1. Mayıs 17, 2017
    İVAN'IN RÜYASI
    I

    İvan’ın o kış babası ölmüştü, hayata karşı çok fazla hazırlıksızdı ve eski püskü, kırmızı bir Moskvich 412’si vardı. Bu külüstür araba da, sahip olduğu her şey gibi babası Nikolay’dan kalmıştı. Buralarda böyle olurdu, her şey babadan kalırdı. Bazen çocuklar bu kalıntıları reddederlerdi ancak yufka yürekli İvan, daha yeni ölmüş babasına saygı duyması gerektiğini şiddetle hissediyordu, ondan kalan her şeye tıpkı babası gibi bağlanmalıydı. O öldüğünden beri ne vodka ne de bir kadeh şampanya içmişti. Kendince büyük bir Hristiyan olan Nikolay’ın da ‘büyük perhizlere’ başlayıp da asla layıkıyla yerine getirememesi gibi çocukça, İvan da babasına bir saygı gösterisiyle yaşamına devam etme kararı almıştı; bunu, babası Kudüs’e doğru gömüldükten sonra, rahibin biri mezarın başında dualar okurken kararlaştırmıştı, tabii uzun sürmeyecekti bu ‘saygılı hayat’, babasının oğluydu çünkü İvan.
    Baba Nikolay hiç kuşku yoktur ki büyük bir dindardı. İvan böyle düşünüyordu, çünkü saygı yalan söylemeyi gerektirirdi. Tanrıtanımazın biriydi genç İvan, biliyordu ki çoktan ölmüş olan babası artık kaybolmuştu, biliyordu ki ne görebilir ne de duyabilirdi. Yine de sakınıyordu sözlerini yüksek sesle düşünmekten. Bunun sebebi sadece saygı mı olabilirdi? İvan, onun elini hiç bırakmayan babası Nikolay’a olan sevgisinden, nadiren insanların aslında gerçekten ölmeyeceklerini düşünüyordu. “Hatıramın başlangıcından bu yana ‘küçük Vanya’sı’ olduğum bu adam, böyle kolay ölebilir mi?” diye soruyordu kendine. Biraz daha kaybetse kendini, ellerini gökyüzüne kaldırıp Tanrı’ya bile sorabilirdi. Sadece şuna inanıyordu: Bazı mezarlar hala duyabilirdi. Bu yüzden babasıyla konuşmayı kesmemişti, neredeyse bir hafta geçmişti ve soğuk havaya rağmen her gün onu ziyaret etmişti. Bir süre sonra bu saygının, bu merhametin de son bulacağını biliyordu İvan Nikolayeviç. Yine de kaybetmemeye çalışıyordu sorumluluklarını. Vücudundaki izleri, babasının izlerini şimdiye kadar taşımıştı, tam otuz beş sene! Şimdi de yine babasının mirası olan kırmızı Moskvich’e, yaşlı köpek Pavlov’a ve bin beş yüz rubleye sahip çıkacaktı. Bir de babasının tuhaf dindarlığına…
    Neredeyse iki yıldır haftada iki kere, babası İvan’ı kendisiyle bir yere götürmek için zorluyordu. Nikolay ‘o’ yerden pek söz etmese de, “Tanrı için gelmelisin İvan!” demişti bir kere, niyetini belli etmişti, İvan şiddetle sakınıyordu bu ısrardan bu sebeple. Artık buna da kızamıyor, karşı çıkamıyordu İvan. Ölülerle kısır tartışmalara girilmezdi. Ölülerin istekleri de yapılmazdı asıl düşüncelerine göre, ama gözünü kör eden bu sevgi ve saygı, onu olağanüstü şeylere inanmaya mecbur bırakıyordu. Pek de yabancı sayılmazdı bu ‘ölülerin anısına bir şeyler yapmak’ olayının, bu sebepten kolay ısınmıştı bu kutsal görevlere.
    İvan Nikolayeviç, yamalarla dolu paltosunu giymiş, babasının aylardır hasta yattığı yatağı kaldırırken içinde bulduğu bir nota bakıyordu. Yaşlı Nikolay, mektubunda “asalak bir sülük gibi Vanya’sının paçasında ölmek bilmeden çırpınmaktan bıktığını, bir gün kendini bir taksici çağırıp Neva ırmağına götürtüp oradan kendini suya bırakacağını” yazmıştı. Mektubu yazdığı akşam korkunç bir rezillik içinde öldü. Hayal ettiği gibi ölememişti fakat sonuç olarak amacına ulaşmıştı, inandığı gibi ‘öteki dünya’ var olsaydı kesinlikle orada bu ölümden memnun olduğunu söylerdi. Nasıl olsa zavallı oğlu İvan’a pek masraf çıkarmamıştı, kendini Neva’ya atsaydı oğlu onu bulmak için uğraşacaktı. Oysa şimdi onu yataktan kaldırıp gömmüştü oğlu Vanya. Ne bir kan vardı ne de her zaman olduğu gibi altında bir poşet bok. Şerefli bir ölümdü bu yaşlı Nikolay için. Öyle bir şerefti ki, oğlu İvan’ın aklında rezil bir yatalak değil, çocukluğunda gördüğü yakışıklı bir teğmen olarak kaldı.
    Soba yanmayan soğuk odanın köşesinde ağlar gibi sızlanan yaşlı Pavlov’a bakmaktaydı, gözlerini ondan ayırıp mektubun devamını okudu. Babası ondan, iki yıldır beraber gitmeleri için zorladığı yere gitmesini istiyordu. Nikolay’dan sonra orada Nikolay’ın adını taşıyan biri, İvan Nikolayeviç olmalıydı. İvan içinden “Deli saçması!” diye bağırdı, sonra da ağzını kapattı eliyle, etrafına bakındı; neyse ki babası duymamıştı. Yatağına yıkıldı elindeki mektupla, Pavlov yaşlı gözlerle onu izliyordu.

    II

    Motoru bir troyka gibi ses çıkaran kırmızı Moskvich yollandı, yoldan küçükçe toz bulutları yarattı. Babası, İvan’a saat kaçta gideceğini söylememişti pek tabii, gün dahi belli değildi. Çok erken gitmiş ya da geç kalmış olabilirdi. Erken gitmiş olsaydı, daha yeni gelmiş gibi davranabilirdi fakat geç kalsaydı ne yapacaktı? Hiçbir şey bilmeden mektupta bahsedilen yere doğru ilerliyordu. Upuzun bir yol vardı önünde. Yolun kenarında bembeyaz kara bulanmış tarlalar, gözün görebildiği en uzak yerde de ayın aydınlattığı sis bulutu vardı. Kırmızı Moskvich ilerledikçe yolun kenarında ışıklar görünmeye başlıyordu. Babamın görüştüğü insanlar burada olmalı, diye düşünüyordu İvan. Yanındaki yaşlı köpek Pavlovsa hala ağlamaklıydı. İvan onun Nikolay için ağladığını düşünmüyordu, “yaşlı sümsük köpek, zaten sürekli yüzü ıslaktır,” diyordu Pavlov’un yüzüne baka baka. İçinde cansız bir insanın olduğu mezara karşı söz söylemeyi bırakın, düşünmekten bile çekinen İvan; karşısında canlı bir köpek varken, söylediklerini asla anlamayacağını düşünerek ağzına geleni söylüyordu. Yaşlı köpek Pavlov, kafasını cama çevirdi, ıslak gözleriyle dışarıdaki ışıkları takip etti.
    İvan yaşlı Moskvich’i nereye çekeceğini, hangi ışığa doğru gideceğini bilmiyordu. Işıklar öyle uzaktı ki, “sanki bu binalar kimse gelip rahatsız etmesin diye yapılmış gibiydi.” İvan, cılız Pavlov ve Moskvich ilerledikçe, ışıkların da bir bir yok olmaya başladıklarını fark ediyorlardı. Bir dakika sonra, hemen yolun kenarında bir ev olduğunu fark etti İvan, Moskvich’i kenara çekip ışıkları yanan eve girdi. Kapıyı tıklattı, açan yaşlı ve korkunç bir herif oldu. İvan’ın gözüne hemen duvardaki silahlar ilişti. Silah koleksiyonu gibi değil de, bir silah satıcısının duvarı gibi, dedi İvan içinden. Bir anlık tehevvürle “Bir silah almak istiyorum,” diye atıldı İvan, şaşkınlık verici bir heyecanla. Silah satıcısı adam sanki lütfediyormuş gibi büyük bir sıkkınlıkla “Hangisi?” diye sordu. İvan’ın gözlerinin birden soluklaştığını fark edince müşterisine biraz önem verirmiş gibi “Sana bir Kalaşnikov ayarlayacağım,” dedi. İvan aynı soluk gözlerle evden girdiği gibi çıkarken, satıcı “Hazırlıyorum, gelip al!” diye bağırdı. İvan duymamış gibi arkasını bile dönmeden direkt çıktı evden. Yola indiğinde arabasına binmeden yaşlı Pavlov’la ters yöne biraz yürüdüler. “Kalaşnikov, AK-47, 1946’da Mihail Timofeyeviç Kalaşnikov tarafından icat edildi, 40 milyon insanı öldürdü.” Yüzü bembeyaz olmuş, bu cümleyi defalarca söylüyordu. Koşarak aynen eve döndü ve satıcının kapısını çaldı. Daha kapı açılmadan, “Silah falan almayacağım sizden, aşağılık katiller!” diye bağırdı. Satıcı adam, elinde Kalaşnikov kapıyı açarken şaşkınlık ve kızgınlık arasında bir yüz ifadesine sahipti. Ne İvan’a bağırdı, ne de başka bir Kalaşnikov çekip onu vurdu, sadece tehditkâr bir sesle, “Sen yenisin burada, kimsen yok,” dedi. İvan arabasına koşarken satıcı hala bağırıyordu, “Kimsen yok, kim sahip çıkacak sana burada!”
    İvan korkuyla titredi, işte şimdi Pavlov’dan hiçbir farkı yoktu. Moskvich’i çalıştırdı, hızla geldiği yöne geri dönmeye koyuldu. Tarlalarda hiçbir ışık kalmamış, silah satıcısının evindeki ışıklar bile hemen İvan oradan ayrılırken sönmüştü. İvan’ın kalbi korkuyla dolmuştu, satıcının söyledikleri gerçekten korkutmuştu onu. Eski Moskvich’in farları sanki hiç çalışmıyormuş gibi, bir metre ötesini bile aydınlatamıyordu. Kapkara bir sonsuzluk vardı önünde. O korkunç yerden uzaklaştıkça korkusu bir o kadar artıyordu. Bir an, öyle bir şey göründü ki yolun üstünde, İvan sertçe bastı yaşlı arabanın frenine. Moskvich viyakladı, Pavlov’un bile ıslak gözleri sonuna kadar açılmıştı. Yolun üstünde, tam da Moskvich’in yüz metre kadar önünde tüm yolu kaplayan büyük bir ışık gözükmüştü. İvan gözlerini kıstı daha net görmek için, bu büyük ışık bir şeyin farları olmalıydı. Biraz sonra fark etti ki, bu tekerlekleri olan ve tüm yolu kaplayacak büyüklükte bir şeydi, onlara doğru geliyordu. Şaşkınlıktan bir santim bile yerini değiştiremedi arabanın İvan. Karşıdaki ışık yaklaşıyordu, otuz metre kadar kalmıştı ki, İvan bu ışığın tam olarak ne olduğunu fark etti. Farların hemen altında önüne geleni parçalamak için kocaman bıçaklar vardı. Kendi kendine ‘öğütücü’ ismini verdi İvan buna. Bir anlık sakinlikle arabayı çalıştırıp yolun kenarına sürdü İvan. Öğütücü uzaklaşana kadar olabildiğince ilerledi tarlanın içinde. Moskvich 412’nin farları belki de son kez tüm gücüyle çalışarak hemen karşısındaki ağaçları gösterdi. Dört beş kadar ağaç küçük bir alanı çevrelemişti. İvan arabayı oraya soktu. Pavlov’la aynı anda kafasını arkaya çevirdi ve artık öğütücünün uzaklaşan ışıklarının beyazdan kırmızıya döndüğünü fark etti. İvan derin bir nefes verdi, cılız köpeği Pavlov’a sarılıp uykuya daldı.
    Uyandığında sobasız odasında, kendi yatağındaydı, babası onu yanına çağırmaktaydı.
    #94597 supradin | 7 yıl önce
    0anket