1. bana göre nörolojik bir hastalık olan ama genel çerçevede "yalnızca konuşma bozukluğu" denilerek geçiştirilen, her yere "1 haftada kekemeliğinizi tamamen gideriyoruz!" ilanları asan şarlatanların en büyük para kaynağı olan şey. kategorisini hastalık yaptım ben. doğrusu neyse, onunla değiştirebilirsiniz. zamanında 2 farklı sözlükte de yazmıştım bu girdiyi, bazı eklemeler de yaptım şimdi. buraya da girmek istedim. belki kekemelerin neler çektiğini halâ "konuşsana lan" diyerek sırtına vurarak anlamaya çalışanlar vardır burada da.

    ne bu durum ile ilgili yazacağım ne de kelimenin kökenine dair bilgilere ya da bilimsel bulgularına değineceğim. sadece neler yaşandığından, çekenleri olarak neler yaşadığımızdan bahsedeceğim. ister acıyarak ister gülerek oku sevgili okur, sana kalmış.

    - bakkala girip istediğin şeyi değil, adı ağzından en kolay çıkabilen şeyi sana aldırtır. eve döndüğünde sevdiğin kişi "hayırdır, sadece bira alacaktın, bunlar ne?" diye sorduğunda cevap verdirtmez, yere baktırır boş boş. aklına sabah uyanıp işe gitmeden önce çorap giyerken halıdaki desene bakıp öyle kalanlar gelir, gülümsersin. sevdiceğin neye gülümsediğini anlamaz. için kanarken kendi haline gülersin.

    - minibüs ya da dolmuşta önlere değil, arkalara oturtur; hatta mümkünse en arka beşlinin köşelerinden birine. bunun nedeni de, hiç kimsenin sana para tutuşturup "şuradan bir bilmem nere, şuradan da senindahailkharfinibilesöyleyemediğinuzunsemt" demesini istememendir. böyle bir ihtimal yoksa (minibüslerin hepsi dolu geliyorsa) 2 kilometrelik mesafeyi gecenin köründe yürümene sebep olur, bu sırada yoldan geçen polise derdini anlatmaya zorlar.

    - "dur, sen kalkma, ne içeceksen ben söylerim" centilmenliğini yaptırtmaz, seni öküze dönüştürür. bütün siparişleri karşındaki versin, o ne yiyorsa sen de onu ye, iç ister. yalnız başına hiçbir mekana gidememene sebep olur. uzun süre sonra tek başına bir mekana gittiğinde de, menüyü eline alıp ne sipariş etmek istediğini parmağınla gösterirsin. öz güven namına içinde biriktirdiklerin parmağının ucundan akar, gider.

    - en çok bildiğin konuda en çok susanın da sen olmana neden olur. bilgini anlatarak paylaşmak, diğerlerinin de bu bilgiyi kucaklamasına çalışmak, bunu amaçlamak; yalnızca geceleri yatağında uyumadan önce kafanda kurduğun tatlı hayallerin ana fikri haline gelir. yastık yerine bunlara sarılarak uyumaktan keyif almaya çalışırsın. olmaz.

    - hızlı ya da yavaş; herhangi bir hızda ama düzgün bir türkçeyle konuşabilen insanları kıskanmana sebep olur. bu kıskançlığı içine gömdükçe, o içinde daha çok büyür. bazen "alnımda kekeme mi yazıyor acaba?" diyerek alnını ovaladığın anları hatırlarsın, için ezilir.

    - hayatının ilkokul ve ortaokul dönemlerinde sıklıkla karşına çıkarak "şimdi herkes sırayla ayağa kalkıp ailesini tanıtsın bize bakalım" diyen iyi niyetli öğretmenlerin hepsini gözünde birer canavara dönüşendir. o canavarlar geceleri kabuslarına girer, tüm sınıfın salyalı kahkahaları okulun bütün zeminini doldurur, boğulmamak için yüzmeye çalışır, daha hızlı yüzmeye çalıştıkça da boğulmaya başlarsın. sabaha karşı kan ter içinde uyandığını görüp yanına koşan annene hiçbir şey anlatamazsın. başucundaki yarısı suyla dolu bardağa bakıp küfredersin kendi kendine.

    - devlet dairelerinden ölümüne nefret ettirir seni. normal hayatta zaten iki lafı bir araya zor getirirken "nüfus cüzdanımı kaybettim, yenisini çıkartmak için en yapmalıyım acaba?" diye sorman, bunu öğrenmek beklenir. makam, mevki ve üstünlük taslamak için aç kurt formuna bürünmüş memurlar, gözlerinin içindeki masumiyetin ırzına geçerler bıyık altından gülerken. sen ise, iç sesinle sert sessizlere küfür etmekle meşgul olmayı yeğlersin gözlerini kaçırıp.

    - üniversitede okuduğun bölümün son senesinde tez sunumu yapman beklenirken, profesörlerin gözlerinin içine bakarak yüz küsur sayfalık tezinin ana başlıklarını özetlemeye çabaladıkça mahcup olmanın ve başkası adına utanmanın ne demek olduğunu öğretir sana. bu mahcubiyet ve utanmanın ötesinde yalnızca ölümün olabileceğini o genç yaşında hissetmek ve yaşamak zorunda kalırsın, "böyle olgunlaşmak olmaz olsun" dersin.

    - hoşlandığın insanla yüz yüze değil, mektup aracılığıyla konuşmanı sağlar. iyidir bu da. hep o "sessiz çocuk" olduğun için kızlar seni çekici bulur, yakınlaşmak isterler sana. sen ise, hepsinden köşe bucak kaçmanın binlerce yolunu bulur, yalan söylemenin henüz ortaokulda hayatının bir parçası olduğunu acı acı gözlemlersin. kötüdür bu da.

    - diğer insanlara sorumluluk almaktan kaçtığını düşündürür, seni onların gözünde korkak, bencil ve sorumsuz yapar. hayatının hiçbir döneminde değiştiremeyeceğin karakter özelliklerin olarak bunlar bilinir, çevren sana böyle hitap etmeye başlar, arkadaşsızlık özlemi çekersin "siktir" bile çekemezken.

    - arkadaş demişken; arkadaş edinebilmeni imkansıza yakın bir olasılığa çeker. sen bu olasılığı hayatının sonuna kadar artırabileceğin kadar artırsan da, hiçbir zaman arkadaş canlısı olarak görülmez, ketum biri olarak nitelendirilirsin. ön yargının ne denli yüce bir düşman olduğunu saygıyla karışık bir iğrenmeyle kabullenmeye zorlarsın kendini.

    - çok küçük yaşlardan itibaren kin tutmana neden olur. kinin katran siyahı rengini gördüğünde, eğer yaşın çok büyümemişse, bu sefer de inadına iyi niyetli olmaya çabalatır seni. bu çabanın bir noktasında yorulduğunu fark edersin. durup "ben ne yapıyorum lan?" diye kendine sorduğunda, kin ve iyi niyetle örülmüş vicdan duvarlarından oluk oluk kan aktığını ama halâ gülebildiğini fark edersin. karakterin çatlaklardan oluşmaktadır ve bunu engelleyebilecek hiçbir şey yapamazsın. hem kin duymayı hem de iyi niyetli olmayı başarman, bu birbirine düşman iki kardeşi hiçbir zaman birbirleriyle kavga ettirmemen gerekir, beklenir. eh, kavgaya tutuştukları zaman, kinin iyi niyetin kalbini söküp yemeye başlayacağını da çok iyi bilirsin çünkü umumi tuvaletlerdeki büyük aynaları az yumruklamamış, az elini kesmemiş ve bu yüzden de az dayak yememişsindir.

    - diğer insanların hep seni anlaması gerektiğini düşündürür. bu da bencilliği beraberinde getirir. "onlar zaten birbirleriyle her zaman anlaşabiliyorlar, biraz da beni anlamaya çalışsalar" derken bulursun kendini. sırf bu yüzden, içinde bulunduğun ortamın içindekileri bırakıp çekip gitmişliğin de vardır. bu da seni hem yalnız hem bencil biri yapar. kendinden nefret edersin.

    - hayatının bir bölümünü alkolik olarak geçirmene neden olur. şişelerden başka seninle konuşmak isteyen, anlatamadıklarını dinlemek isteyen kimse olmaz. parayla satın alınmış mutluluklar denizinin soğuk suları başlarda içini ürpertse de, sonradan mutlu olursun içinde yüzdükçe. içtikçe daha düzgün konuşmaya başladığını görüp sevinir, daha çok içersin. en sonunda artık sen de ayyaş, dili dönmeyen birine dönüşürsün. "başladığım yere geri döndüm, ne gerek vardı buna?" diye düşündüğünde, alkolle aranı hem bir kol mesafesi kadar yakın hem de içinde yüzemeyeceğin kadar uzak tutmaya karar verirsin.

    + karşılıklı konuşmalarda (senin için bunun anlamı "karşılıklı konuşamamalar"dır tabii) muhattabını gözlem yeteneğini geliştirir. sen konuşmaya başladığında da, karşındakinin gözlerinden akan acıma duygusuyla baş başa kalmana neden olur. ilk kısımdaki devasa gözlem yeneteğin, ikinci kısımdaki acıma duygusunu eliyle ittirir ve "benim olduğum yerde sana gerek yok" der. sevinirsin.

    + sessiz olarak görüldüğün için anlık olarak tepki gösterilmesi gereken koşullarda öne çıkma çaban insanları şaşırtır. bir kaza anında yaralıların durumuna ilk bakan olmak için, yanı başında eften püften bir sebeple biraz önce çıkmış bir kavgayı anında ayırmak için, alışveriş torbaları kendi kilosuna yaklaşmış insanlar yakınında sendelediğinde onlara yardım etmek için adım atmanı sağlar. genel olarak itici görünmediğin, gerçekte ise sadece sessiz olarak nitelendirildiğin için kötü niyetli olabileceğin insanların aklına gelmez.

    "bir insan en çok kimin yanında susuyorsa, en çok onunla konuşmak istiyor demektir." - Chuck Palahniuk
    #51003 lake of the hell | 8 yıl önce
    0hastalık