bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
daha derine iniyoruz ve daha derine ve daha...
b.c. bilmemkaç
çöl...
hayır karnak değil, khonsu tapınağı. karnak'a uzak değil zaten, sürekli oralardan başka rahipler geliyor törenlere... etrafı palmiye ağaçlarıyla çevrili ana girişteki havuzun yanında yürüyorum... ilk fark ettiğim ayaklarım... çıplak ve uzun. sol ayak bileğimde yeşil taşlarla bezenmiş bir süs eşyası bana bakıyor. üzerimde beyaz, şeffaf bir elbise, kumlara basmak bir yük değil, huzurla kaplıyor bedenimi her adımda ve bir heyecan. hayır, rahibelerin erkeklerle iletişim kurması yasak değil ama hathor'a bekaret yemini etmişiz bir kere. bir erkeğe aşık olmak yasak belki ama benim sorunum o değil zaten. gizli aşkım bir kadın, başka bir rahibe ve kimseler bilmiyor. neyse ki sorun bu değil.
evim burası. kendimi bildiğim andan beri bu tapınağın bir parçasıydım hep. ailemi hiç tanımadım, ailem buradaki diğer çalışanlar zaten. ve khonsu, babam...
parfüm kokusu geliyor uzaktan. yağlı, yoğun... ara bahçenin etrafında parfüm imal ediliyor. benim işim bu değil. tapınağın alt katındaki mumyalama odasının önünden geçiyorum. görevim bu da değil. bitkisel karışımlar ve ilaçlar ile alakalı bir şeyler yapıyorum ve o zamana kadar sonsuz güvendiğim, en kötü anında hep yanına sığındığım, anne kavramını bilmeden annem olarak gördüğüm baş rahibe elime bir kese tutuşturuyor. karnak'ta buna birinin ihtiyacı olduğunu ve acilen götürülmesi gerektiğini söylüyor. fazla ciddi ve o zamana kadar aldığım en önemli görevmiş gibi hissediyorum. nasıl gittiğim konusunda bir fikrim yok ama ardından karnak'tayım. sağlı sollu dev lotus başlı sütunların arasından geçip keseyi birilerine teslim ediyorum. sonrası kaos.
kesenin içindeki ilaç fazlasıyla yüksek mevkideki birinin ölümüne sebep oluyor ve derdimi anlatamadan kapkaranlık ve ıslak bir zindanda buluyorum kendimi. kimse yok, etraftaki tek ses büyüklüklerinin muazzam olduğunu tahmin ettiğim farelerden geliyor. korkuyorum, ağlıyorum, çığlıklar atıyorum, dualar edip tanrılardan yardım diliyorum ama kimse tepki vermiyor. adım neydi? neden kimse adımı söylemiyor?
sonsuzluk gibi geçen bir sürenin ardından yeniden ışığı görüyorum. bu sefer yargılanmaya götürüldüğümün farkındayım ve rahatlıyorum. "evet" diyorum, "kendimi savunacağım artık!" bir suçum yok ve beni anlayacaklar..."
iki iri adam incecik kollarımdan beni bir çocuk gibi kaldırıp meydanda toplanmış tapınak ahalisinin ortasına, yine ara bahçeye getiriyor. hepsinin yüzüne teker teker bakıyorum ve anne bildiğim baş rahibe de orada. donuk, duygusuz...
dizlerimin üzerindeyim şimdi, anlıyorum artık. yargılama olmayacak. son bu... böyle olmamalıydı ama hiç kimsesi olmayan öksüz bir rahibenin ağzından çıkacak kelimeler bir fark yaratmayacak. "ben kimseyi öldürmedim.." çok da önemli değil şimdi... sonumu kabulleniyorum ve sessiz çığlıklarımı zihnime hapsederek başım bedenimden ayrılırken gözlerimi kapatıyorum... ve huzur...
ve bir cümle fısıldanıyor kulağıma bana ait, burada yazamayacağım.
"gözlerini açabilirsin" diyor sonra, "neler gördün? tarif eder misin?"
"hiçbir şey" diyorum. "ben böyle şeylere zaten inanmıyorum"
ve içinde bulunduğum, adına "hayat" denen simülasyona kaldığım yerden devam ediyorum, zihnimin bir yanı hala khonsu'da...