önce feminizm öncesi dünyayı bir tanımak gerekiyor. en eski zamanlarda mezopotamya ve mısır uygarlıklarında kadın kendi adına ticaret yapabilen, imza yetkisi olan, kendi adına mülk edinebilen, boşanma hakkı olan, miras hakkı olan, eğitim hakkı olan, karar verebilen ve hatta pagan panteonlarda erkekler kadar yeri olan bir insan cinsiydi. bu hakların bir kısmı zaman içinde kaybedildi. batı uygarlığının temel aldığı antik yunan kültürü kadını eve kapatan ve bilinen anlamıyla harem kavramını kurgulayan, kadını erkeğe varis üretmek görevi dışında yok sayma temayülünde bir kültürdü. sonra semavi dinler geldi. baba tanrıların dinleri. önce tanrıçaları tekmeleyip şeytanlaştırdılar. antik yunan kültüründen gelen maya ile şişerek kadını erkek vesayeti altına yerleştirdiler. önce baba, sonra koca. bu değişim bir günden bir güne olmadı haliyle. zamana yayıldı. fiziksel olarak erkek kadar güçlü olmayan kadın durumu kabullendi. kabullenmeyenleri de ortaçağlar boyunca cadı diyerek yaktılar.
18. yüzyıl sonlarında batılı kadının durumu: eğitim: ancak aristokrasi ve belirli bir gelir düzeyindeki kadınlara yönelik evde, okuma yazma, mutfak defterlerini tutacak kadar hesap, biraz şiir, biraz edebiyat, az bir şey tarih bilgisi, kocasını oyalayacak kadar müzik. üniversiteler kadınlara kapalı, meslek alanları kapalı. miras: miras hakkı bazı kültürlerde yok. olanda da babadan kalan miras doğrudan koca yönetimine geçiyor. kadının söz hakkı yok. boşanma, kendi adına var olabilme, oy kullanabilme: ne münasebet.
sonra sanayi devrimi geldi. fabrikalar kurulmaya başladı. erkek nüfus fabrikaları işler halde tutmaya yeterli değildi. kadınlar ve çocuklar iş gücü olarak sisteme dahil oldular. ne var ki kadınlar ve çocuklar erkekler kadar değerli değildi. üretilen iş aynı olduğu halde ücret aynı değildi. adil değildi. neden? bu soru feminizmin temelini oluşturan önemli sorulardan biridir. önce biri sordu, sona on, sonra yüzlerce, sorarak bir yere varılamayınca iş eyleme döküldü. greve gitti kadınlar. sonrası malum. üniversitelere kabul edilmek için, erkekler gibi oy kullanabilmek için zorlu bir mücadele.
bir de insan hakları olayı var tabii. bütün insanlar eşittir söylemde. ama pratikte bazı insanlar daha eşittir. kadın hakları savunucularının yani feministlerin temel mücadelesi teoride var olan bu eşitliğin uygulamada da gerçekleştirilmesi üzerinedir. bu bağlamda bakıldığında kadınların en önemli talebi birey olarak var olabilmek, dünyada erkeklerle eşit olarak, aşağıda veya yukarıda değil, yan yana var olabilmek ve bu var oluşu kendi başlarına sağlayabilecek imkanların kendisine tanınmasıdır. ne var ki kadının insan olup olmadığının halen tartışılabildiği bir dünyadawww.birgun.net/... kadın kim ki insan haklarını talep edebilsin.
cumhuriyet türkiyesi dünya geneli göz önüne alındığında feminist hareketin başarı kazandığı ülkelerden biri olarak dikkat çekmektedir. hem de acısız sancısız. bunu da dünyada esen rüzgarları doğru okuyabilen, çağının çok ilerisinde bir lidere borçludur. durum en azından yasalar bağlamında böyle. uygulamada büyük eksikler var tabii. kültürel yapı kadını halen yalnızca anne ve erkeğin namusu olarak görmeye devam ediyor. son yıllarda ülke siyasetini ele geçiren zihniyetin de bu durumda katkısını göz ardı etmemek gerek. öte yandan feminist düşünceyi kendi şımarıklıklarına alet eden iç mihraklar da mevcut. hepsi zamanla düzelir.
feminizm öncesi dönemin tarihsel süreçler sonucunda ortaya çıkmış karanlık ve geçici bir dönem olduğuna inanıyorum. netice olarak insan doğanın bir parçası ve doğa dengeden yanadır. zaman alabilir ama sonuçta bir denge sağlanır.
söylenecek daha çok şey vardı da fazla da uzatmak istemedim. uzun zamandır aklımdaydı bu yazı. feminist düşüncenin ilk şehitlerini andığımız bu gün artık üşenmeyi bırakma vaktiydi.