dizinin 3. sezonunu bitirmek yeni nasip oldu.
ilk iki sezona nazire yaparcasına gene bir denis villeneuve filmiymişçesine özenli, nitelikli ve incelikli işlenmiş kurgu ve görüntüler eşliğinde akan dizi bu kez cinayet değil bir tecavüz vakası üzerine eğiliyor.
ancak gene polisiye hikayesi yanında ikili ilişkiler, ailevi problemler ve ilk sezonlardan kalan problemlerin üzerine de eğilmeyi atlamıyor.
mekan olarak broadchurch'un etkileyici atmosferini kusursuz şekilde kullanan ve bu gizemli atmosfere uygun renk paleti, orta ağırlık kıvamındadaki kurgusu yanında ağır ingiliz - iskoç aksanıyla eşine çok sık rastlamanın mümkün olmadığı dizi -ki broadchurch'ü en iyi anlatacak kelime dinginlik-, klasik amerikan polisiyelerine değil de kuzey dizilerine (forbrydelsen, bron broen) yakın durmakta. bu ağır ve gerçekçi atmosferi yansıtabilecek bir başka ingiliz dizisi de, luther benim izlediklerim arasında.
bir ingiliz dizi olmasından mütevellit 8 bölüm süren broadchurch üçüncü sezonu, giriş, gelişme ve sonuç kısımlarını ayrı ayrı değerlendirmek gerekirse işi biraz uzatıyor ve finali son iki bölümde hızla bağlıyor. kalan 6 bölümse sizi hikaye içerisinde ipuçları ve insanların birbirleriyle olan ilişkileri arasında götürüp getiriyor. bu hızlı finalin nedeniyse, insanların (bu tip dizilerin olmazsa olmazı) sırları nedeniyle yavaş ilerleyen soruşturmanın, ipuçları ortaya çıktıkça bir mengene misali şüphelileri yavaş yavaş sıkıştırması ve en sonunda patlaması, ki bu dedektif alec hardy'nin lafı.
velhasıl kelam, doctor who'nun 13. doktoru jodie whittaker'ın da 3 sezon boyunca önemli rollerden birisinde oynadığı broadchurch nakış gibi işlenmiş görselliği, tatmin edici hikayesi ve elbetteki oyunuculukları ve eşsiz atmosferiyle 3. sezonuyla da izlenmeyi hak ediyor.