kimse kusura bakmasın; ama ben böyle şehrin gelmişini ayrı geçmişini ayrı s.keyim. istanbul demek, insanın kendi kendine zulmetmesi demektir.
dört günlük bir iş gezisi planı dahilinde -maalesef- bir kez daha istanbul'a gitmek zorunda kaldım ve bir kez daha istanbul'un, bu ülkedeki "umutsuzluk ve çaresizlik" hissinin vücut bulmuş hali olduğunu anladım.
klasik dertlerini geçiyorum; kalabalık, trafik, pahalılık... bunlar artık klişe ve hem içeride bu zulmü çeken köleler hem de dışarıdan izleyen diğer şehirlerin köleleri aynı şekilde dert yanıyor ve şikayet ediyor bu problemlerden.
son ziyaretimde ise beni çıldırtan şey "nefes alamamak" oldu. .mına koduğumun şehrinde, boğazın kıyısında dahi nefes alınmıyor! hava kirliliği öyle bir noktaya gelmiş ki, nefes aldıkça ciğerlerim tıkandı, boğazım yandı kavruldu.
istanbul aşıkları ankara'ya bok atarlar "gri şehir" diye. yemin ederim fakir avuntusu gibi bir bok atma bu. boğaz gri, gökyüzü gri, şehrin her yeri gri... yeşil alan dedikleri yerlerin bile üzerinde gri bir pus tabakası var.
yazık günah vallahi. s.keyim tarihini, etkinliğini, parasını pulunu. hala kanser olmadıysanız, ciğerleriniz iflas etmediyse, kaçın kurtarın kendinizi istanbul cehenneminden.