bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
her geldiğimde soğuk oluyor istanbul. güneşli havalarda hapşırırken, karanlık gecelerde tiril tiril üşüyorum. bir türlü dengesini kuramadım bünyemin. vapurların ilk seferlerini beklerken, güneşin değdiği banka uzandım. ılık dokunuşlarıyla geceden kalma tüm kötü şansları da temizliyordu. temizlendikçe, bir mermer ışıltısı gibi gevşedim bankın üzerinde. düdük öttü. duman savruldu göğe. bindim vapura. bu vakte kadar hiç inmedim vapurdan. kalorifer sımsıcak. bacaklarımı yasladım, ısınıyorum. gözlerimdeki şeffaf zar yırtılmamış olsa da.
fotoğrafçı olarak görevlendirildiğim festivalde çalışmadan bir gün evvel geldim. tanışma aplikasyonlarda rastladığım bir kadınla görüşebilmek içindi sırf. gün içinde her şey güzeldir. gün içinde her şey güzel olduğu için geceler de güzel olacak sanırız. sanmak, hiçbir hükmü olmayan bir sanrı düşüncesinden ibaret, sonu başı belli olmayan bir boşluk gibidir. sandığın an boşluğun kucağına düşmüşündür. düştüm. çok pis düşüş oldu.
her şey açık ve net konuşulduğu halde, zamanın akışında görünenler ya fazla abuk oluyor ya az sabuk. günün sonunda ezberlenilmiş bir ritüel gibi eve gittik. birasını içti bense kırmızı şarap. şişe yarımdı. uzun süre dolapta olduğu belliydi. tadı acıydı. eşlik ediyormuş gibi yapmak için içiyormuş gibi yaptım. bardaktaki şarap azalmıyordu bir türlü. havaya karışmıyor, çatlaklardan sızmıyor, görünmez bir kaza gibi çarpılıp dökülmüyordu.
"sen hiç anlatmadın, konuşmuyorsun," dedi.
"benim çok fazla hikayem yoktur."
"soğuk ve mesafeli duruyorsun, bilemedim şimdi."
"bilerek yaptığım bir şey değil, yapım bu benim," deyip gülümsüyorum. bir iki espri sıkıştırıyorum. kendimi daha çok rezil ediyorum.
"çok küçüksün," diyor sonra. vaktiyle iyi beslenilmemişim demek ki, bir de fazla zayıf olduğum için de yaşımı göstermiyorum, inanmamış gözlerle bakmayı kesersen kimliğimi gösterebilirim, diye diye kurduğum cümlelerle yoruluyorum. bir keresinde yaşlarımız aynı olduğu halde, küçük yapımdan dolayı bir kadın "kendimi süpyancı gibi hissediyorum" demişti. gövdesine o kadar küçük gelmiştim. o öyle dediğinde yatak buz gibi olmuştu. çarşaflar buz gibi. oda buz gibi. kafam buz gibi. boktan bir cümleydi. şimdi oturup bu kadının da aynı muameleyi yapacak olma ihtimali üzerinde teoriler üretiyorum. bitirilmiş olsun diye tek dikişte içtiğim şarabın acılığı midemi delerken, ben inatla bu kadının böyle bir cümlenin ortasında durmayacağını düşünüyorum.
bir metnin ayrıştırılmış bölümleri gibiydi. giriş, gelişme, sonuç. okumanın devamını sağlayacak en güzel, en okkalı cümleler girişte olur. okkalı bir giriş cümlesiyle başlamışken neden gelişmedi? neden sonuçlanmadı? ne istediğini, ne istemediğini, ne sevdiğini, ne sevmediğini, o an neyin hoşuna gitmediğini apaçık söylemedi de uzun bir oflayışla kalkıp salona geçti? neden, bu saatte sokaklar tenhadır diye çakılıp kaldım odada?
bir şeylerden sonra merak edilen cevapların sorularını sormak saçma gelir. saçma geleceğini bildiğim halde "neden" diye sorasım gelse de yastığı kucaklayıp gömüldüm ortasındaki çukura. yüzümü bastırıp, kafamdaki gürültüyğ azaltmaya çalıştım.
bir kez daha hayal kırıklığı yaşattım. nerede kırıyorum, nerede parçalıyorum, nerede fazla abuk, az sabuk yapıyorum da, dönüp dolaşıp kırıklar teker teker başka başka kadınlarda kesiyor?