gülten akın'a ait bir şiirdir, "ülkem dilim oldu, ben böyle kaçak/onların dilini giyinmiyorum/soyunmuyorum/şiir söylüyorum dışardan dışardan"
1.
mavi kuş uzak tellerde, şehirlerimiz güç işgal altındayız dışa düşen hayat hayatımız onu oralara biz atmadıksa kimdi, kimler yoğunluğuyla hızıyla renkli camın bile ulaşamadığı ne aşk ne şiir ne şarkılar ardından koşuyor koşuyoruz
iyon denizine dalıp çıkan bir kıyıda yaşıyorum (yaşıyormuşum) ansızın yanımda biri, koruyucummuş oysa beni kutsal dağdaki tanrılar ve öteki büyük tanrı korur (söyleyemiyorum) "kim" diyorum yalnızca "seni kim gönderdi bana" "çocuklar" diyor demek çocuklar hayatıma hâlâ karışıyorlar
eşya, hayır istemiyorum artık istemiyorum eşya dünyanın sesini kesiyor süreğen bir uğultuyla bizi sarmalayan sesini eşya "tık" diyor, ya da "trak" hayır artık onu istemiyorum denizin saldığı ebruli kabuk baygın portakal şakacı dalgalar, anaç kumsal gülün gerinerek kumdan başını çıkaran çiçek dalına sıkıca tutunan elma çözülüp dökülen nar kuşlar onları duymayalım yok, eşya yok artık demir pas kalın camlar kunt plastik bitsin bu gürültücü saltanat
çılgın şairleri olmalıydık dünya bize çılgınlık bırakmadı hayatın ağırlığıyla ütülendik temiz ve uslu ne zaman kımıldasak onlar yolumuzu kesti, aydınlandık şehirlerimiz zor şiirimiz hayatımız işgal altında
iktidar ölüme tutunduğunda ve zenginlik talana tel koptu mavi kuş şimdi uzak tellerde de görünmüyor
rüzgarın kırılan sesi, şaşkın çığlık pancurları örtük evler sessiz kımıltısız kış uykusunda bir sevgili bir dost bir aşina beklenmiyor kimi yaratıklar aslını yadsıyan insanın sureti halinde kırıp geçiyor sıcaklığı cesareti (ürküntüyü de) ruh için gerekli nelerse, onlar
şirin biliniyor nasılsa köpekler sırnaşıyorlar elin sıcaklığına kimse konuşmuyor onların küçük kedilerini parçaladığını keyifle seviliyorlar kediler, incitilmiş küçük kızlar uzak ağaçlara kaçıyorlar boyunlarından tutuluyor savunmasız tedirgin saçlarından (ellerindeyiz)
kendine konuşan yaşlılarla delilerle şımarık köpeklerle dolduruldu kentler kaçtık güze kaçtım, otlar böğürtlene saklanan bülbül mevsimi şaşırmış acemi kelebek
nerenin pazarı böyle kalabalık sanıya dolaşan renkli camlar dili döküyorlar, icapsız üretmiş çiğneniyor, geçiliyor tezgahın son saatları içim bildiriyor herkes birazdan yerlerine dağılacak
biz deliler miyiz akıllılar mıyız suskunluğun okuluna yazılanlarımız işgal altındaki kentler bizim kentlerimiz artık incinmiyoruz bile bizi incitemiyorlar onlar söylüyor biz izliyoruz (dinlemiyoruz)
ülkem dilim oldu, ben böyle kaçak onların dilini giyinmiyorum soyunmuyorum şiir söylüyorum dışardan dışardan kenar yerler, varoş, balını sunan kırlar yanar döner, ipotekli, saptırılmış bilim ulaşmadan üstümüze örtünerek büyüyle gizemle dünya inancıyla gerçeği yeniden kurabilir miyiz şimdi belirsiz
dediler ki, kimileri yurt tuttular hasreti kimileri deryaya garkoldular neye yaradı ki şiir yoksa eski gemilerin ambarlarında emtia gibi taşınırlarken iyon denizine dökülen onca mülteci..
ustaları vardır keserler biçerler hangi soru sahipsiz kalır (inip kalkıyorlar martı varsa balık da vardır diye geçirdim içimden) buzdan kalelere kapatarak kötücül duygularımızı öteki yanımız bize yetebilir çünkü günümüz azaldı dünyanın günü azaldı bana değen bize değen çünkü bir gün çünkü o gün herkeslere değebilir çünkü günümüz azaldı
2.
dünyayı tanıdı meğer yolun üstündeymiş yılanı köpeği kuzuları gördü yılan derisinden çıkıyordu (gömleği eğnine dardı, neden çıkarmadı) çok geç köpek yarasını kendi sağaltıyordu kendi kendisini ödeyenler vardı (öder başkaları kimilerini)
kuzu muydu? sıcak eller okşayarak susturuyor korku bırakmıyor yalnız yürüsün onunlaydı, herkes korkusunu besliyordu sonra kokulardı, herşeyin heryerin onda kalıyordu çocukluğun, güz penceresinden çamların kokusu kış odalarının kekre, yaz evlerinin turuncu kokusu temizlik tozları faturalar yemek tarifleri tanrım tanrım tanrım tanrım nelerle kaplandı saatçı değilken bunca hurda saat nasıl birikmişti
sevsem, birileri beni sevse dediğinde kimse kimseyi sevmiyordu yetim bırakılmış tetikçileri işveren yakınırken izliyordu ekran bankalarla, alışıldık paralarla saldırıyor saldırıyor tam o an üstüste çekilmiş resimlerden bir kol değiyordu omuzlarına işte sildi
herşeyi okudu öyle sanıyordu oysa daha vardı neydi bilinmez ki yanlış kapıdan girdiğinde dönme düşlerinden başka ne kalır geriye
3.
orman arkadaydı deniz önümüzde teldikenler çalılar kum gökyüzü her yerde
yorgunlardık, ormana denize gitmedi kimse uçtuk aydınlıkta değişen bulutla gece binitimiz yıldızlardı
herkesin dilinde yolculuk sözleri kırk yol vardı da birine hiç gidilemiyordu yorgunlardık o gidilmeyene aklımızdan gidiyorduk
bir masala girilip çıkılmış gibi ansızın bütün işaretler silinmiş yoksanmış sırlar ülkesinde şah bir sırdı o düşleri bir kez de biz yorduk yorduk bizi tutsak ederlerdi biliyorduk
bizi tutsak ettilerdi, bu değil sonraki yordu gündelik şeylerin sınırında duruyorduk küçümsediğimiz hayatla cezalandık sıradan, olağan
sürgün ettikse de kendimizi yanardağlarımız küllenmedi her gece, caymadık uçmadan arayıp durduk mavi kuş hangi yıldızda mavi kuş nerde?
4.
kadınlar, beton labirentler mazgallar kanallarla savunulmuş kentlerinde taşıyarak yol halinde bir hüzün bir uçtan öteki uca gidip dönüyorlar
bu onların en özgür halleri biri diyor, "evle perdelendim beni yordu en kötüsü sessizlik gerektiğinde sesi bulup getiriyorlardı hiçbir şeyi bilmek suskun temiz, duruyorsun yanıtları bilmen-miş gerekir ve sen domuz geliyorsun bilmen bilmelerini tutmuyor suskunluğun ağır -böyle yaşanır mı? -nasıl yani? hoşça kalın, bildiğin bu tek sözcük biliyor, söyleyemiyorsun
sevinsin korkunun tüccarları yoksulluğun, yoksunluğun, ölümlerin sessiz gürültüsü savaşların, yıkımların sesiyle beslendin öyle muhteşem öyle mamur incinmeyi işte becerdin"
haziran yaza müsvedde yaz temize çekilir sonrakilerde öğrendi geçenlerden eylül ansızın gelmeden verebilir belki çığlık beklendiğinde mavi kuş nerde? mavi kuş nerde?