etik hakkındaki görüşleri ana akım etik teorilerinin gölgesinde kalmışsa da dikkate değerdir.
daha önceki girdilerde filozofun metafizik sisteminin büyük ölçüde kant'tan etkilendiğini söylemiştim, bu zaten herkesçe bilinen birşey. ancak etik schopenhauer'in kant'la en çok ayrıştırdığı alandır. schopenhauer'in eleştirileri kant'ın etik teorisindeki eksiklikleri anlamak için de önemlidir.
bildiğiniz üzere, kant, etiği rasyonel insanın zorunlu olarak uyması gereken kategorik imperatiflerle açıklamıştı. schopenhauer rasyonel olana yapılan bu vurgunun saçmalık olduğuna inanır. ona göre rasyonel olan ahlaki olanla her zaman eşleşmez. aksine çoğu durumda rasyonellik kötü eylemi sonuçları itibarıyla daha da tehlikeli hale getirebilir. (benzer bir yaklaşım hume'da da vardır: ''dünyanın yokolmasını serçe parmağımın incinmesine tercih etmekte irrasyonel birşey yoktur.'' yani ona göre de ahlak rasyonel olandan doğmaz.) hatta schopenhauer'a göre akıl, kötü niyetli birisini çok daha ölümcül bir güç haline getirebilir. bu durumda akıl, kötülüğün hizmetine koşulacağından ortaya çıkan kötülük daha büyük olabilir.
kant'ın etiğine yönelik yaygın bir diğer eleştiri de kurduğu sistemin tümüyle biçimsel olmasıdır, schopenhauer da bu eleştiriyi paylaşır. yani kant etiği ''insanı her zaman kendinde bir amaç olarak gör ve araçsallaştırma'' buyruğunun ötesinde bütünüyle içeriksizdir. kant'ın bütünüyle biçimsel etiği gerçek hayatın karşımıza çıkardığı etik problemlerin çözümüne pek katkı sağlamaz.
schopenhauer'in kant etiğine yönelik eleştirilerinden birisi de kant'ın insanı hiç de hak etmediği bir yere koyup, onun rasyonalite gibi ayırt edici özelliklerini gereğinden fazla büyütmesidir. insana ve rasyoneliteye yapılan bu anlamsız vurgu hayvanları etik çerçevenin çeperlerine itmiştir. bilindiği üzere, kant hayvanlara yapılan zulümlerin ahlak dışı olduğunu kabul etmektedir. ancak bunun nedeni hayvanların içsel bir değerinin olması ya da onlara karşı doğrudan sorumluluk sahibi olmamız değildir. kant'a göre hayvanlara yapılan kötülükler, önce bu kötülükleri yapanların ahlaki karakterlerine zarar verir ve sonrasında da insanlara yapılacak kötülüklere zemin hazırlar. yani şu pek sık tekrarlanan ve ampirik verilerle de desteklenen hayvanlara kötülük edenlerin insanlara da önünde sonunda zarar vereceğine yönelik meşhur iddia...özetle kant hayvanlara karşı kötü davranmama yükümlülüğümüzü bağlayıcı ancak dolaylı bir yükümlülük olarak görür. kant'ın bu konumu schopenhauer'i çileden çıkarır: ''her hayvanda var olan ve güneşi gören gözlerde parıldayan ebedi özü tanımayan böyle bir ahlaka yazık'' der. Görünen o ki, kant burada hayvanlara yönelik sorumluluklarımızın dolaylı olduğunu söylerken aslında çok da yeni bir şey söylemiyor sadece modası geçmiş insan merkezci önyargıyı tekrarlıyor. Schopenhauer ise insanı hayvanlar aleminin geri kalanından ayırıp, ona kutsallık atfetmenin vahim bir hata olduğuna inanır. yani ona göre hayvanlar ahlaki ilginin dolaylı değil doğrudan konusudur. hatta insanların çoğunluğunun ahlaki karakteri o kadar kötüdür ki insanlar yerine hayvanlarla kurulan samimi bir bağlantı her zaman tercih edilebilir. zaten kişisel yaşamında da insanlardan çok hayvanlarla vakit geçirmiştir.
kant'ı eleştirip zemini temizledikten sonra, schopenhaur, ahlakın oturması gereken gerçek temelleri gösterir. bunu da yine kant'a yüzde yüz karşıt bir konumdan yapar: etiğin temeli rasyonelite değil doğrudan doğruya duygular ve güdülerdir. ona göre ahlakın konusu olan her eylem her insanda bulunan üç kuvvetin bir bileşimi tarafından belirlenir: bencillik, kötü niyet ve merhamet.
davranışın arkasındaki bu motifler insanlarda değişen oranlarda bulunur. ilk olarak, insan doğası gereği bencil bir hayvandır. kendi küçücük varlığını koruyup kollamak için bütün dünyanın yok olmasına razı gelir. ancak bir de salt kötü niyete atfedilebilecek eylemler vardır ki bunlar kişinin çıkarlarını sağlamaya dönük doğal eğiliminden (yani bencillik güdüsünden) ayrı bir kategori oluşturur. örnek olarak, salt sadistçe güdülerle yapılan kötülükler, kötülüğü yapana bir fayda sağlamaz, hatta çoğu zaman bu kötülüğü yapan kişinin bencil çıkarlarına da aykırı düşebilir. (örneğin canavarca hislerle cinayet işleyen birisinin daha sonra hayatının geri kalanını hapishanede geçirmek zorunda kalması.) kötü niyet bencilliğe oranla insanlar arasında çok daha nadirdir. ama en ahlak dışı eylemlerin bazılarının arkasında bu güdü vardır.
bir de merhamet duygusu vardır ki diğer iki bileşenin aksine bu soylu duygu her ahlaki eylemin arkasındaki temel motivasyondur. diğer bütün iyicil güdüler de özünde merhamet duygusuna indirgenebilir.
schopenhauer'e göre insan eylemlerini belirleyen bu üç kuvvetten en yaygın olanı bencilliktir. kötü niyetse en şeytani olanıdır. ancak merhamet de kimi durumlarda hesaba katılması gereken bir güçtür. hatta bazı kişilerde merhamet duygusu öyle ağır basar ki, bu kişilerde bencilce güdüler kolaylıkla bir kenara bırakılabilir.
özetle, schopenhauer'e göre iyi insan merhametli insandır.
peki bir insan neden bencillikle değil merhametle hareket etmelidir? schopenheaur bu temel sorunun cevabını metafizik sistemine atıfla açıklar.
ona göre merhamet duygusunun uyanması için bir tür ötekiyle özdeşleşme gerekir. yani 'o'nun acılarını kendi acımmış gibi hissedebilmeliyim. her varlık, aynı istemenin tezahürü olduğundan ve bireyselleşme sadece fenomenler dünyasına özgü olduğundan, derin bir kavrayış bütün hissedebilen canlılarda kendi özünü görmeyi gerektirir. işte o zaman merhamet duygusu uyanır ve ötekilerin esenlikleri için kaygılanabilirim.
peki iyilik yaptığım kişi benden farklı değilse, yani aynı istemenin tezahürleriysek, ona yaptığım iyilik kendime yaptığım iyilik haline gelmez mi? bu bir çeşit bencilliğin kılık değiştirmiş hali değil midir? schopenhauer buna katılmaz. ona göre olgusal düzeyde fenomenler arasında ayrı bir birey olarak yaşarım, bu arada bir sürü karmaşık güdüyle bir oraya bir buraya savrulurum, ancak derin bir kavrayışla maya'nın örtüsünü kaldırıp (sen o'sun!) aslında aynı olduğumuzu anladığımda bu bana ahlaki eylemim için ''motive edici'' olmasa da ''açıklayıcı'' bir perspektif kazandırır. bunun bencillikle ilgisi yoktur, sadece fenomenler dünyasında ayrı bir birey olarak büyük ölçüde bencillik güdüsünün altında yaşarken daha derin bir düzeyde herşeyin farkına varmışımdır.
son olarak, schopenhauer'in özgür iradeye inanmadığını de ekleyelim. ona göre her eylemimiz ahlaki karakterimiz ve koşulların bir bileşkesinden doğar. aynı insanlar aynı koşullar altında her zaman aynı şekilde davranır. ahlaki karakter ise değişmezdir. yani bir insan yukarıda sözü geçen üç temel kuvvetin belirli bir kombinasyonuyla dünyaya gelir, birinin ya da diğerinin ağır basmasına göre davranır. bu yüzden hiç bir erdem sonradan öğretilemez.
ona göre, özgür iradenin olduğunu savunanlar eyleme özgürlüğü ile isteme özgürlüğü arasındaki ayrımı göremiyor. istediğimi yapma özgürlüğüm olabilir, ama istediğimi isteme özgürlüğüm yok. örneğin istersem, iş yerinden istifa edip, köye taşınabilirim. ya da istersem, karımı boşayabilirim. ama istemediğim için bunları yapmıyorum. işte bu eyleme özgürlüğü. ancak köye taşınmayı ya da karımı boşamayı ''istemeyi'' isteyebilir miyim? schopenhauer'a göre bu imkansızdır ve bütün bunları istemem ya da istememem ahlaki karakterim ve verili koşulların bir kombinasyonuyla önceden belirlenmiştir.
peki özgür irade yoksa kötü insanları yaptıklarından nasıl sorumlu tutacağız? schopenhauer insanın eylemlerinden olmasa da numen düzleminde en içsel varlığından sorumlu olduğunu söylüyor. ama bunu anlamak için schopenhauer'in metafiziğini çok iyi kavramak gerekiyor sanırım.