ülke için ne anlam ifade ettiğini unutmayacak. oysa ben o adamı ve bana ifade ettiklerini unutmayacağım.



    -- spoiler --


    kırmızı carson fotoğraf

    maskenin ardındaki aktör, hugo weaving,

    link
    link
    link
    #9602 ma icari | 8 yıl önce (  5 yıl önce)
    0film