Tarihe 'Dreyfus Davası' olarak geçen bu olayın hikayesi, 25 Eylül 1894'de başlar.
emile zola'nın, Fransa Cumhurbaşkanı Felix Faure'a yönelttiği açık mektup, 13 Ocak 1898?de ülkenin en büyük gazetelerinden L'Aurore'da tam sayfa olarak yayımlanır.
Yakın tarihte yaşanan en büyük hukuk skandallarından biri de, Dreyfus Davası'dır. Fransız ordusunda yüzbaşı olan Yahudi asıllı Alfred Dreyfus'ün Almanya için casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanıp, mahkum olması; yazar Emile Zola ile çok sayıda aydının, Dreyfus'ün suçsuzluğunu savunmalarına ve bu yolda bir hukuk ve adalet mücadelesi vermelerine yol açar. Emile Zola'nın dönemin Fransa Cumhurbaşkanı'na yazdığı J Accuse/itham ediyorum: başlıklı açık mektup bu mücadelenin fitilini ateşlemiştir.
Fransız ordusunda topçu subayı olan Alfred Dreyfus'un 1894'te başlayan ve 1906'da suçsuzluğunu kanıtlaması ile sona eren dava
Tarihe 'Dreyfus Davası' olarak geçen bu olayın hikayesi, 25 Eylül 1894'de başlar. Paris'teki Alman Büyükelçiliği'nde Fransız istihbaratı için çalışan temizlikçi Madam Bastian'ın askeri ateşe Schwarzkoppen'in çöp sepetinde bulduğu yarı yanmış bir çizelgede, gizli bilgileri görmesinin ardından, Fransız ordusunda adeta bir 'cadı avı' sürdürülür. Başlatılan soruşturmayı Yahudi düşmanı olduğunu gizlemeyen Yüzbaşı Sandherr yürütür. Şüphelenilen kişinin adının (D) harfiyle başlaması, Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un listenin başına geçmesine neden olur.
15 Ekim'de tutuklanan Dreyfus suçsuz olduğunu haykırsa da Fransız basını suçluyu bulmuştur: Le Soir ve Libre Parole gibi sağcı ve Yahudi düşmanı Fransız gazeteleri, Yahudi düşmanlığını körükleyen yazıları ile Dreyfus'e karşı bir kampanyayı başlatırlar. Savaş Bakanı General Mercier, 28 Kasım'da Le Figaro gazetesine Dreyfus'un suçluluğunun neredeyse kesin olduğunu açıklar.
19 Aralık'ta paris birinci savaş konseyi'nde başlayan dava, büyük bir hızla sonuçlandırılır. 22 Aralık'ta Dreyfus suçlu bulunarak, rütbesinin geri alınmasına ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karar verilir. 5 Ocak 1895'te rütbeleri sökülen ve 12 Mart'ta Güney Amerika'da, Fransız Guyanası'nın Şeytan Adası'nda (Kelebek filmine konu olan ada) bir hücreye konulan Dreyfus için, her şey bitti denilirken, soruşturmayı yürüten Sandherr'ın yerine Yarbay Picquart'ın atanmasıyla bir umut doğar.
Picquart'ın şüpheleri Binbaşı Esterhazy üzerinde yoğunlaşır. Ancak ordu Esterhazy'nin suçlu olduğunu kabul etmez ve onun adını veren Picquart'ı Tunus'a sürer.
İşte tam bu sırada ünlü yazar Emile Zola'nın sesi yükselir. Dreyfus'un suçsuzluğunu savunan yazılar kaleme alan Zola'nın makaleleri, beklenilen etkiyi yapmaz. 11 Ocak 1898'daki mahkemede, Esterhazy beraat ederken, Picquart tutuklanır. Bunun üzerine Emile Zola, 13 Ocak tarihli L'Aurore gazetesinde ''İtham Ediyorum'' başlıklı yazısını yayımlar.
Bu kez beklenilen olmuş ve Fransa karışmıştır. Bomba etkisi yapan bu yazıdan sonra, kamuoyu Dreyfus'un suçsuz olabileceğini düşünmeye başlar. Ama bu arada da, Emile Zola hakkında, yazısından dolayı bir dava açılır.
Emile Zola'nın o gün sadece Paris'te 200 bin satan L'Aurore gazetesindeki makalesi;
i.hizliresim.com/...
"Sayın Başkan,
(...) Siz, en alçakça iftiralardan tertemiz çıkıp gönülleri fethetmiş bir insansınız. Ancak şu çirkin Dreyfus Olayı, isminiz için -yönetiminiz için diyeceğim- ne büyük bir çamurdur!.. Bu bir savaş konseyi, çok kısa bir süre önce tepeden gelen bir emirle Binbaşı Esterhazy'yi temize çıkarmayı, tüm gerçeğe ve tüm adalete ağır bir tokat indirmeyi göze aldı. Böylece her şey bitti. Fransa'nın alnına leke sürüldü. Tarih böylesine toplumsal bir cinayetin sizin başkanlığınız sırasında işlendiğini yazacaktır(...)
Onlar hiçbir şeyden çekinmediklerine göre, ben de her şeyi göze alıyorum. Gerçeği söyleyeceğim. Çünkü davayı ele alan mahkeme, gerçeği tam anlamıyla ve eksiksiz olarak ortaya çıkarmazsa onu söylemeye önceden söz verdim. Konuşmak ödevimdir, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim, uzakta, işlemediği bir suçtan ötürü işkencelerin en korkuncunu çeken suçsuz bir insanın görüntüsünden kurtulamaz.
(...) Kamuoyunu şaşırtmak, onu çileden çıkartmak ağır bir suçtur. Sıradan ve gösterişsiz insanları zehirlemek, gericilik ve hoş görmezlik tutkularını tiksinç Yahudi düşmanlığına sığınarak körükleyip azdırmak, suçların en ağırıdır! Eğer bu hastalık iyileştirilmezse insan haklarının özgürlükçü büyük Fransa?sı yıkılacaktır. Yurtseverliği, kin ve düşmanlık için sömürmek bir cinayettir. Ve en sonra, tüm insanlık bilimi geleceğin gerçek ve adalet yapıtını oluşturmaya uğraşırken, kılıcı çağdaş tanrı haline getirmek büyük bir cinayettir. (...) "
bibliyografya:
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 19 / Sayı: 1/ ss. 181-195
hukuk gündemi - 15/2 (ankara barosu)