tasarım argümanının merkezinde canlılar dünyasındaki uyum ve işlevselliğin bir yaratıcının varlığını gerektirdiği iddiası vardı. Darwin'den önce bu argüman tanrı'nın varlığını kanıtlamaya yönelik olarak sunulan en güçlü argüman gibi gözüküyordu. ancak organizmaların çevrelerine nasıl bu kadar iyi uyum sağlamış olduğu evrim teorisi ile açıklığa kavuştuğundan beri argüman ikna ediciliğini büyük ölçüde yitirmiştir. eğer canlılar dünyasındaki uyum ve işlevsellik tanrı kavramı olmadan da bilimsel olarak açıklanabiliyorsa, artık bu argüman tanrı'nın varlığını kanıtlamak için tek başına kullanılamaz.
bununla birlikte, tasarım argümanının evrim teorisi ile çürütülmesinden sonra bu argümanın başka bir versiyonunu ortaya atıldı: hassas ayarlar argümanı. bu argüman; canlılar dünyasındaki uyum, düzen ve işlevselliğe değil (ki bu evrim teorisi ile açıklığa kavuşmuştu) evrenin kuruluş değerlerinin hassas bir şekilde ayarlanmasına odaklanıyordu.
gerçekten de evrenin kuruluş ayarları, ya da başlangıçtaki temel parametreler, gezegenlerin en az birinde yaşamın evrilmesi için oldukça hassas ayarlanmış görünür. bu parametrelerdeki çok küçük sapmalar bile evrenin bir yerlerinde yaşamın evrilmesini imkansız hale getirebilirdi. bu bilimsel olarak da desteklenen bir tezdir. gerçekten de yapılan bilimsel araştırmalar evrende yaşamı mümkün kılan koşulların olağan üstü bir hassaslıktaki başlangıç değerlerinin üzerine kurulduğunu gösteriyor.
bu yüzden kanımca bu teori, tanrı'nın varlığını kanıtlamaya yönelik en güçlü argüman. ancak bu argüman da sorunsuz değil.
örneğin, antropik ilkeye göre evrendeki sabitelerin yaşamın evrilmesi için hassas ayarlanmış gözükmesinde mucizevi ya da sıradışı bir şey yoktur tam tersine bunun böyle olmaması imkansızdır. çünkü ancak böyle bir evren onu gözlemleyebilecek canlıların ortaya çıkmasını sağlayabilirdi. başka bir deyişle sadece canlılar için elverişli bir evrende var olabilir ve bu tuhaf sorunlara kafa yorabilirdik.
başka bir şekilde ifade edersek, insan zihninin çalışma biçiminden dolayı, kozmik ölçekte bizim varlığımızı "zorunlu" kılan koşullar bugünden geriye bakınca bizim için oldukça "tesadüfi" görünür.
bunu daha iyi anlamak için şu örneğe bakın: benim şu an olduğum halimle dünyaya gelmem bugünden bakınca pek çok istisnai koşula bağlı görünür. mesela annemle babam tanışmasaydı, cinsel ilişkiye o an değil de beş dakika sonra girselerdi, ya da bu cinsel birleşme mesela babamın trafiğe takılması gibi sayısız neden tarafından geciktirilseydi ben olmayacaktım. ama herşey (yani cinsel birleşmenin yakın ve uzak geçmişindeki tüm olaylar) tam da doğru gen kombinasyonlarını oluşturup varlığıma vücut verecek şekilde bir araya geldi. bunun ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu kavradığımda her şeyin benim için özel ayarlanmış gibi olduğunu düşünmekten kendimi alamam. mesela annemin o gün başının ağrıması, babamın iş yerinde birisiyle tartışıp eve biraz sinirli gelmesi ya da yemeği fazla kaçırması ya da annemle babam arasında o gece herhangi bir nedenle yaşanacak bir tartışma var oluşumu sağlayan cinsel birleşmeyi imkansız hale getirebilirdi. aynı şekilde dedelerim ve ninelerim, onların da onlarca kuşak öncesinden dedeleri ve nineleri (bunların içinde tek bir tanesi bile) doğru zamanda doğru yerde olmasaydı, cinsel birleşmeye tam o zamanda karar vermeseydi ben olmayacaktım. dedelerimin ve ninelerimin cinsel birleşmesine giden her karar ise yine sayısız değişkenle belirlendi. ankara'nın başkent olması gibi görünüşte ilgisiz tarihsel bir olay bile benim doğumumu etkilemiştir desem abartmış olmam herhalde. eğer ankara başkent olmasaydı annem ve babam üniversite okumak için ankara'ya gelmezlerdi ve burada tanışmazlardı. bu durumda da muhtemelen başka birileriyle evlenirlerdi ve ben olmazdım. (o dönem başkent olacak başka bir şehirde üniversite okumaya gitseler bile milyonlarca insan arasından birbirlerini bulmaları yine de imkansiz olurdu.) ankara'nın başkent olmasına ilişkin gelişmeler ise kurtuluş savaşından, kurtuluş savaşı birinci dünya savaşından, o da 19. yüzyılda büyük devletler arasındaki çekişmelerden bağımsız değildi. tarihsel geçmişte yaşanan her olay bir diğerini belirlediği için var oluş koşullarımın izi daha eski tarihsel gelişmelere kadar sürülebilir.
bütün bunların başka türlü değil de tam da bu şekilde gerçekleşmesi ise katrilyonda bir ihtimal bile değildi: asla saymakla tuketemeyeceğim bu değişkenlerden bir ya da iki tanesinin farklı olması, bu olaylar dizisinden tek bir sapma benim yerime başka birinin doğmasına neden olacaktı. bugünden baktığımda, benim varlığım, bir araya gelmesi neredeyse olanaksız ve saniye saniyesine ayarlanmış bir olaylar kombinasyonunun sonucu gibi gözükür. ama bunda mucizevi birşey yoktur. bir araya gelmesi imkansız görünen bu sayısız olay kombinasyonu bir kez ortaya çıkınca artık benim varlığımı zorunlu hale getirmiştir, yoksa bu olaylar dizisi benim var oluşum için özel olarak bir araya getirilmiş değildir. eğer bu bana hala bir parça mucizevi geliyorsa bu olaylar dizisinin farklı olması durumunda zaten burada olamayacağımı anlamam gerekir.
buna benzer şekilde, canlılığın ortaya çıkışını sağlayacak "düşük olasılıklara" dayalı kuruluş ayarları da öyle bir evrene vücut verdi ki sonunda gezegenlerin en azından birinde yaşam oldu. biz de geriye dönüp bakınca bu kuruluş ayarlarının sanki bizim için hassas olarak ayarlanmış olduğunu düşünüyoruz. oysa bunların bizimle bir ilgisi yok. nasıl ki benim doğumumu sağlayan olaylar dizisi benim için özel olarak bir araya getirilmediyse evrendeki hassas ayarlar da canlıların ortaya çıkması için özel olarak tasarlanmadı. ama hangi sebeple olursa olsun evren bir kez bu haliyle var olunca kozmik tarihin genel gidişatı içinde canlılık ortaya çıktı. başka türlü de olamazdı zaten. kendisini gözlemleyen öznelerin olmadığı ya da bu konuların tartışılmadığı bir evren zaten bu öznelerin ortaya çıkmasını sağlayan koşullara sahip olamazdı. özetle antropik ilkeye göre, evren bizim için tasarlandığı için var değiliz, var olduğumuz için evren gözümüze tasarlanmış görünür.