nazım hikmet'in güzel şiiri-mektubu. şiiriyle sosyalizmin tanımını yaptığı şiir ve "lehistan ovasında bahar, bahar, bahar."
sevgilim, gonca gülüm
başladı lehistan ovasında yolculuğum:
küçücük bir çocuğum,
bakıyorum ilk resimli kitabıma;
küçücük bir çocuğum,
sevinçler içinde, hayretler içinde;
küçücük bir çocuğum,
bakıyorum ilk resimli kitabıma,
insanları, hayvanları, eşyaları
daha renkli, daha güzel
yeni baştan keşfedecek
lehistan ovasında bahar.
ışığında şahin olup uçasın gelir,
deresinde sazan olup yüzesin gelir,
yeşili çiğ çiğ yiyesin gelir.
bir bizim oraların baharları böyledir:
sesin var mı, yok mu, bakmaz
zorla türkü söyletir
uykunda bile yakanı bırakmaz
girer, düşüne girer
güneşlerle yüklü dallar...
lehistan ovasında bahar, bahar, bahar.
sevgilim, gonca gülüm, ah gonca gülüm
sokmak için fırsat kolluyor ölüm
çöreklenmiş sol memenin altında;
rezillik olurdu, zulüm mü, zulüm
ayrılmak dünyadan bahar vaktında.
sevgilim, dayı kızım, memedimin anası,
dedelerimizden biri
1848 polonya muhaciri.
belki o güzel varşovalı kadına, senin
ikizmiş gibi benzeyişin bundandır.
belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı,
böyle uzun boyluyum,
oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi,
belki de bu yüzden bu ova bana
bizim ovaları hatırlatıyor,
yahut da bu yüzden bu leh türküsü,
içimde, derinde, yarı aydınlık
uyuyan bir suyu kımıldatıyor.
lehistan'dan gelmiş dedelerimizden biri,
gözlerinde karanlığı yenilginin,
saçları al kana boyalı.
uykusuz geceleri borjenski'nin
benimkine benzer olmalı.
tıpkı benim gibi o da
çok uzaklarda kalan bir ağacın altında
unutmuş olabilir uykusunu.
onu da benim gibi deli etmiştir, deli,
her solukta alıp da memleket kokusunu
memleketi bir daha görmemek ihtimali.
sevgilim
nerde, ne zaman hürriyet dövüşmüş de
ön safında polonyalı bulunmamış?
bir zenci türküsü olacak,
harlem'de söylenen bir türkü.
kederli biraz, umutsuz değil,
karanlık gibi yumuşak.
eminim, bir zenci türküsü olacak,
harlem'de söylenen bir türkü.
usullacık, usullacık okur onu anneler,
çocuklar uykuya korkusuz varır:
kapının önünde dolaşmaktadır
savannah'ta zenciler için ölen
ak kanatlı
polonyalı atlı
pulavski kazimir
millletlerin baharıydı
uzak kayalıklarda açan çiçeklerin
ışıklı balıydı hürriyet,
milletler arıydı
milletlerin baharıydı
bahardı, bir tanem
büyük bir bahar.
yürüdü macar ordusunun önünde
öfkeli ufacık bir ihtiyar,
lehistan'ın en yeşil dalı general bem...
paris'e gidebilsem, dayı kızı, paris'e gidebilsem,
yağmur yağsa o gün öğleden önce
öğleden sonra açsa güneş.
kızıl bir bayrak gibi inse akşam
varşova'dan getirdiğim beyaz gülü
dombrovski vroslav'ın kabrine koysam.
biliyorsun, gülüm
en kutsal umudumuzun ağacı
lenin'in memleketinde dikildi
fidandı henüz
karlı gecelerde onu bekledi
elleriyle ısıtarak sabahlara dek
büyük çekist cercinski felisk
yetmiş yedi milletin kanı
karışıp ispanyol kanıyla
aktı ispanya toprağına
dedim ya, dayı kızı, dedim ya
nerde, ne zaman hürriyet dövüşmüş de
ön safında polonyalı bulunmamış?
öyle şey olmaz.
dövüştü sarı, genç aslanlar gibi valter (sverçevski)
saragossa'da o yaz.
dövüştü ölüme karşı
hayat gibi akıllı, kurnaz
dövüştü gülerek, şakalaşarak,
valter biliyordu ki, toprak
tel örgülerin önünde durdurulmaz
ve öyle karanlıkta kaçak maçak değil,
ay ışığında, hatta güpegündüz
geçer sınır topraklarını pasaportsuz.
valter biliyordu ki
madrit'te çıkan yangın
varşova'yı yakabilir.
varşova yandı, gonca gülüm
varşova yandı.
gamalı haçıyla paris'e girdi ölüm
moskova kapılarına dayandı.
kan aktı
hiçbir kitabın yazmadığı
hiçbir türkünün söylemediği kadar.
stalingrat'ta yüz geri etti ölüm,
kovalandı inine dek
ve orda iki büklüm
can verdi.
valter ölümü yenenlerle beraberdi.
sosyalizm
yani şu demek ki, dayı kızı,
sosyalizm
senin anlayacağın yani,
el kapısının yokluğu değil de imkansızlığı.
ekmeğimizde tuz
kitabımızda söz,
ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,
yahut, başkası yel de,
sen yaprakmışsın gibi titrememek,
bunun tersi yahut...
sosyalizm,
devirmek dağları el birliğiyle,
ama elimizin öz biçimini,
öz sıcaklığını yitirmeden.
yahut, mesela,
sevgilimizin bizden ne şan, ne para,
vefadan başka bir şey beklemeyişi...
sosyalizm,
yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın.
yahut, mesela,
-bu seni ilgilendirmez henüz-
esefsiz
güvenle
emniyetle
gölgeli bir bahçeye girer gibi
girebilmek usulcacık ihtiyarlığa,
ve hepsinden önemlisi,
çocukların, ama bütün çocukların,
kırmızı elmalar gibi gülüşü
göğsümü kabartmıyor değil
dedelerimden birinin lehli oluşu...