epey bir zaman aradan sonra sinema salonunda bir film izledim. ingilizlerin meşhur shakespeare oyuncusu kenneth branagh yönetmenlik işine girmiş. filmde bir takım galiz hatalar vardı. orijinal hikayenin önüne eklenmiş bir on-onbeş dakikalık bölümde oldukları için spoiler sayılmaz tek tek sayacağım. filmin başında hercule poirot ile tanışıyoruz. * burada küçük bir meseleyi çözüyor bu vesileyle kahramanımızın ne kadar gri hücreli ve cevval bir detektif olduğunu anlıyoruz.
başlangıçta bir kaç çizgi film işi komikli sahne var. genç seyirciyi kaçırmamak içindi sanırım. bu ilk bölüm kudüste geçiyordu. kudüsten gemi ile istanbul'a gidilip malum trene binilecek. fakat bugün dahi kudüs'ten yola çıkan bir çatana ertesi gün istanbul'a varamaz. "yarın trene yetişeceğim çabuk "kısmı saçmalık olmuş. istanbul görünümleri istanbulu andırmakla birlikte fazlasıyla oriental bir atmosfer kurgulanmış, alıştık gerçi o duruma. olayın adı da orient express zaten. olacak o kadar orient.
zurnanın zırt dediği yer orient express'in sirkeci garından çıkışı. tren gardan çıktı, yol almaya başladı ve salondaki istanbul ahalisinden koro halinde şaşalama ve hayal kırıklığı içeren bir aahhh iniltisi yükseldi. tren denizi sağına almış gidiyor, o yönde giderse halicin içine doğru ilerler ki öyle bir hat ve istikamet yok. çok basit bir hata ama bu istanbul'da hayal kırıklığı yarattı. oyuncuların kostümleri ve iç mekan dekorları dönemsellik açısından gayet başarılıydı. kadın oyuncuların makyajları ise günümüz estetiğine daha yakın ve o dönemin makyajından oldukça farklıydı.
poirot karakteri tahminim o ki genç seyirciye yönelik olarak agatha chrishtie'nin tasavvurunun ötesinde hareketli kurgulanmış. bizim bildiğimiz poirot kesinlikle koşmaz, kaçmaz, kovalamaz, dünya yıkılsa istifini bozmaz, gri hücrelere inanır, yumrukla tekmeyle işi olmaz çelebi bir adamdır. filmdeki poirot biraz fazla oynaktı. ama işte aksiyon satıyor.
filmde çok da öne çıkmayan karakterlerden biri sürprizdi. yıllar önce yetmişlerde trt ekranlarında izlediğimiz roma imparatorluğunun son dönemini anlatan bbc yapımı "ı claudius" dizisinin başrol oyuncusu derek jacobi eski bir dostla karşılaşmışız duygusu uyandırdı. adam o zamanlar bile o kadar yaşlıydı ki, hala hayatta olmuş olmasına dahi hayret ettim. baktım wikiden 79 yaşındaymış.
filmin oyuncuları her biri bir filmi tek başına götürecek kadar anlı şanlı. böyle yıldızlar resmigeçidi şeklindeki filmler genellikle fos çıkar. neyse ki bu öyle değildi. kimse kimseden rol çalmadan her biri üstüne düşeni yapmış.
filmin sonuna doğru bir yerlerde görsel olarak l'ultima cena'ya bir gönderme vardı konuyla bağlantısı pek yok gibiydi aslında manasız bir bağlantı vardı da spoiler vermeden anlatmanın imkanı yok.
özetle başlangıçta üstüne para vererek izlediğimiz 20 dakikalık reklamlar ve sürekli yenen mısır olayı dışında keyifle izlenen bir film oldu. gişe iyi olursa peşinden death on the nile gelecek, son cümlede bir göz kırptılar.