1. Açlık grevindeki eğitimciler Nuriye gülmen ve semih özakça'ya destek için açlık grevine başlamış olan bir güzel insan. mesleği aşçılık olan 41 yaşında bir emekçi.

    Nuriye gülmen'e bir mektup yazmış, insana dair umutlarımı yeşerten. Sahici, şefkat dolu, göz yaşlarıma engel olamadığım. Umarım dediğin gibi olur güzel insan, umarım "insanlık" kazanır.

    İşte o mektup:

    Nuriye kurban, gözümüzün nuru, direnç çiçeğimiz.


    Bilmem nereden başlayayım, nasıl anlatayım, neyi anlatayım. O kadar uzun zaman oldu ki mektup yazmayalı. En son yine hapishanedeki bir arkadaşıma yazmıştım. Hayli zaman geçtiği için biraz paslanmışım ama sanırım bu mektup ile üstümdeki pası silkelemeye başlayabilirim.
    Cemal Süreya ne derece severdi Ahmed Arif’i bilmiyorum, ama ben çok seviyorum. Dağların ozanıdır Ahmed Arif, o dağlı dilinde bin yılların hasreti, inceliklerle bezenmiş bir söyleyiş vardır. Dizelerindeki sahiciliği ise hayatın sahiciliğinden beslenmesiyle ilgili. Bilmem bilir misin, Ahmed Arif’in yazmaya başladığı ilk dönem “garip” akımının revaçta olduğu, şiire meyili olanların Orhan Veli’ye, Melih Cevdet Anday’a, Oktay Rıfat’a öykündüğü dönemdir. İşte o öykünmeler zamanında kendi kültürüne sarılarak kendi dilini yaratıyor Ahmed Arif. Ahmed Arif’i Ahmed Arif yapan şey coğrafyasına, coğrafyasının insanına duyduğu derin bağlılıktır. Sahicilikten kastım bu. Her şeyin naylondan olduğu bir yüzyılda ne kadar kıymetli bir şeydir sahici olabilmeyi becerebilmek.
    Bu ara benim üzerine en çok düşündüğüm mesele bu sanırım. Sentetik zamanlarda organik olan her şeye derin bir muhabbet besliyorum. Seni, sizi benim için kıymetli kılan olgu tam olarak bu. Yabancılaşma ve onun sebep olduğu yapaylık hayatımızın her alanında hissettiriyor kendisini. Eskiden bir ayağımız her zaman sokakta olurdu, şimdi ayaklarımızın ikisi de aynı noktada duruyor ve biz sokakta değil de elimizdeki cep telefonlarından sosyal medya üzerinden ilan ediyoruz nerede durduğumuzu. Orada söylediğimizin hayatta değdiği ve değiştirdiği ne var sorusuna inan ki cevap bulamıyorum. Yadsımak istemiyorum hayatımıza kattıklarını ama bir taraftan da bizi ciddi anlamda siyasal konformizm bataklığına sürüklediğini düşünüyorum. İşte tam da bu noktada benim için Ahmed Arif’in şiiri kadar sahici ve kıymetlisiniz.
    Cumhuriyet’teki röportajımı okuduğunu ve çok beğendiğini söylemişsin. İnceliğin için teşekkür ediyorum lakin o röportajın yayınlandığı günlerde barut fıçısı gibiydim. Başlık bile başlı başına toplumsal bir mesele nasıl magazinleştirilirin özeti gibiydi. “Herkesi doyuruyor ama kendisi aç.” Oysa o söyleşide sizin için “yiyorlar” dediklerinde duyduğum öfke ve tepki yüzünden çalışarak açlık grevi yapma kararı aldığımı anlatmıştım. Orada servis edilenden daha geniş bir çerçevede dilimin döndüğünce sizi anlatmaya çalışmıştım. Israrla ve ısrarla işin esas sahiplerinin siz olduğunuzu söylemiştim.

    Evet işin esas sahibi sizsiniz


    Seni Şeyh Ahlati’ye, Semih’i de Şeyh Bedreddin’e benzetiyorum. İnsanın bütün duru değerlerini büyüten bir dergahın sahibisiniz siz. Bu duru değerlere nasıl daha geniş bir zemin buluruz, nasıl herkesin değeri haline getiririz diye çile odasına kapanan iki derviş. Ve ben, kapandıkları çile odasında hem kendi, hem de memleketin yazgısını arayan şeyhlerini çile odasının önünde endişeyle bekleyen, onlar çilede yemek yemezken yemek yemeyi içine sindiremeyen bir müridim sadece. Hakikati anlamamış insanlara bıkmadan usanmadan sizi anlatmaya, onların aklında ve yüreğinde sizin için bir yer bulmaya çalışmaktayım. Sözcüklerimin sınırlı olması, sadece bir tek dil biliyor olmak, daha anlaşılabilir bir dille ve başka dillerde de meramınızı anlatamıyor olmak gücüme gidiyor bugünlerde.
    Açlık grevi kararını nasıl aldığımı sormuşsun. Özür dileyerek başlayayım anlatmaya. Aslında en başından beri, yani Yüksel Caddesi’ne oturduğun ilk andan ve sonrasında arkadaşlarını kahverengi paltonun içerisinden çıkardığın günlerden beri direnişin(iz)in takipçisiydim ama açlık grevi aşamasını nasıl olmuşsa kaçırmışım ve açlığınızın altmışlı günlerinde haberdar oldum açlık grevinden. (Palto metaforu Veli’ye ait. Sevgili Veli “biz Nuriye’nin kahverengi paltosundan çıktık” diyor. Tüm kalbimle katılıyorum ona, hepimiz senin kahverengi paltondan çıktık.) Açlık grevinden haberdar olduğumda başta kendim olmak üzere her şeye ve herkese derin bir kızgınlık duydum.
    Fakat kızgınlıktan daha baskın olan duygu, sizi oradan yani açlığın soğuk döşeğinden almak icin bir seyler yapmak oldu. O andan itibaren daha yakından ve üzerine düşen sorumluluğun farkında olan bir arkadaşınız olarak takip ettim süreci. Haberdar olduğum bütün sokak gösterilerinin parçası oldum. Bir taraftan da yemek pişirmeye devam ettim.


    Nuriye kurban;


    İnsanlar bir gün içersinde ortalama üç kez yemek yiyorlar. Bazen bir öğünde, bazen iki öğünde sizi unutuyorlar. Bazen hiç unutamıyorlar. Bu iki durum da bizim durduğumuz yerden gayet anlaşılır. Çünkü beslenmek, yaşayan her canlı için bin yıllardır süre gelen içgüdüsel bir davranış. Aşçı olmam hasebiyle sizin etrafınızda dönen bir döngünün içinde buldum kendimi, bir tarafta sizin büyük açlığınız diğer tarafta açları doyururken sizin açlığınıza derman olamayan çaresizliğim.


    Katıldığım cılız gösteriler elimden gelen her şeyi yaptığım(ız)a dair ikna olmama yetmedi. İçimdeki ses sürekli olarak daha fazla bir şey yapmam gerektiğini söyledi. Tutuklandığınız gün öfkemin tavan yaptığı gündü. Bunca haksızlığın olduğu ve çoğunluğun bu haksızlılıkların karşısında sustuğu bir ülkede yaşıyor olmaktan bir kez daha derin bir utanç duydum. Kendimi o utancın dışında tutmak adına, hiçbir şey yapamıyorsam eğer açlığınıza ortak olurum diye açlık grevine başladım.


    Öyle büyük devrimci iddialarla değil gayet vicdani nedenlerle ortak oldum açlığınıza. 21. yüzyılda sizin gibi iki güzel insanın açlıkla, ölümün sınır hattında dolaşıyor olmasını ne aklım ne de kalbim kabul etmiyor. Etmeyecek de! Toplumsal değişime inanan ve 41 yıllık hayatının 25 senesini buna vakfetmiş, hapis yatmış, daha önce de açlık grevleri içinde yer almış bir insan olarak söylüyorum bunları.


    Açlık grevi kararım karşısında sevenlerim, kıymet verenlerim, tahmin ettiğin gibi çok kızdılar ve bırakmam için kuvvetli bir tazyik uyguladılar. Canıma kıymet vermediğimi söyleyenler mi, açlık grevini bir yöntem olarak doğru bulmadığı için eleştirenleri mi istersin?
    Her gün bırakmam için telkinde bulunanlar, vandal ve deli diyenler cabası. En çok duyduğum ifadeydi sanırım “deli olduğum”.


    Hiç birine itiraz etmedim. Çünkü “delilik hakikat ve dünyadan çok, insanın anlayabildiği kendi gerçekliğiyle ilgilidir”, “normal insan kurgudur” diyen Foucault o kadar güzel anlatmış ki. Hiçbirine cevap vermedim, çünkü o kadar eminim ki hayatımın en doğru işini yaptığımdan. Çünkü biliyorum değişmesi gereken benim “deli”liğim değil, “normal” olma halini masum bir sözcüğe indirgeyip, cebinde taşıyan ve ihtiyaç anında o sözcüğe sıkı sıkıya sarılan kurgulanmış hayatların sahipleri olanlardır.
    ...
    Nuriye kurban, gözümüzün nuru; Açlığınızın 132. günü bugün! Buradayım işte. Bir elim sende, bir elim Semih’te. Sözümdeyim! Açlığınız ortağıyım! Siz kazanacaksınız, siz kazandınız! Aynı sofraya oturup bugünleri yad edeceğimizi unutma!
    Dünyası sizinle olan, sizi çok seven, varlığınızdan güç alan insanlar olduğunu bir an olsun unutma.


    İnce, uzun ve çok güzel gülen, gülüşüyle biz Beşiktaş’lılarda “işte Beşiktaş sahaya çıkıyor” hissiyatını uyandıran, dünyanın gamını yükünü üzerimizden alan bir kadın olarak, benim-bizim nazarımızda zalimin itibarını iki paralık etmiş olduğunu bir an olsun unutma!
    Daha şimdiden kazanan olduğunuzu unutma!


    İçindeki ışığın bize yol gösterdiğini bir an unutma.


    Sizi oradan almak için mücadele etmekten hiç vazgeçmeyeceğimizi, sizin olmayacağınız bir hayatın bize zehir olacağını unutma!


    “Dayan kitap ile
    Dayan iş ile.
    Tırnak ile, diş ile,
    Umut ile, sevda ile, düş ile
    Dayan rüsva etme bizi.”
    Sevgiyle, özlemle ve muhabbetle kucaklıyorum.

    Kardeşin (Aşçı) İsmail
    #50060 petra von kant | 8 yıl önce
    0kişi