1. bundan bir hayli uzun zaman önce, ekşi öyküler kitabında yer alması için yazmıştım. yer alacağı söylense de yer almadı. kitabı var elimde, açıkçası benim editör yüzü görmemiş bu hikayemden daha kötülerini de barındırıyor bana göre. ama tabi miş.

    "Ilık bir ağustos akşamıydı. Tatlı bir esinti, bu hoş akşama eşlik ediyordu. Uzun, çok uzun bir geceydi. O balkonda oturmuş, çatıların üstünden denizin tenini okşayan ay ışıklarını izliyordu. Sigarasının dumanı geceye karışırken manzara bir an bulanıklaşsa da, yine de çok güzeldi.

    Radyoda çalan eski şarkıların eşliğinde elindeki kadehten bir yudum aldı. Yükseklik korkusu aklında olsa asla oturamayacağı balkon duvarından sarkan ayaklarına baktı. Dört katlı bir binanın teras katında yaşıyor olsa da, karanlıklar içinde görülmez olmuş zemin kot farkı nedeniyle çok daha alçaktaydı. Şimdi başım dönmeli diye düşünerek sigarasından bir nefes daha aldı. Sonra izmariti boşluğa bıraktı. Düşerken parlaklığı artan izmarit hafifçe süzülerek karanlık vadide kayboldu.

    Şehir uyumuştu. Küçük bir şehrin uyumamış nadir sakinlerinden biriydi. Genelde her salı gecesi yaptığı gibi o da şehrin geleneklerine uygun bir şekilde uyuyor olmalıydı. Ancak bu gece, uyumak gereksizdi. Ne de olsa yarın işe gitmeyecekti. Yoksa yarın aslında bugün müydü? Omuzlarını silkerek bir yudum daha aldı elindeki kadehten. Bitmek üzereydi. Hemen solunda, sigara paketiyle çakmağın arkasında duran şişeye baktı, onun da sonu gelmişti. Elindeki bardağı yanına koyup paketten bir sigara daha aldı. Çakmağın aleviyle birkaç saniyeliğine aydınlanan yüzündeki keder, tek kelimeyle, ürkütücüydü.

    Uzaklardan bir vapur sesi geldi. Yada bir tren düdüğüydü o çalan. Bu şehirde tren yolu olsa belki tren olabilirdi dedi içinden bir ses. Evet o bir vapur olmalıydı. Vapurun sesi onun kalbi gibi yorgundu.

    Sabah erken kalkmıştı. aslında hiç yatmamış bir insan için erken kalktı demek doğru değildi. O gittiğinden beri uyumamıştı hiç. Sızdığı anlar olmuştu, ama uyumamıştı. İçmeyi unuttuğu bir sigara daha elinde kendi kendini tüketti. Biten izmariti daha önce yaptığı gibi sonsuzluğa bıraktı. Sonsuzluk. Gerçekten var mıydı? İnsanların ruhları gerçekten sonsuza kadar yaşayacak mıydı?

    Şişeye uzanıp dibinde kalanları kafasına dikti. Bir kısmı içten, bir kısmı dıştan akıp gittiler. Üzerinde hala cenazeye katılırken giydiği takım elbiseden kalan gömlek vardı. Cin lekesi çıkar mıydı acaba? Çıkmasa da ne önemi vardı. O gittikten sonra neyin önemi kalmıştı?

    Tam üç yıl. Dolu dolu geçen üç yıl. Onunla ilk tanıştığı zamanı hatırladı. Cep telefonuna kontur almaya gelmişti. Üzerinde lise üniforması vardı. Siyah gözlerinin içi gülüyordu. Henüz onbeş yaşındaydı o zaman. Onunla çıkmaya başladığında aralarında sadece beş yaş fark olsa bile bu arkadaşları arasında alay konusu olmasına sebep olmuştu. Ne de olsa o bir lise öğrencisiydi.

    Despot bir babası vardı. Ama cenazede hiç de öyle görünmüyordu. Yine de onun yarattığı gerilim yüzünden ilişkileri hep gizli kalmıştı. Kazandığı üniversiteyi bitirmeden de ilişkilerinin su yüzüne çıkması beklenemezdi. Küçük bir şehirde, paranoyak bir babaya yakalanmadan birlikte vakit geçirilebilecek çok fazla yer bulunması düşünülemezdi. O yüzden sık sık bu balkona gelir, birbirlerine sarılıp yıldızları izlerlerdi. İlk kez seviştikleri yer de yine bu balkon olmuştu. Çatıları mesken edinmiş güvercinler onların aşkına şahit olmuştu.

    Bu uzun gecede balkon sevgiden uzaklaşmış, sadece ölüm kokuyordu.

    Mezuniyet töreni ağustos ayına bırakılmıştı. Sonunda lise üniformasından kurtulmuş olacaktı. Yakışmadığından değil. Çok güzeldi onun içinde. Bu birlikte olmaları gereken bir geceydi ve önceden her şeyi planlamışlardı. Babasını hesaba katmamışlardı. Babası kızının mezuniyetini gece boyunca kutlamaya devam etmek istemişti. O gece ayrı kalmak zorundaydılar. Plansız ayrılık içini burkmuştu. Yada o bunun bir iç burkulması olduğunu sanmıştı. Çünkü henüz o defnedilirken uzaktan izlemek zorunda kalmanın ve güneş gözlüklerinin altından gözyaşlarını akıtmanın nasıl bir şey olacağını bilmiyordu.

    Gözyaşları aniden bastıran yağmur gibi boşalmaya başladı. “Allahım neden!” , “neden?” diye haykırdı. Elindeki şişeyi karşıdaki binanın çatısına doğru fırlatarak bir kez daha bağırdı. “Neden! Neden aldın onu benden?”

    Kimse cevap vermedi. Ölümün karanlığına doğru yanağından süzülen gözyaşları akıp gidiyordu. Titreyen elleriyle bir sigara daha yakmak için pakete uzandı. İlk denemesinde almaya çalıştığı sigara parçalandı. İkinci denemede pakette kalan son sigarayı parçalamadan ağzına götürmeyi başardı. Günlerdir döktüğü gözyaşlarına rağmen bir türlü kurumayan göz pınarlarına hayret ederek son sigarasını yaktı. Çakmağın aleviyle bir kez daha aydınlanan yüzünde kederin yerini acınası bir hüzün almıştı.

    Fırlattığı şişenin sesiyle açılıp kapanan komşu evlerinin ışıklarını izledi. İçindeki mutlu aileleri hayal etti. Onlar da bir aile kuracaklardı. Hatta çocuklarının isimlerini bile seçmişlerdi. Bunun için önlerinde çok uzun yıllar olsa da bunları planlamak onları mutlu ediyordu. Ama artık o gitmişti. Artık her şey anlamını yitirmişti.

    Sigarasından derin bir nefes daha aldı. Son sigarasını rüzgara içirmeye niyeti yoktu. Gözünü yakan dumana aldırış etmeden ağlamayı sürdürdü.

    Onun yüzünü hayal etti. Siyah gözlerini, siyah saçlarını, uzun kirpiklerini, gülünce yanağında oluşan gamzeleri. Nasıl güzel kokuyordu teni. Nasıl sevgiyle bakıyordu gülen gözleri. Daha üç gün önce kollarında olan sevdiğinin yüzü şimdiden yavaş yavaş silinmeye başlamıştı bile hafızasından. Beyin nankör bir organdı. Keşke kalbi de o kadar nankör olabilseydi.

    Uyumak istiyordu. Günlerdir uyumamış bedeni artık iflas etmişti. Sigarası tükenmek üzereydi. Son bir nefes alıp, onun da izmaritini karanlığın kollarına bıraktı. Birkaç saniye önce hayal ettiği sevgilisinin yüzünü görür gibi oldu. Titrek bir sesle karanlığın koynundaki sevgilisine seslendi. Karanlık cevap vermedi.

    Ellerini balkonun beton duvarının iki yanına koydu. Kafasını gökyüzüne kaldırdı. O ana kadar boşluğa akan gözyaşları ayın solgun ışığıyla parlayarak boynundan süzülüp içine aktı. Kısık sesle bir kez daha sordu gökyüzüne. “Neden?”

    Cevap yoktu. Çünkü bu sorunun bir cevabı yoktu. Adil değildi evren. Hiç bir zaman olmamıştı. Hiç bir zaman olmayacaktı. Yıllar önce kimsesiz kaldığı dünyada başına gelen en güzel şeyi hiç düşünmeden elinden almıştı. Zalimdi.

    Kendini karanlığın koynuna bıraktığında sarhoş değildi. Sarhoş olmak isterdi ama değildi. Yaşadığı gece kadar uzun gelen bir süzülmenin ardından, geriye kalan tek şey, boğuk bir çarpma sesiydi."
    #54558 larden loughness | 8 yıl önce
    0anket